Konu başlığı, Taha Akyol’un bir kitabının adıdır. Her iki devleti mezhep ve devlet ilişkisi yönünden ayrı ayrı ele alıyor. İlk bakışta geçmişte kalan bir dönemi anlatıyor gibi gelebilir. Belki, Osmanlı için geçmişte kalan dönem diye bakılabilir. Fakat, İran açısından yalnızca geçmişte kalan bir dönem diye bakılamaz. Mezep-devlet ilişkisi günümüz İran’ı için de geçerlidir.
Özellikle Ortadoğu’daki uluslararası ilişkiler konusuna ilgi duyanlara kitabı okumalarını tavsiye edebilirim. En azından, İran’ın adı Ortadoğu’nun her yerinde adı nasıl oluyor da duyuluyor, sorusuna ışık tutuyor. Kitabın anlatımından çıkarttığım sonucu şöyle özetleyebilirim: 
Belki, ekonomik yapısı, askeri yapılanması ve dış politika taktikleri İran için önemli bir faktördür. Fakat, İran’ın Ortadoğu’da etkili olmasında bir başka faktör daha bulunuyor: İran’da mezhep ve devlet ilişkisidir. Bu ilişkide mezhebin, devlet üzerinde kuşatıcı ve dominant etkisi daha ağır basıyor. Ayetullahlardan meydana gelen mezhep tarafını oluşturan kuruma Velayet-i Fakih deniyor. Bunun anlamı şudur: İran’da cumhurbaşkanı, hükümet, parlamento gibi devlet yapılanması var ama; bir de bunların üzerinde Velayet-i Fakih kurumu bulunuyor.  Ayetullahlardan oluşan Velayet-Fakih, aynı zamanda Şia mezhebinin strateji merkezidir. Velayet-i Fakih kurumu Şah Rıza Pehlevi döneminde geriye çekilmişti. Fakat, 80’li yıllarda Ayetullah Humeyni ile geri döndü. Günümüzde dini lider Ayetullah Hamaney’in, İran ile ilgili ana konularda  son söz sahibi olması bundandır.
O zaman şöyle bir manzara çıkıyor: İran, başta Ortadoğu’ya iki farklı pencereden bakıyor. Birincisi haliyle ulusal çıkarları yönünden; ikincisi de mezhepsel yönden bakıyor. Diğer bir ifade ile, Velayet-i Fakih ve devlet yapılanması karışımı olan bir pencereden bakıyor. Şia mezhebinde imam ile mezhep mensubu arasındaki sıkı bağlılık, İran’ın Ortadoğu’da etkisini daha da güçlendiriyor. 
İşte bu yapılanma Sünni yapılanmaya göre ters mekanizmadır. Sünni mezhep-devlet ilişkisinde mezhebin, devlet yapılanması üzerinde kuşatıcı etkisi yoktur. Tersine devletin mezhep üzerinde kuşatıcı etkisi daha fazladır. Abbasiler, Emeviler, Selçuklu ve Osmanlı’da hep böyle olmuştur. En uzun soluklu Osmanlı devlet yapılanmasında bile, İran benzeri bir gelenek oluşmamıştır.  Anladığım kadarıyla Sünni mezhepteki halifeliğin, Şia mezhebindeki Velayet-i Fakih ile benzerliği bulunmuyor. Haliyle Ortadoğu meselelerine Sünni mezhep odaklı yaklaşım, Şia mezhep odaklı yaklaşım kadar etkili olamaması gayet doğaldır. 
Elbette, burada anlatılan sadece bir tespittir. İran’ın Ortadoğu üzerinde etkisini işin doğasında aramak gerekirse; Sünni mezhep merkezli yaklaşımın etkisizliğini de yine işin doğasında aramak gerekir.