Sevgili okurlarım merhaba, Emirdağ Belediye Başkanımız Uğur Serdar Kargın tarafından Dünya Kadınlar Gününde resmi davetliydim. Kültür Merkezi Salonunu her düşünceden vatandaşlarla dolmuştu. Mükemmel hazırlanmış bir etkinlikten sonra Yüklüdür Yüreğim (Yaşamdan Kesitler) ve Müslümanız (!) Elhamdülillah adlı kitaplarımı hemşerilerim adına imzaladım. Önceden sipariş verilen kitaplarda yanlışlıkla almışlar hepsini imzalayıp okurlarıma vermiş oldum. Belediye Kültür müdürümüz: “Kusura bakmayın kitaplarınızı yanlışlıkla almışlar, İmzaladığınız bütün kitaplarınızı yayıneviniz faturalandırsın parasını belediyemiz ödesin.” Dedi. 

Antalya’ya dönünce Gelişim Sanat Yayınevinin sahibi Türk Öger Koç faturayı hazırlayıp verdi, ama bir türlü fırsatı bulup Emirdağ belediyesine gönderememiştim. Memleketimi özledim köyüme gittim. Dönüşte Emirdağ’a uğrayıp hem faturayı vermek hem de başkana uğramak istedim. İlçemizi çok özlemiştim. İlçeyi geziyorken yeni bir binaya rastladım. Merak edip içeri girdim. Çalışan görevli arkadaşa: “Bina kime ait ne amaçla yapıldı? Restoran olmadığı kesin, o zaman yaptığınız yemekler kim için?” Dedim.

Binada mutfak tesisatı tam tekmil, kazanlarla aşçı yemek yapıyordu. İçeride düzen yerindeydi, etrafında düzenleme yapılıyordu. Görevli hemşerim: “Belediyemize aittir. Başkanımız haftada birkaç kere Emirdağ’daki fakirlere, kimsesizlere, yemeğini yapamayan yaşlılara yemek dağıtıyor.” Dedi.

Etkilendim, mekanları cennet olsun, badem gözlü yiğit babamı, elleri nasırlı güzel anamı erken yaşta kaybetmiştim. Psikolojim bir süre bozulmuştu ve epey bir zorluk çekmiştim. Gözlerim doldu yaşlı anamı hatırladım. Rahmetli öldüğü güne kadar bütün işlerini kendisi yapıyordu. Yaşlanmasına rağmen, eve yardımcı almayı kabul etmiyordu. Anama bu konuda ısrar ettiğimde: “Kızım boşu boşuna masraf etmene gerek yok. Senin ekstra masraf etmene gönlüm razı olmuyor. Merdivenleri inip çıkmamın eklem ağrılarıma iyi geleceğini söylüyordun. Bırak kendi işimi kendim yapayım iş yapamadığım zamanlar vakit geçiremiyorum.” Diyordu. 

Köyümüzde fakirlere ve yaşlılara böyle bir aşevi yoktu. Başkanımız çok güzel düşünmüştü, hayran kaldım. Görevlilere teşekkür ederek belediyenin yolunu tuttum. Başkan yerinde yoktu yardımcısına: “Ben size kitapların faturasını getirmiştim, ama ilçeyi gezerken ilginç bir binanıza rastladım. Görevlilerden, fakirlere, kimsesizlere ve yemeğini yapamayan yaşlılara yemek dağıttığınızı öğrendim. Etkilendim, gurur duydum. Verecek olduğunuz kitapların parasıyla aşevinde babama, anama ve tüm geçmişlerimin adına, yemek vermenizi arzu ediyorum. İsteğimi yerine getirirseniz beni bahtiyar edersiniz.” Dedim. 

Duygulanan başkan yardımcısı: “Başkanımız ilçede değil. Geldiğinde isteğinizi bildireceğim. Bu onurlu tutumunuzla başkanımızı mutlu ettiğinizi şimdiden söyleyebilirim çok sağ olunuz.” Deyip bir orta şekerli Türk kahvesi ikramından sonra, yaptığım iyi niyetin huzuruyla, memleketimden ayrıldım.

Afyonkarahisar’dan Antalya’ya kadar uzun yol mesafesini tarifini edemediğim hafiflikle mutlulukla çabuk tamamlamış oldum. Lakin anavatanımda tamam olmayan şeyler vardı. Bir yanda bir lokma ekmeğe ihtiyaç varken diğer tarafta har vurup harman savuran, canımı yakıp kavuran insanların duyarsızlığıydı. Başkanımızın bu duyarlılığı bizim geleneklerimizde, örf ve adetlerimizde asırlar boyu devam eden alışkanlıklarımızdı. Rahmetli anam Cuma akşamları yaptığı yemeklerden yaşlılara ihtiyacı olanlara verirdi. Oysa şimdi apartmanlarda komşu koşuyu tanımaz olmuş: “Merhaba, iyi günler” demek suçtu, sorundu!.. 

Hani: “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” Diyorlar ya…

Komşu komşunun külüne muhtaçken, artık selamına muhtaç olmuş. Ülkemin ülküsü… Ürkek kuş olmuş başka diyarlara uçmuştu… Uç noktadaki adamlar bizdeki tüm güzellikleri kanun yapmış, yoksullara yaşlılara hastalara gönüllü yardım eli uzatarak devletini ayakta tutuyor. Ya bizler, ne yapıyoruz? 

Sevgi ve saygılarımla