Genç ve yetenekli bir Orkestra Şefi;

ORÇUN ORÇUNSEL’LE SÖYLEŞTİM…

2016 ya veda ettiğimiz  son günlerde adını duyduğum ama hiç gitmediğim Yeldeğirmeni Sanat Merkezi’ne davet edildim.

Duo Fledis konserine.

Zorluklar aksilikler ve kötü olaylarla nihayetleyeceğimiz aralık ayının o günü belki de tüm seneyi kapsayan bir iç huzuru içinde geçti. Bizi alıp başka bir gezegene götüren flüt ve piyanonun o eşşiz birlikteliği, mekanın görsel şöleniyle birleşince muhteşem oldu.

Notre Dame De Sion’da izlediğim konserlerinde hayran kaldığım, genç yetenek Orçun Orçunsel’le sizler için bir söyleşi yapmaya karar verdim.

Orçun; Sevgi dolu, yetenekli, tutkulu, esprili  ve kendine olan güveniyle, klasik müziği sevmeyeni bile yolundan döndüren cinsten muhteşem bir fenomen. 

Konser sonunda bile alkışlarla flamenko dans yaparcasına iletişim kurduğu sanatı ve izleyenleri büyüleyen çekiciliğiyle özel bir kişi… 

-Müzik senin bir tutkun. Sana bu coşkuyu veren

müzisyen oldu mu? Yoksa ilk dinlediğin müzik tınıları mı

seni bu alana yönlendiren? Kısaca klasik olmasın diye, nasıl

başladın demek istemedim de …

Nasıl başladığımı net hatırlamıyorum aslında, çok küçüktüm; iki yaşındaydım. Bir masal kasedinde (Küçük Prens) Mozart'ın 21 numaralı Piyano konçertosunun andante bölümünü duyduğumu hatırlıyorum. Müzik adına hatırladığım ilk şey bu. Evdeki küçük bir elektrikli piyanoda -80'lerde çok modaydı bu cihazlar- kendi kendime çalmayı öğrendim kasetten dinlediğim konçertoyu. 

-Peki ciddi anlamda müzik hayatına ne zaman başladın?

Kendi kendime öğrenme çabalarımla ciddi anlamdaki eğitimim arasında çok zaman yok. Piyano başında çokça vakit geçirdiğimi gören ailem, beni konservatuarın yetenek sınavlarına soktu ve okulu kazanarak, 4 yaşında eğitim almaya başladım. Sonra ardından okul hayatı zaten üniversite bitene dek devam etti. 18 yaşında mezun olduğumda, zaten her konservatuarlı gibi ben de çeşitli orkestralarda görev alıyor, resitaller veriyordum. 

-Yurtdışı projelerinde yer aldın mı?

Elbette. Olabildiğince az tutmaya çalıştım bu deneyimi. Çünkü sınırlar, prosedürler, pasaport, vize, terminaller... Dünyada olmaması gereken şeyler bunlar. Bu yüzden kendimi onlardan uzak tutuyorum. Salzburg Yaz Akademisi'nde eğitim almışlığım var. Ayrıca ufak tefek konserler için de birkaç ülke gezdim. Budapeşte Radyo Senfoni Orkestrası'nı yönetmek için çıktım bir de Nazım Hikmet'in 50. ölüm yıldönümünde Moskova'ya gittim.

-Eğitim sürecinde orkestra şefi olmak hep hayalin miydi?

Çalgısını severek çalan ve müzikle iç içe olan her müzisyen orkestra şefliği yapmak ister. Ben de onlardan biriydim sadece. 

-Seni en çok derinden etkileyen müzisyen desem?

Elbette ki çok fazla var. Mozart diyebilirim. Bir de Mahler...

-Türkiye’de ya da dünyada örnek aldığın bir orkestra şefi var

mı?

Hocam Gürer Aykal'ı alırım öncelikle. Toscanini, Karajan, Kleiber, Abbado... Müthiş sanatçılar... 

-Gördüğümüz her orchestra şefinin bir beden dili var. Senin

de tabii. Bu hocaların modellemeleri sonucu mu çıkar? Sen

bu işi profesyonelce yapmaya başladığından beri hep böyle

miydi? Yoksa yıllar üzerine post modern bir tarz ekler mi?

