Devlet-i Muazzama’nın 623 yıl aralıksız yaşamasının altında birçok etken sayabiliriz. Fakat bunlardan birisi var ki diğerlerinden çok farklıdır: Öteden beri genlerimizde var olan “Asker-Millet” geleneğimiz…

Ecdat askerlik anlamında hemen hemen hiç bozulmadan değişirken, aynı zamanda günün koşullarına göre de kendisini yenileyerek Ecdat Osmanlı’ya kadar muntazam bir sistematik askerlik formülü intikal ettirmiştir. Tarih boyunca on altı büyük devlet kurmamızın arkasında yatan büyük sırların, belki de en önemlisi askerliği ve savaş lojistiğini iyi bilmemizdir.

Bu yazımızda Osmanlı Devleti’nin savaşlardaki maharetinin sırlarını aralamaya çalışacağız. Osmanlı Devleti 1699 yılına kadar neredeyse tek bir yenilgi dahi görmeden gelmiştir. Onun başarısında savaş meydanındaki cesareti, gücü, günün koşullarına göre teknolojik imkânları var olsa da, asıl işin geri planında var olan işin mutfağındakiler etkili olmuştur.

O günün koşulları düşünüldüğünde İstanbul Topkapı Sarayı’ndan çıkan 450 bin kişilik ordunun, Viyana önlerine gitmesi sekiz ayı buluyordu. Düşünün bir kere, ordunun Topkapı Sarayından, Büyükçekmece Köprüsüne kadar gelmesi dahi dört- beş günü alıyordu. Bu şartlar altında Ecdat İlayı Kelimetullahı yaymak için çaba sarf ediyordu. Bugün modern anlamda fantezi dünyalarının yansımaları olan sözüm ona tarihi dizilerlerde!!! Anlatıldığı gibi değildi.

Şimdi aklımıza takılan bazı sorulara geçelim?

*** Bu kadar büyük ordunun yemek ihtiyacı nasıl karşılanıyordu?

*** Bu ordu beş vakit namazını nasıl eda ediyordu?

*** Tuvalet ihtiyaçlarını nasıl gideriyorlardı?

*** Banyolarını nasıl yapıyorlar?

*** Nerede yatıp, nasıl harekete geçiyorlardı?

*** Sefer sırasında et yiyebiliyorlar mıydı?

***Halkla temas edebiliyorlar mıydı?

Osmanlı Devleti büyük askeri faaliyetlerinde lüzumlu silah, cephane, erzak, yem ve diğer ürünlerin yetiştirilmesinde son derece hızlıydı. Devlet-i Muazzama ordunun hızını arttırmak için, ordunun yükünü olabildiğince hafifletmişti. Ordunun buğday, arpa, fasulye ve nohut gibi tahıl ihtiyaçları yol güzergâhlarında kurulan “miri ambarları” vasıtasıyla karşılanıyordu. Askerlerin protein olarak kullanacakları en önemli yiyecek maddesi olan et ise yol boyunca tedarik edilirdi. Halktan ihtiyaç duyulursa ücreti mukabilinde satın alınıyordu. Küçükbaş hayvan tercihi ise yaygın olanıydı. Büyükbaşlar ulaşımda kullanılabiliyordu.

Osmanlı ağır silahlarını Avrupa’ya sefer yapıyorsa Karadeniz ve Tuna Nehri vasıtasıyla Avrupa’nın derinliklerine kadar ulaştırıyor, Anadolu da ise Trabzon Limanından aktarma yapılıyordu.

Ordunun sefere çıkmasına “yürüyüş” denirdi. Nerede ne zaman konaklanacağı, hangi yemeğin nerede yapacakları belliydi. Bunun için öncü birlikler köprü yapımından tutun, namazgâh yapımına, seyyar ekmek fırınlarından, seyyar tuvalet ve banyolara kadar tüm ayrıntıları ile ilgilenirlerdi. Aslında her şey inceden inceye tüm ayrıntıları ile düşünülmüştü. Ordu namazlarını etrafı açık, üstü örtülü seyyar namazgâhlarda cemaatle kılıyordu. Tuvalet ihtiyaçları da yine öncü birlikler tarafından yapılmış seyyar tuvalet merkezlerinde gideriliyordu.

Seferler sırasında ordu kendi esnafını da oluştururdu. Terzi, kunduracı gibi esnaflar yol güzergâhlarında beklerler, askerlerin günlük ihtiyaçlarını karşılarlardı. Hatta köylüler sefer pazarları kurup ordunun geçici ihtiyaçlarını para karşılığında temin ederlerdi.

Anlatılanları bir bütün olarak değerlendirirsek; Osmanlı ordusu adeta yürüyen bir büyükşehir gibiydi. Bu ordunun sadece 3000- 4000 kilometre gitmesi, bugünkü şartlarda bile mucize denebilecek ölçüdeydi.

İnsan sırf bu sebeplerden dolayı ecdada ne kadar dua etse azdır. Allah bu memleketi bize bahşeden tüm onurlu vatan evlatlarını FİRDEVS Cennetine koysun. Bizlere de onların yaptıklarını biraz düşünüp ders almayı nasip etsin.