Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12-15 Şubat 2017 tarihlerinde Körfez ülkelerinden Bahreyn, Suudi Arabistan ve Katar’a resmî ziyaretlerde bulundu. Osmanlı bakiyesi topraklarda 100 sene önce ortaya çıkmış bu ülkelerin emir ve krallarıyla yapılan görüşmelerde, ülkeler arası ikili ilişkilerin tüm yönleriyle ele alındığı, ayrıca, bölgesel ve uluslararası gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunulduğu, resmi makamlarca bildirildi.

Asırlarca hükmümüz altında bulunan imparatorluk topraklarındaki bu petrol zengini ülkelerle çok yakın ilişki ve işbirliği içinde olmanın, pek çok ortak payda sebebiyle dünyadaki diğer ülkelerden daha fazla Türkiye’ye yakıştığı bir gerçektir. Hatırlanacağı gibi, daha on sene önce eski bir Cumhurbaşkanının ağzından “Başı örtülü olarak üniversite okumak isteyenler Suudi Arabistan’a gitsin!” talihsiz sözleri dökülmüştü. Bu sözler aslında, yıllarca bu kabil ülkelere karşı neden “mesafeli” bir dış politika izlendiğinin de dışavurumuydu. “Laikliğimize” bir zarar gelebilir endişesiyle onları hep ihmal etmiş, hatta yok saymış, Batı ve ABD’nin “şefkatli” kollarına terk etmiştik. Şimdi artık durum değişiyor. Aradan geçen yüz senede yaşananlar, bizim de onların da aklını başına getirmişe benziyor.

Biz tarihçi olarak konuya başka bir açıdan yaklaşalım ve 1328 mali yılı (1912) için 67’ncisi basılan Salname-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye yani Osmanlı Devleti Yıllığı’na bir göz atalım. 987 sayfalık bu kitapta, Hicaz vilayeti valisi ve Mekke şeyhülharemi olarak Hacı Reşid Paşa’yı; Basra vilayeti, Necid Sancağı, Katar kazası kaymakamı olarak da Câsim es-Sânî Efendi’yi görüyoruz. Sonraki 5 sene (1913-1917) savaş sebebiyle çıkarılamayan devlet salnamesi, Osmanlı döneminde son olarak ve 68’inci defa 1333-1334 mali yılları için 1918’de basılmıştır. Bu son Osmanlı salnamesinde Bağdad ve Basra valisi Halil Paşa olarak görünse de Ortadoğu’daki eyaletlerimiz ne yazık ki İngiliz işgali altındadır. Çoktan elden çıkan Katar ve Kuveyt gibi kazalar nedense salnamede hâlâ yer alsa da altı boştur, herhangi bir yönetici belirtilmemiştir.