Tabii ki yıllar çok şey ekler. Her müzisyen de kendi beden dilini müziğe kendi bakış açısını, yorumunu katar. Ben hocamın öğrettiklerinin dışına çıkmamaya çalışıyorum. Henüz O'nun öğretilerinin hakkını verebilmiş değilim, bir gün öyle bir mertebeye erişebilirsem, üstüne katkı yapmak için arayışlara girebilirim.

-Eserin yorumu ile ilişkili denebilir mi?

Eserleri kişiselleştirerek yorumlamak için belli bir olgunluğa erişmek gerekir. Benim kişisel yorumlarım da yavaş yavaş oluşmaya başladı. Ancak insan her zaman kendini yenilemeli. Bugün iyi gelen, yarın o kadar da iyi gelmemeye başlar. Bu, gelişimdir. Ben de her eserde, her konserde yeni keşiflerle karşılaşıyorum ve yorumumu geliştiriyorum

- Klasik müzik Türkiye’de yeterli dinleyici kitlesi buluyor

mu?

Klasik müzik, dinlemesi kolay olmayan, belli bir kulak alışkanlığı gerektiren müzik türüdür. Yoğun bir örgüsü vardır, ilk dinleşite kavrayamaz insan. Ancak radyo ve televizyon yayınlarında yer verildiği ölçüde kulak alışır, dinleyici kitlesi artar. 1980'e kadar medyada oldukça kaliteli müziklere yer verilmekteydi. Bu yüzden benden önceki kuşağın kulağı, günümüz kuşağına göre daha gelişmiştir. Sorunun cevabına "evet" diyebilirim. Eskiden AKM vardı ve her hafta dopdolu opera temsilleri, senfoni orkestrası konserleri olurdu. Her ay on binlerce kişi takip ederdi. Şimdi ne yazık ki AKM kapatıldı. Dolayısıyla dinleyici kitlesi de azaldı. 

- Mekan ne derece etkindir sence? AKM de konser verdin

mi?

AKM'de konser verebilme şansına erişemedim. Mekan, en önemli etkenlerden biridir. Türkiye'de kongre salonlarında konser dinliyoruz. Konser salonu yok. Olan birkaç tane salonun da akustiği kötü. Mikrofon ile akustik yaratılmaya çalışılıyor. Konser salonu olmaması kadar dehşet verici bir durum olamaz aslında. Para harcanıp alış veriş merkezlerine konser salonu yapılıyor ancak gerçekten akustik bilimine uygun şekilde tasarlanmış bir salon yok. İzmir'de Adnan Saygun Sanat Merkezi var akustiği iyi olan.  Müziği, dinleyiciye aktaran, konserin can damarıdır salon. Müzisyenler harikalar yaratsa da dinleyiciye ulaşmıyorsa neye yarar?

- Sen Notre Dame de Sion mezunu muydun?

Çok sık sorulan bir soru bu. Olabilmeyi çok isterdim ancak değilim. İlkokuldan üniversite sonuna kadar konservaturada okudum. 

Orchestra’Sion nasıl doğdu? Kaç kişi oluşturuyor? Hangi

enstrümanlar var?


Bir orkestra şefinin birinci görevi, orkestra kurmaktır. Notre Dame de Sion'un salonu vardı. Ben de bir orkestrası olsa güzel olmaz mı diye düşündüm ve okulun müdürü Yann de Lansalut ile görüştüm. Kendisi bir müziksever. Bu fikre olumlu yaklaştı ve desteğini verdi. Böylece Orchestra'Sion, konser hayatına başlamış oldu.

- Bağışla cahilliğimi, eğer bir eserde orkestrada olmayan bir

enstrüman varsa o eser çalınmaz mı?

