Oğuz Çetinoğlu: Kardeşiniz Ülkücü Şehit Erhan Cengiz hakkında ‘BİR YILDIZ KAYDI’ isimli kitabınızdan sonra ‘İZ BIRAKTILAR / ŞEHİT ERHAN CENGİZ’ isimli eserinizi hangi duygular içerisinde hazırladınız?

Oğuzhan Cengiz: Bakara Sûresi 154 âyette Cenab-ı Allah Buyuruyor: ‘Allah Yolunda öldürülenlere (şehitlere) ‘ölüler’ demeyin! Bilakis onlar diridirler. Lâkin siz onu anlayamazsınız.’ 

Evet! Onlar diridirler. Hâtıralarıyla, mertlikleriyle, kahramanlıklarıyla, vatana millete olan aşk derecesindeki sevgileri ve bağlılıklarıyla… Aramızda yaşıyorlar.

Kardeşim Erhan Cengiz de…

 O, Cengiz ailesinin nurlanmış ferdi olarak dâima aramızda oldu. 

İstedim ki bu berâberliği, O’nun destansı mücâdelesini, mânen bizimle birlikte olan fakat maddeten- fizikî olarak bize uzak olan gönül dostlarımız, ülküdaşlarımız da bilsinler. Bu vesile ile onlar da gönüllerindeki vatan-millet aşkı ile bir nevi nikâh tâzelesinler. Bu aşk gönüllerde, göklerimizi ebediyen süsleyecek olan ay yıldızlı bayrağımız gibi dalgalansın, çağlasın, çoğalsın. 

Milletimizin, ‘vatan’ dediğimiz bu topraklarda ilelebet yaşayabilmesi için, vatan-millet için mücâdele edecek kahramanlara ihtiyacımız var. Düşmanlarımız olacaktır. O halde kahramanlarımız da olmalı. 

Bizim neslimiz, vatanseverlik duygularını; akıllarına, kalplerine, yüreklerine ve benliklerinin her zerresine büyüklerimizin telkinleriyle, birlikte okuduğumuz kitaplardan, romanlardan, destanlardan, şiirlerden aldığı ilhamla yerleştirdi. 

Bizden öncekiler o kitapları, destanları yazarak bizi yetiştirdiler. Vazifelerini yaptılar. Bizler de bizden sonrakilere, okuyacakları kitapları, günümüzün anlayışı içerisinde hazırlayıp bırakmalıyız. Vazifemizi yapmalıyız. 

Biliyoruz ki devletimiz Türkiye Cumhuriyeti bin bir güçlükle kuruldu. Devlet kurmak zordur. Günümüzde, kurulmuş devleti korumak ve yaşatmak, devlet kurmaktan daha da zor hâle gelmiştir. Vatansever kahramanlara ihtiyacımız var. 

İz Bıraktılar’ isimli kitap, gönül borcu olduğu kadar, yapılması mutlaka gereken bir vazife idi. 

Çetinoğlu: Güzel duygular… Peki, bu duygular sizde nasıl teşekkül etti?

Cengiz: Biz dört kardeşiz: Cengizhan Cengiz, Oğuzhan Cengiz, Erhan Cengiz, Gökhan Cengiz.

İsimlerimizden de anlaşılacağı gibi, millî hasletlere sâhip bir aileyiz. Babamız Dursun Cengiz (1930-1995) ‘milliyetçi’ kimliğiyle temâyüz etmişti. Millî güreşçi ve eski bir gazeteci idi.

Beşiktaş (BJK) ve Kasımpaşa Spor Kulüplerinde güreşmişti. Gazeteci olarak birçok gazetede ve Necip Fâzıl Kısakürek’in çıkardığı Büyük Doğu’da çalışmıştı. Atsız’ın kitapları babamızın elinden düşmezdi. O’nun, ‘Bozkurtların Ölümü’ ve ‘Bozkurtlar Diriliyor’ isimli kitaplarını önce Cengizhan’a sonra bana okutturmuştu.

Çetinoğlu: Sonra şartlar gerektirdi, kendinizi ‘Ülkücü Hareket’in içerisinde buldunuz. Bir takım insanlar kasıtlı olarak veya gafletleri sebebiyle farklı yorumlar yapıyorlar. İçerisinden gelen bir ‘Ülkücü’ olarak ‘Ülkücü Hareket’i anlatır mısınız? 