Biz şimdi Sayın Cumhurbaşkanı’nın geçen hafta ziyaret ettiği bu üç ülkeden Katar’a odaklanalım. Katar’ın Osmanlı topraklarına katılması, Osmanlıların Basra Körfezi’nde Portekizlilere karşı üstünlük sağladığı 1559 yılına rastlar. Bu tarihte Lahsa Beylerbeyiliği kurulmuş, Katar bir sancak olarak buraya bağlanmıştı. Sonraki asırlarda Katar, Osmanlı İmparatorluğu’nun idari yapısında, Basra vilayetine bağlı Necid sancağının bir kazası idi. İlk Osmanlı birliği 1852’de, Doha’daki hâlâ Kal’atü’t-Türk denen garnizona yerleşti. En son, İngilizlerin Körfez’deki yoğun faaliyetlerine rağmen 1871’de Katar’da kontrol tekrar sağlanıp Şeyh Muhammed bin Sânî Katar kaymakamı olarak tayin edildi. Bu şeyh 1876’da yönetimi oğlu Şeyh Câsim’e bırakmış ve 1878’de 90 küsur yaşında ölmüştür.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra koca imparatorluğun, tecrübesiz, ihtiraslı, kanun ve nizam tanımaz İttihat ve Terakki’nin elinde rahmetli Turgut Özal’ın deyimiyle “bozuk para gibi harcandığı” talihsiz bir dönem başlamıştı. Batılı devletler ve özellikle İngiltere bu “acemi” ve “ihtirastan gözü kapalı” devlet adamlarıyla, kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. İşte bunlardan biri de Sultan Reşad’ın 1910-11 yıllarındaki İttihatçı sadrazamlarından ve Libya’nın elimizden çıkmasının sorumlusu İbrahim Hakkı Paşa idi. Kendisine İngiltere ile Osmanlı Devleti adına antlaşma imzalama yetkisi verilerek 1913’te Londra’ya gönderilmişti. Artık imparatorluğun devamının mümkün olmadığına ve ancak İngiltere’nin Almanya ile birlikte devleti koruyup kollamasıyla ayakta kalınabileceğine inanan bu zat, İngiliz Hariciye Nazırı Sir Edward Grey ile sürdürdüğü müzakereleri tamamlayarak 29 Temmuz 1913’te beş antlaşmanın altına imza attı. Devletin tamamen aleyhine olan bu antlaşmalarda, Katar ve Bahreyn Adaları’ndaki haklarımızdan vazgeçerek bu ülkelere istiklal verdiğimiz de zikrediliyordu. Yine de 1915 Ağustosuna kadar Katar’da Türk askeri bulundu. 3 Kasım 1916’da İngiltere’ye tabi olan Katar, 1971’e kadar İngiltere himayesinde kaldı. 3 Eylül 1971’de bağımsızlığını kazandı.

İşte 1912’ye kadar basılan pek çok devlet salnamesinde adı yazılı Câsim bin Muhammed es-Sânî Efendi kapıcıbaşı rütbesiyle Osmanlı’nın Katar kaymakamı idi. Câsim Efendi 1913’te 90 yaşına yakın vefat etti ve yerine oğlu Şeyh Abdullah bin Câsim geçti. Şeyh Abdullah 35 yıllık saltanattan sonra 1948’de oğlu Şeyh Ali lehine tahttan feragat etti. Şeyh Ali bin Abdullah kendi oğlu Şeyh Ahmed lehine tahttan feragat ettiği 1960’a kadar Katar prensi oldu. Şeyh Ahmed bin Ali 1972’ye kadar tahtta kaldı. Bu arada Katar, 3 Eylül 1971’de İngiltere’den bağımsızlığını kazandı ve Katar prensleri “emir” unvanını aldı. 1972’de amcasının oğlu olan selefini tahttan indiren Şeyh Halife bin Hamad bin Abdullah bin Câsim yeni Katar emiri oldu. Bunu da, oğlu Şeyh Hamad 1995’de tahttan indirerek yerine kendi geçti. Şeyh Hamad 25 Haziran 2013'te oğlu Temim lehine emirlikten feragat etti. Şeyh Temim hâlen Katar emiridir. Yani şu anki Katar emiri, Osmanlı’nın son Katar kaymakamı Câsim Efendi’nin torununun torununun oğludur. Câsim Efendi’nin dedesinin ismi sebebiyle Katar hanedanına Sânî (Âl Sânî) Hanedanı denir. Hanedanın erkek üyelerine şeyh, kadın üyelerine şeyha deniyor.

Katar 11 bin 586 kilometrekarelik bir yarımada. Yani Marmara Denizi kadar bir büyüklüğe sahip. Sadece Suudi Arabistan ile 87 kilometrelik bir sınırı var. Ülkede 2 milyon 250 bin kişi yaşıyor. Petrol ve doğal gaz zengini ülkenin IMF verilerine göre 2016 Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) rakamı 156,6 milyar dolar ve dünyada 55. sırada. Biz 755,7 milyar dolar ile 18. sıradayız. Katar’ın kişi başına GSYİH rakamı 129 bin 700 dolar ve dünyada ilk sırada. Biz de 21 bin 100 dolar ile 85. sıradayız.