Enstrümanın kullanılış şekline, niteliğine ve eserine göre değişebilir bu. Eğer orkestranın içinde benzeri bir enstrüman varsa onun yerine kullanılabilir. Örneğin minyatür bir kilise orgu olan "harmonium" kolay bulunabilir bir çalgı değil, akordeon, ona yakın bir çalgıdır ve onun yerine kullanılabilir. Ancak bir eserde, hiç bulunamayacak bir enstrüman, özellikle ön plana çıkması istenen bir şekilde kullanılmışsa, eserin amacını sırtında taşıyorsa ve dijital tekniklerle de yaratmak mümkün değilse, o zaman o eseri çalmaktan vaz geçmek gerekir.

- Yurt dışına da çıkıyor mu bu ekip?

Orchestra'Sion henüz yurt dışına açılmadı ancak gelecek için projelerimiz arasında böyle bir düşünce var.

- Bir kere Ayşegül Sarıca’yı konuk olarak dinlemiştim. 

Sanırım ünlü sanatçıları da ağarlıyorsunuz?

Tabii. Solist olarak büyük ustaları konuk ediyoruz. Yirminci yüzyılın en büyük duayenlerinden, piyanist Paul Badura-Skoda, Andrei Gavrilov, Aleksander Rudin, Dimitri Ashkenazy, Cihat Aşkın, Borusan Quartet bunlardan bazıları

- Son konserinizde alkışları orkestra susar susmaz değil de,

bir kısa es verdirdin. Çok etkileyiciydi. Hele de tarihi

mekanda sesler bütünleşip bir müddet kaldı. Artık böyle

mi olacak?

Ben öyle olmasını istiyorum. Ancak olumsuz eleştiriler de alıyorum. Bizim seyircimiz alkışlamayı seviyor. Ancak bazı eserlerin bütünlüğünü bozabiliyor araya giren alkış. Ya da konsantrasyonu etkileyebiliyor. Eserden sonra bir süre sessizlikle başbaşa kalmanın, herkes için değişik bir deneyim olduğunu düşünüyorum. 

- Orkestra şefleri pek burnu havada oluyor. Sen onların

aksine bedensel ve ruhsal olarak seyirciyle müthiş bir

iletişim içindesin. Bu mutevazılık dinleyiciler tarafından

nasıl karşılanıyor?


Benim doğal halim bu. Olumsuz bir geri bildirim almadım bununla ilgili. İmajlar yaratılıyor, pazarlama sistemleri, insanların algısına görsel dayatmalar uygulayarak kazanıyorlar. Örneğin bir dönem banka reklamlarında beyaz saçlı, takım elbiseli, bakımlı "güven timsali" kişiler oynuyordu. Dönemin algısı o yöndeydi. Şimdi komediyenlerle ve esprili banka reklamları yapılıyor. Orkestra şeflerinin de böyle bir imajı vardı geçtiğimiz yüzyılda. Şimdi o da başkalaştı.

- Müzik sanatı saatlerce ilgi ister. Olmazsa küser. Senin

başka ilgi alanların olabiliyor mu?

Zaman el verdiğince sinemaya gitmeye ve kitap okumaya çalışıyorum. Bir dönem Tango dansına merakım vardı... Hem piyanist, hem besteci hem şef olarak üç ayrı dalda müziğin içinde olduğum için çok az zaman bulabiliyorum başka ilgi alanları geliştirmeye...

- Son olarak …gelecekte ki hedeflerin için ne söylersin?

Hedefim yok şimdilik. Elimden geldiğince güzel konserler vermeye ve eserleri dinleyiciye ulaştırmaya çalışıyorum. 

- Son zamanlarda yurtdışına yerleşmek isteyen çok

kıymetli kişiler biliyorum. Sen bu konuda ne

düşünüyorsun?

Herkes rahat ettiği yerde yaşamalı. Ben kedimle birlikte olmaktan mutluyum. Didim ve İstanbul merkezli yaşıyorum. Yurt dışına neden yerleşmediğimi soranlara "kedimin yabancı dili yok, rahat edemez" diyorum. Gerçekten de kediler, alıştıkları yerin dışına çıkmaktan hoşlanmaz. Ben de kedimden uzak olmaktan hoşlanmıyorum. 

- Hayata mizahi bakmanız çok güzel. İlginize çok teşekkürler…

Ben teşekkür ederim bu güzel sohbet için. Her zaman konserlerimize bekleriz.