Osmanlı Devleti Murat Hüdâvendigar döneminde tam teşkilatlı olan devlet hüviyetine kavuştu. Sürekli ordunun oluşumu için “Devşirme” sistemiyle, Yeniçeri Ocağı’nı kurdu. 1600 yıllarına kadar ilkesi; “Ocak devlet içindir,” güdülmüş ise de daha sonra devlet yönetimindeki aksaklıklar ve bu aksaklıkların oluşumunda Yeniçerilerin de olumsuz roller alması ile “Devlet ocak içindir,” ilkesi güdüleye başlandı. Bununla yetinmeyen “Ocak” mensupları olur olmaz isyan edip “ocak” devleti için tehdit olma haline gelince nihayet 1826 yılında Yeniçeri Ocağı topa tutularak ortadan kaldırıldı
Bu olaydan sonra Sultan II. Mahmut zamanında mecburi askerlik hizmeti getirildi. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra Harbiye Nezareti kuruldu (1834).  
Askerlik hizmeti 6 yıldı ve ekseriya 10 yıla kadar uzanabiliyordu. Daha sonra 5 yıla düşürüldü.   Ordu için yalnız Anadolu ve Rumeli'nin Türk halkından asker alınmaktaydı. 
Peki, kimler askere alınmazdı?
Osmanlı ailesi erkekleri askere alınmazdı. 
Müslüman olmayanlardan asker alınmazdı.
Bosna-Hersek, Arnavutluk, Doğu Anadolu, Dersim ve havalisi, Doğu Karadeniz sahilleri, Arabistan yarımadası memleketleri ve Trablusgarp gibi Müslüman bölge halkından asker alınamıyordu. 
Doğu Anadolu'da Gavurdağ, Akçadağ ve Dersim bölgeleri, Halep ve Güney Anadolu'nun bazı bölgeleri askere alınma çabalarına karşılık devamlı isyan halindeydi. 
İstanbul halkı askerlikte muaftı.  Başka yerde otursa bile İstanbul'da doğmuş olanlar askerlikten muaftı. 
Hicaz'da doğanlar da askerlikten muaftı. 
Arap Bedevileri, Girit ahalisi ve Arnavutlar, Suriye'nin bir kısmı, Doğu Anadolu'nun bazı vilayetleri bir kısmı askerlikten muaftı. 
Ülkenin birçok yöresinde nüfusa kayıtlı olmayan aşiretler ve özellikle de Irak topraklarında nüfusa kayıtlı olmayan aşiretlerin çoğu askere gitmiyordu. 
Osmanlı da bedelli askerlik sadece Müslüman olmayanlar için değil, Müslüman olanlar için de geçerliydi.   
1846'da zengin Müslüman ya yerine birini buluyor ya da 50 altın vererek muaf oluyordu. Eğer yine kura yani çağrılıma olursa en yakın istediği askeri birlikte 5 ay eğitim görmek şartıyla 50 altın yine vererek muaf oluyordu. 
Gayrimüslimler 65 altın verip Müslümanlar gibi 5 yıl değil de 60 yıl askerlikten muaf oluyordu. 
Medrese âlimleri ve öğrencileri de askerlikte muaftı. Sadece II. Meşrutiyet öncesinde İstanbul medreselerinde yaklaşık 25 bin öğrenci vardı. 
Trabzon'un Of ilçesinde de 70 medrese vardı ve askerlik çağında hemen herkes bu medreselere kayıtlıydı. 
Kayseri merkezde 1910'da 30 medresede 2000 öğrenci eğitime devam ediyordu. Anadolu'daki medreselerin çoğalmasının temel nedeni askere gitmeme isteğiydi. 
Oysa büyük illerde bulunan idadilere(liselere) bakınca bu okulların öğrencileri hemen tümü vatan savunmasında yer aldığını görüyoruz. 
Öte yandan askere gitmek istemeyenlerin bir kısmı medreselere kaydoluyor, sekiz yıllık medreseyi on sekiz yıla çıkaranlar oluyordu. 
Medrese idaresinden bir şekilde aldığı tasdikli öğrenci belgesini askerlik şubesine ibraz etmek suretiyle askerlikten muaf oluyordu. 
Sahil halkından gençler bahriye ihtiyacı karşılanmadıkça kara ordusuna alınmazdı.
Yine Osmanlı'da kadılar, müderrisler, imamlar, müezzinler, tekke şeyhleri, muayyen derslerini vermek şartıyla medrese talebesi, Kâbe-i Muazzama, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa hademesi, Peygamber kabirlerinin türbedarları, bizzat padişah hizmetinde on dört sene bulunanlar, mızıka-ı hümayun üyeleri ve hademesi askerlikten muaftı.
Devlet memurları da askerlik hizmetinden muaftı. 
Bir ailenin tek oğlu askerlikte muaftı.
Yetim bir kızla evlen askerlikte muaftı. (Bundan dolayı da öksüz kızlar hali- vakti yerinde olanlar tarafından hemen nikâh altına alınıyordu). 
Hanımının ailesi uzakta olan askerlikte muaftı. 
Dul kadınların tek oğulları askerlik hizmetine alınmıyordu. 
Çok uzak yerden evlenenler de askerlikte muaftı.
Sonradan Müslüman olanlar askerlikte muaftı.
Beş seneden çok pranga cezası alan cinayet suçluları, askerlikte muaftı.