Cengiz: ‘Ülkücü Hareket olmasaydı ne olurdu?’ sorusu sık sık sorulmuş ve cevabı aranmıştır. 1970’lerde hız kazanan silâhlı Marksist-Leninist (Komünist) kalkışma eğer başarıyla ulaşsaydı, Türkiye’nin Afganistan’a dönüşeceğinde, sağduyu sâhibi hemen herkes hemfikirdir. Komünist militanlar, Ülkücü Hareket’in bir set kurmasıyla sonuca varamamışlardır.

Ülkücüler olmasaydı ne olurdu?’ sorusu cevabını buradadır.

Erhan Cengiz’in, daha 18’inde komünist kurşunuyla toprağa düşmesi, bu mücâdeleyle anlam kazanmaktadır.

Çetinoğlu: Ülkücü Hareket’, doğrudan doğruya ‘vatan müdafaasıdır’ diyorsunuz. Söze, ‘şehitlik’ ile başladınız. Ülkücü Hareket’in çok şehit verdiği biliniyor. Kesin bir rakam verebilir misiniz? 

Cengiz: Tam sayı tespit etmek mümkün değildir. 3 bin ilâ 5 bin arası bir sayıdan bahsediliyor. İsimleri tespit edilebilenler ise 500’ü aşkın. Yazdığım ‘İz Bıraktılar’ isimli kitabımda tespit edilebilen şehitlerimizin isim listesi var. 

Çetinoğlu: Ülkücüler’ hakkında neler söylemek istersiniz? 

Cengiz: Ülkücüler, insanlık âlemi içinde uşak olmayı reddettikleri gibi, başkalarını da uşak olarak kullanmayı asla kabul etmeyen, Allah’tan (cc) başkasına kulluk etmeyi reddeden şerefli bir düşüncenin mensuplarıdır. 

Çetinoğlu: Ülkücülük’ denilebilir ki ‘Türkçü düşünce’nin çağdaş bir yorumudur. Çünkü Türkçülük, statik (durağan) değil, dinamik (gelişerek değişen) bir yapıya sâhiptir. Türkçülüğün kökenine baktığınızda nelerle karşılaşıyorsunuz? 

Cengiz: Orkun Kitâbeleri’nde Bilge Kağan’ın (683-734) ifâdelerini görüyoruz. Daha öncesinde; Mete Han (M.Ö. 234-M.Ö. 174) ile özdeşleştirilen Oğuz Han şöyle diyor; ‘Bu denizler, bu ırmaklar bize yetmez! Daha deniz, daha ırmak istiyoruz! Yurdumuzu öylesine büyütelim ki gök kubbesi ona çadır, güneş de bayrak olsun’ Bence Türkçülük düşüncesi, bu sözlerle başlamıştır. Sonra Kaşgarlı Mahmud (1008-1105), Divanü Lügaati’t-Türk; Ali Şîr Nevâî (1441-1501), Muhakemetü’l-Lugateyn isimli eserleriyle; Yusuf Akçura (1876-1935), Kahire’de yayımlanan Türk Gazetesinde yer alan Üç Tarz-ı Siyâset başlıklı makalesiyle Türkçülük düşüncesini geliştirmişlerdir.  Ziya Gökalp (1876-1924), Ömer Seyfettin (1884-1920) ve Ali Cânip Yöntem (1888-1967), ise Genç Kalemler dergisindeki çalışmalarıyla dilde Türkçülük hareketini başlatmıştır. Nihâyet 3 Mayıs 1944 Irkçılık-Turancılık Dâvâsı ile Türkçülük düşüncesi edebiyattan fiiliyata, bir başka ifâde ile kinetik enerjiden hareket enerjisine dönüşmüştür. Hareketin önderi Hüseyin Nihal Atsız’dır. Ülkücü Hareket ile Türkçülük düşüncesi sizin de ifâde ettiğiniz gibi çağa uygun düşüncelerle doruklara yükselmiştir. 

Çetinoğlu: Türkçülük Nedir?’ diye sorsam…

Cengiz: Kendisi sosyolog olmamakla birlikte, meseleleri uzman bir sosyolog gibi tahlil edip sağlıklı neticelere ulaşan ve net târifler veren, Ülkücü gençliğin ‘Galip Ağabey’i Galip Erdem (1930-1997) Türkçülük kavramını şöyle târif ediyor: Türkçülük, milletini ve milletine ait olan; dil, inanç, kültür, örf, âdet, gelenek, ahlâk, târih gibi değerleri bilmek, tanımak, tanıtmak ve benimsetmek, milletinin bağımsız, askerî olarak güçlü, iktisâden kalkınmış,  devleti içeride huzur ve güveni sağlamış, dışarıda itibarlı ve caydırıcı hâle getirmek için çalışmaktır. 

