Yüzyıllardan bu yana, Ortadoğu ülkelerinde gerek mezhep gerekse kabile ve ayrılıkçı güçler arasında bir savaştır, sürüp gitmektedir. Böylesine ne için savaştığını bilmeyen, birlikte eşit haklara sahip, karşıt fikirlere hoşgörü ile yaklaşmayı bilmeyen, aynı dine mensup olmalarına rağmen, mezhep farklılıklarına dahi tahammül edemeyen halk, sürekli çatışma içerisinde olmuştur. Demokrasi ve hukukla tanışmamış,  yeni yüzyılda petrolünde para yapması ve dünyada söz sahibi olmak ve bu enerji kaynağına sahip olmanın ve onu pazarlayan emperyal güçler, petrolle kazandıkları para ve hükmetme gücünü kaybetmek istemezler. Dünyadaki enerji kaynaklarının %70’i bu bölgede olduğu düşülünce, bölgenin önemi daha iyi anlaşılacaktır.
Ortadoğu’da yaşayan toplumların, bu gelirden doğal olarak tüm kesimleri eşit şekilde paylaşmaları ve refah toplumuna ulaşmış olmaları gerekmekteydi. Lakin böyle olmamıştır. Petrolü kontrol eden güçler, güçlü Arap kabile yöneticileriyle anlaşarak, onları kendi ülkelerinde despot diktatörleri iş başına getirmişlerdir.  Bu despot iktidarlardan tek istenen, o koltuklarında ve iş başında kalmaları karşılığında, itaat etmeleri istenmektedir.
Zaman zaman elde ettikleri güç sarhoşluğuyla kontrolden çıkan bu diktatörleri, yine onları başa getiren ülkeler için alaşağı etmek zor olmamaktadır. Çünkü bu ülkelerde dini ayrılıkçılar her zaman var olmuştur. Bunları karşı karşıya getirmek, sadece bir işaret fişeğini ateşlenmesine bakmaktadır. Ortodoğu’daki mezhep ve terör örgütleri, her zaman aktif halde tutulmaktadır. Her zaman bunlara ihtiyaç duymaktadırlar, dünyanın ağa babaları…
Ortadoğu’da, demokrasiyle yönetilen, hukukun egemen olduğu tek ülke Türkiye’dir.  Ülkenin teminatı kişiler değil, yasalar ve hukuk olduğunu düşünürsek, yüce ATATÜRK’ ÜN zamanın ötesini görebildiği ve sanki bu günleri ta o günlerden görebilmiş, kurduğu devlet mazlum ülkelere model olmuştur. Ortadoğu’ya bir model sunmuştur. Kurtuluşlarının ancak bu yolla mümkün olduğunun sinyallerini veren ulu önderi, maalesef Arap ülkeleri anlama becerisini göstermemiştir. Kendi saltanatlarını bırakmak istemeyen dikta yönetimler, ülkelerini egemen güçlerin oyuncağı haline getirmişlerdir.
Peki, demokrasiden ve hukuktan bi haber olan Arap dünyasının anlayamadığı, bugün dünyada insan onuruna yakışan, en iyi rejim sayılan demokrasi ve hukuk anlayışını benimseyen ülkemiz, geçirdiğimiz 90 yılda ülkemizi daha ileri bir seviyeye taşıyabildik mi? Muasır medeniyet seviyesine ulaşabildik mi? Yoksa muasır medeniyet denince aklımıza duble yollar mı geldi? Bunu sorgulamak gerekiyor gerçekten…
Gelinen noktaya bakınca, bugün asla müsaade edemeyeceğimiz garip olaylar gelişmektedir. Tüm topluma eşit mesafede durulamıyorsa, yasalar önünde makamı ve mevkisi ne olursa olsun, herkesin eşit olmadığını düşünmeye başlamışsak, devletin namusu sayılan bayrak yere düşmesine göz yumuyorsak,
 Terör örgütleri kendilerine devleti muhatap kabul etmeye başlamışsa, medya gözetim ve baskı altına alınmaya, konuşma ve düşünce özgürlüğü kıskaç altına alınıyorsa, devlet veya özel sektördeki yaşanan insan odaklı kayıpların hesabı sorulamıyorsa, nerede hukuk, nerede adalet, nerede kaldı demokrasi…
Alparslan Türkeş’in çok güzel bir sözü vardır;
“Becerisizlikle ihanet arasında, kıldan ince bir çizgi vardır. Beceremediğin halde makam, mevki işgal etmek, en büyük ihanettir”.
Gelinen noktaya bakıyoruz, ülkemizde bugün neredeyse dünyada ne kadar terör örgütü varsa, hepsi büro açmış vaziyette. PKK zaten yıllardır içimizde. Hamas, Suriye özgür ordusu denen ayrılıkçı güçler, IŞİD denen baş belası, El Kaide, El Nursa, İran’ın rejim muhalifleri, Müslüman kardeşler, Libya’daki rejim muhalifleri, Irak’tan kaçan ayrılıkçı güçler, teröristlerin kamp kurduğu eğitim yaptığı, sınırlarımızın kevgire döndüğü, kontrol edemediğimiz ya da etmediğimiz giren çıkanın belli olmadığı, güvenlik güçlerinin müdahale edemediği, demokrasi ve yasalarla yönetilen bir devlette, bunların olabilmesi mümkün mü? Kolluk kuvvetlerine, terör örgütleriyle iyi geçinin, karşılık vermeyin, açılıma zarar gelmesin demek, nasıl bir anlayış? Veya hangi yasalara göre bu emirler verilmektedir? Tabi varsa…
Görünen o ki, Ortadoğu bizden etkileşmesini, bizi örnek almasını beklerken, bitmek bilmeyen Ortadoğu yangınına doğru, sürüklenmekteyiz.
PKK ile başlayan süreç, vizyonunu tamamlayan PKK’ya yeni bir rol verilmek istenmektedir. Artık PKK akıllı çocuk, silah bırakmasını beklediğimiz PKK artık Işid ile savaşmak için, AB’den silah yardımı almaktadır. Hatta hiç çekinmeden, bizden silah talep etmektedir. Emperyal güçler tarafından yaratılan Işid, Avrupa’nın alkolik şizofren ve psikolojisi bozuk gençlerin IŞİD’e katılarak, serbestçe egoist duygularını kelle keserek tatmin eden ateist gençler adına İslam devleti dedikleri bu örgüte niçin katılmaktadırlar. 
Bu kanlı örgüte karşı ABD yeniden Ortadoğuyu şekillendirmek için, kendi kamuoyundaki tepkileri tolere etmek üzere, tıpkı 11 Eylül benzeri oyunlara başvurmaktadır. Amaç, Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin kuzeyini birleştirmek. Sıcak denize petrol akışını sağlamak, Kürdistan dedikleri kukla devleti istediği boyutlara ulaştırmak. Türkiye tepkisini azaltmak veya mecbur etmek. Yoksa ABD izin vermediği bir anda çıkan bir örgütün yaşaması veya başarılı olması mümkün değildir IŞİD terör örgütü, misyonunu tamamladığı gün sahneden alınacaktır. Peşmerge’yi ve PKK’yı güçlendirme formülleri düşünülmektedir. Hiçbir şey bizim gördüğümüz gibi değil,  neyi görmemiz isteniyorsa o şekilde gösterilmektedir.
Politikacıyla devlet adamlığı, bu noktada önem arz etmektedir. Ne dersiniz acaba, politikacılardan çok devlet adamlarına ihtiyacımızın olduğu bir dönemden geçmekteyiz maalesef.
Saygıyla kalınız…