Yetmiş yaşını geçen veya sakat birinin başka kimsesi yoksa askerlik çağına gelmiş ve işe yarar tek oğlu askere alınmayıp tecil edilirdi. 
Evinde veya köyünde kendisine bakacak 15 ile 70 yaş arası, iki gözü görür, sağlam oğul, torun, peder, kardeş, damat gibi kimsesi olmayan erkek veya dul kadının tek oğlunun askerliği ertesi seneye tecil edilirdi. 
Başka yakını bulunsa bile, iki oğlu olup, biri askerde bulunan kimsenin ikinci oğlu, ağabeyi terhis olmadan askere alınmazdı. 
Müstakil evi olup, köyü içinde evinin işini görecek baba, kayınpeder, 25 yaşını geçmiş kayınbirader gibi yakını bulunmayan veya yakını olsa bile evinde bakmakla mükellef olduğu küçük çocuk ve yetimler bulunan gence “muinsiz” denirdi ve askerliği tecil olunurdu.
Yerine bir başkasını göndermek (bedel-i şahsî) veya askeriyeye iki hayvan beslemeyi taahhüt etmekle de askerlik mükellefiyeti yerine getirilmiş sayılırdı. 
Askere kendi atıyla gelenlerin askerlik hizmetleri 4 yıldan 2 yıla düşürülüyordu.
1909'dan sonra devlet, İstanbul doğumlu olup Galata, Eyüp ve Üsküdar'da yaşayan ve Müslüman olmayanların askere alınmalarını zorunlu hale getirdi. 
1909'da rediflik kaldırıldı; Müslüman-Gayrimüslim herkes için mecburî askerlik getirildi. Askerlik müddeti 3, bahriyede 5 sene oldu. Liseden yukarı tahsili bulunanlar ihtiyat zâbiti (yedek subay)  edildi. Ancak uzun süren savaşlar halkı bezdirmiş; son asırda askere gitmek kaçınılması gereken bir eziyet olarak görüldüğünden asker kaçaklarının sayısı artmıştı. 
Osmanlı ordusundaki enteresan uygulamalar orduyu zayıflatmış ve kaçınılmaz olarak yenilgilerde peş peşe gelmeye başlamıştır. I. Balkan Savaşı öncesi 65 bin asker yorgundur isyan etmesinler diye terhis edilmişti. Savaşta Osmanlı ordusu zor durumda olduğu için Padişah Mehmet Reşat’ın savaşta olması istendiğinde. Padişah: “Ben savaşa gitmekten çekinmem, ama iş bu hale geldikten sonra, bozulan askerin önüne düşüp de İstanbul’a ne yüzle dönerim! Diye cevap vermiştir. 
Harbiye Nazırı Nazım Paşa söze karışarak: “ Bu mevsim kış gidip de ne yapacaksınız Şevketlim? Çamur deryasından çıkılmaz. Hayvanların ayağı, arabanın tekerlekleri hep çamura gömülür demiştir.  Padişaha yaranmak için söylenen bu söze Aka Gündüz karşı çıkarak: “Paşam, düşman buraya kadar asfalt yollardan mı geldi demiştir.”   Maalesef padişah cepheye gitmemiş yenilgi de kaçınılmaz olmuştur.      
Özetle; Osmanlı’nın baş belası nedir? Diye sorarsanız; bence sadece ve sadece sistemsizliktir. Yani “ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisiz,” olunca sistemde allak bullak olmuştur.
Sonuç; Osmanlı’nın son dönemlerinde savaşlarda yenilgi üstüne yenilgi almasına elbette yukarıda saydığımız sebepleri de saymak gerekir. Halk ümitsiz bir şekilde ve çaresizce devlet erkânında ümit bekler durumda kalmıştır. Artık kendini tevekkül ile avundurmaktadır. Yani bu ümitsizlik sonucu, halkın arasında dolaşan dünya anlayışına neden şu zihniyetti: “Dünyasını seven Ahiretten olur. Allah sevdiği kuluna dünyalık vermez. Cennet yolu viranelikten geçer. Dünya Hıristiyanlar’ın, Ahiret Müslümanlar’ın. Medeniyet dediğin bina ile zinadır. Müslüman ya illetten, ya kılletten (kıtlık, azlık), ya zilletten hali olmaz.” Halk, bu kadar umutsuzluğa rağmen sonra da kurtuluş için sorumluluğu ve geleceği başkasına ait kılarak kurtarıcı ve önder beklerdi!
Özetle; Osmanlı’nın ordusunun son dönemlerdeki tek sıkıntısı; sadece ve sadece sistemsizlik olmuştur. Yani “ilgililer bilgisiz bilgililer ilgisiz” kalınca sistemde allak bullak olmuştur. İşte Türk Milleti’nin beklediği önderlerden olan Mustafa Kemal, bu olumsuz zihniyete rağmen Anadolu'nun yurt edinilmesi durumunu şöyle izah eder: “Milletimiz çok büyük acılar, mağlubiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şunlardır: Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık. Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür.” 
Kısacası; yukarıda gördüğümüz hazin tablo sonucu için tek bir şey söyleyebiliriz; Osmanlı’yı düşmanlardan ziyade kendi hatları zayıflatmıştır. Düşman ise bu zayıf devletin- yaralı aslanın üstüne giderek öldürülmesine- yıkılmasına sebep olmuştur. Dileğim şudur ki; Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olsun. Nice bin yıllara Türkiyem!