Türkçülük, Türk milliyetçiliğidir. Kesinlikle ırk temeline bağlı değildir.   

Türkçü; milletinin devletinin ve ülkesinin menfaatlerini, dâima kendi menfaatlerinin önünde ve üzerinde tutar. 

Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, her Türk’ün insanca yaşama hakkına sâhip olmasını ister. Bunu, diplomatik usullerle gerçekleştirmeye çalışır.

Türkçü; Komünizme, Siyonizme, enternasyonalizme, faşizme, terörizme, bölücülüğe, ırkçılığa, Türk milletine zarar verecek her türlü akım, hareket ve düşünceye karşı mücâdele eder. 

İnsânî, İslâmî ve millî değerlere saygılıdır. Çevrecidir. 

Türkçü; Türk için, Türk’le birlikte çalışan insandır.  

Çetinoğlu: Yine kitaba dönelim. ‘İz Bıraktılar’ isimli kitabınızı hangi düşüncelerle yazdınız? 

Cengiz: Kardeşimin şehit edilmesinin üzerinden uzun yıllar geçti. Acılarımı sadece içimde yaşadım. Nice arkadaşımı kara topraklara gönderdim, arkadaşlarımdan öte öz be öz kardeşim Erhan’ı da aldı kanlı ellerden sıkılan kalleş kurşunlar...

Yıllarca sustum, hep sustum ama şimdi öyle günlere geldik ki, kendi kendime; ‘konuşmalı, anlatmalı’ dedim. Çünkü sustukça, meydanlar yine doldu, biz konuşmadıkça yok olduğumuzu düşünenlerin sayısı arttı. Her gün şehit haberleri geliyor yine. O acının ne demek olduğunu damla damla, ömrünün her anında yaşamış bir insanım.

Erhan’ım bir bayraktı ve hiç yere düşmedi, şehit düştüğü günden bu yana bayrak bayrak dalgalandı. İşte bu kitapta okuyucularıma, o bayrağı dalgalandıran rüzgârı hissettirmek istedim. O rüzgâr ki, yüreklerinde vatan sevgisi olanların bağrından eser. Bayraklar, vatan topraklarının semâlarında  o rüzgârla dalgalanır. Bu kitabı, şehidimin ve bütün şehitlerimizin dalgalanan bayraklarına uzanan elleri kırmaya yemini olanlar, yüreklerinde şehitlerimizin sevgisini hiçbir zaman eksik etmeyenler yazdı. Ben sadece, onların sevgisi ve Şehidim Erhan’ın aziz hatırası karşısında baş eğme duyguları ile Yüce Allah’a hamd ü senâlar içinde takdim etmeye çalıştım...

Çetinoğlu: Sizinle aynı saflarda mücâdeleye girmesi için kardeşinize telkinleriniz, yönlendirmeniz oldu mu?  

Cengiz: Hayır olmadı. Daha çok gençti rahmetli babam ve ben kardeşlerimin bu olayların içinde olmasına karşıydık. Şartlar kendi kendine oluşuyordu.

Çetinoğlu: Peki! Sizleri, ülkücü gençleri mücâdeleye kim yönlendiriyordu? 

Cengiz: Hiç kimse… Rahmetli Başbuğ İstanbul’a geldiğinde bu gençleri toplayıp: “Komünizmin bu ülkede başarılı olması için, bu milletin; ‘Devlet artık bizim güvenliğimizi sağlayamıyor, bunlar gitsin de yerine kim gelirse gelsin’ demesini bekleyerek, terör ve anarşiyi canlı tutmaya çalışıyorlar. Nefs-i müdafaa hâricinde asla bu olaylara girmeyin, silaha başvurmayın” diye bir konuşma yapıyor.

O dönemde diğer ülkücü gençler de Erhan Cengiz gibi kendilerini vazifeli addetmişlerdi. Kontrol altına alınmaları zordu. Zira şartlar çok özeldi. Ülkücüler vatanın selâmeti hususunda her vazifeyi gönüllü olarak üstleniyorlar ve derhal harekete geçiyorlardı.  Dolayısıyla da hedef oluyorlardı. Onun içindir ki özel olarak tâkip edilip şehit edildiğine inanıyorum.

