Havaalanı katliamının sorumluları olarak ortaya çıkan Kafkas ve Türk cumhuriyetleri kökenli teröristler sayesinde olay aydınlatıldığı için bu durum rahatlama sebebi oldu. Bununla beraber hangi terör örgütünün operasyonu olduğu konusu muallakta kaldı. Başlangıçta IŞİD sorumlu tutulduğu halde ve örgütün bu tür fırsatları gururla değerlendirmesine karşın bu olayın örgütsel sorumluluğu ortada kaldı. Derken teröristlerin bağlantı izi IŞİD ile mücadele için CIA ile ilişkili hücrelere dayandı. Böyle bir katliamdaki bağlantı büyük müttefike ulaşınca herkes haddini bilerek ilişkilerin etrafında dolaşma tercih edildi. En azından son derece ciddi bağlantıların sorgulanması yönünde kararlı bir irade ve kamuoyu baskısı göremiyoruz.

Belirtmek gerekir ki orta ölçekte bir devletin dahi istihbarat teşkilatında aykırı hücreler siyasi iradeden bağımsız operasyon düzenleyebilmektedirler. Bununla beraber bu kadar cana mal olan saldırı karşısında her bağlantı ve ayrıntı didik didik sorgulanamıyorsa iş ciddi demektir. Aynı günlerde yaşanan Bağdat ve Medine-i Münevvere saldırıları da aynı merkezden büyük bir hareketin ayak sesleri izlenimini  vermektedir.

Tam da bu saldırıların dumanı tüterken 2003 Irak'a müdahale ile ilgili önemli bir rapor ifşa oldu. Öncelikle ABD ve İngiltere öncülüğündeki bu müdahalenin anlamını hatırlayalım. Saddam'ın kitle imha silahlarına karşı yapıldığı iddia edilen bu müdahale neticesinde Irak devleti fiilen dağılmış, geçen süre zarfında en iyimser tahminlere göre bir milyon Iraklı ölmüştür. IŞİD diye bir terör örgütünün/devletinin dayandığı silah kaynağının, her türlü komplo teorisinin ötesinde bu müdahale ile ülkeye gelen ABD silahı olduğuna kimsenin itirazı yoktur. Aynı "iyiniyetli" Afganistan müdahalesine karşın silahların terör örgütü  mesela Taliban'ın eline geçmesi olayı da bu coğrafyada zaman zaman yaşanmaktadır.

Gelelim 2003'te Irak'a müdahale ile ilgili rapora: Emekli diplomat Sir John Chilcot başkanlığındaki komisyon ABD önderliğinde Irak'a müdahaleye İngiltere'nin katılmasına yol açan şartları araştırdı. Buna göre hükümetin müdahaleye karar vermesine yol açan istihbarat raporunun gerçekle ilgisi olmayıp bir Hollywood filminden uyarlanan senaryoya dayanmaktaydı. Yani bir yerlerde müdahaleye karar verilmiş, kılıf hazırlama işi bir şekilde kotarılmıştı. Dönemin Başbakanı Tony Blair ise bu skandal rapor üzerine enseyi karartmama kaygısı ile "Irak isgalinin dünyayı daha iyi bir yer yaptığı" şeklinde saçmalamıştır. Bu arada bir başka itiraftan haberdar oluyoruz: İşgal kuvvetlerinin gölgesinde Saddam'ın heykelini balyozla kıran Iraklı Kadim Şerif Hasan el-Jaburi bugün pişman olduğunu söylüyor. Hatta Jaburi, kendisini öldürmeyeceklerini bilse Saddam'ın heykelini yeniden yerine dikmeyi arzu ettiğini söylemiştir.

Belirtmek gerekir ki aynı müdahalenin ABD ayağında yaşanan kılıf hazırlama maskaralığı, skandallık katsayısı bakımından İngiltere'den geri kalmamıştı. BM Güvenlik Konseyi'nde dönemin ABD Dışişleri Bakanı tarafından sunulan "uzaydan uydu ile çekilmiş" kitle imha silah üretim merkezi resimleri bir Yüksek Lisans öğrencisi tezindeki senaryodan kopyelenmişti. Böylece iki ülkenin Irak'taki "soykırımı"nın ve günümüzdeki IŞİD belasının görünürdeki dayanağı uydurma raporlardır. Bütün bu gerçekler ortada iken asıl sorumlular kim, nerede, niçin cezalandırılmıyor, niçin araştırılmıyor, medya niçin olayın üzerine gitmiyor? Bu soruların bir gün skandal gerekçeleri elbette ortaya çıkacaktır. 

Bu arada geçen hafta Varşova'da NATO Zirvesi toplandı. Türkiye tarafından Orta Doğu'nun sorunlarına NATO'nun daha aktif  müdahalesi talebi gündeme getirildi. Belirtmek gerekir ki bu örgütün global politikaları önemli ölçüde ABD ve İngiltere'nin iradesinden ibarettir. Bugün NATO'nun en etkili müdahalesi olarak Afganistan'ı görmekteyiz. ABD öncülüğündeki NATO müdahalesinden 15 yıl sonra Afganistan halen terör örgütü ile terörist üretme çiftliğidir. Örnetin başkent Kabil, güvenlik nedeniyle beton bloklar şehridir.

Türkiye'nin Orta Doğu'da NATO'yu daha aktif bir biçimde göreve çağrılmasını ihtiyatla karşılıyoruz. Nitekim bu konu sonuç bildirisindeki yerini almıştır. Aslında göreve çağrılan ABD ve İngiltere'dir. Buna Almanya’yı da ilave edelim. Ve bugüne kadar bu ülkelerin ne yaptıklarını çok iyi biliyoruz. Bu ülkelerin halen Türkiye’ye karşı terör örgütlerine bir şekilde arka çıkma, destekleme politikalarında ciddi bir dönüş bilinmemektedir. Orta Doğu’da yeni bir yıkım hareketinin ön kılıfı olarak mı bu davetin yaptırıldığı konusunda ciddi endişelerimiz var.