Erhan Cengiz yaşından beklenmeyecek bir olgunluğa sahipti.

Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.

Çetinoğlu: Amin. Kardeşiniz Erhan Cengiz, Ülkücü Hareket’e nasıl dâhil oldu?

Cengiz: Kardeşim Erhan, doğal bir biçimde ağabeylerinin verdiği mücadelenin haklı bir mücadele olduğunu düşünerek hareketin içine girmiş oldu.

Çetinoğlu: Ne tür faaliyetlerde bulundu?

Cengiz: Erhan’ın mücadelenin içinde fiilen yer alışı benim kaçak olduğum ve ağabeyimin de askerde olduğu döneme denk geliyor. Mahallî çeşitli faaliyetlerin yanı sıra Beyazıt da bölge başkanlığı yaptığını biliyorum, tabii o dönemde ben cezaevinde idim.

Çetinoğlu: Şehitlik mertebesine yükseldiği hâdiseyi anlatır mısınız?

Cengiz: Hâdisenin şâhidi olan arkadaşı Ali İhsan Aydın’ın anlattıklarını nakledeyim:  

‘Erhan, Şehremini Odabaşı’nda bulunan ‘Ocakbaşı’ adlı işyerime gelmişti. Her zamanki gibi dertleştik. Ağabeyi Oğuzhan ve zor günler geçiren ailesinden konuştuk. Telefon etmek için yanımdan ayrıldı. O yıllarda henüz her yerde telefon yoktu. Ankesörlü telefona gitti. Gittiği yönden karanlıkları yırtarcasına silah sesleri işittim. Aklıma birden Erhan geldi. Ve ‘Erhaaaaaaaaaan!’ diye avazım çıktığı kadar bağırarak biraz önce gittiği yöne doğru kardeşimle birlikte koşarak gittim. Maalesef Erhan’ı ankesörlü telefon kulübesinin yanından fırlamış, kendini yola atmış bir şekilde vurulmuş yerde yatar halde bulmuştum. Çırpınıyor ve ‘Neco ağabey beni kurtar’ diye bağırıyordu. Ben, ‘Yok oğlum bir şeyin yok. Seni hastaneye götürüyorum rahat ol’ dedim.

Bir ticarî taksiyi zorla çevirdim. Erhan’ı kucaklayıp Çapa’ya hastaneye doğru yola çıktık. Araçta seyir halinde iken kafası dizimde idi kaldırdı kafasını ve yine ‘Neco ağabey beni kurtar’ dedi.

Tıp Fakültesi’ne getirdim. Ameliyata giderken bana sürekli, ‘Neco ağabey ne olur beni kurtar’ diye inliyordu.

Hemen âcil’de ameliyata aldılar. Doktorların hepsi seferber olmuş ancak Erhan’ımızı kurtaramamışlardı. Erhan ruhunu teslim etmişti.

Çok yandım ve üzüldüm ardından hemen ailesinin Darıca’daki evine gittik. Babasını alarak Çapa’ya getirdik ve Erhan’ın teşhisi sağlanarak zabıt tutuldu.

Gerisi mâlum... Şehadeti duyan bütün ülküdaşları sabahın erken saatlerinde hastanenin önünde toplandılar. Daha sonra da cenazesini morgdan alınarak kalabalık bir şekilde Darıcaya götürdük ve defnettik.

Ruhu şad olsun.

Çetinoğlu: Arkadaşları Erhan Cengiz hakkında neler söylediler. Şehidimiz nasıl bir insandı?

Cengiz: Arkadaşlarından Hayrettin Alp anlatıyor: 

‘Benim tanıdığım Erhan Cengiz; özüne sözüne son derece güvenilir. Cüssesi küçük fakat yüreği dağlar kadar büyük, cesâret timsali, bir bozkurt kadar çevik, bir mermi kadar hızlı, olaylar karşısında soğukkanlı, katı ama bir marş söylendiğinde gözleri yaşaracak kadar duygu dolu, yiğitler yiğidi bir Türk genciydi.

Allah makamını cennet eylesin. Ki, öyle olduğuna kesin inanıyorum. Yüce Allah demek ki O’nu bizim sevdiğimizden daha fazla seviyordu ki, daha hayatının baharındayken O’nu aramızdan kendi katına aldı. Şu an bizleri gözlediğinden eminim.

Ülkemizin, milletimizin içerisinde bulunduğu durum sanıyorum O’nu kahpe kurşunlardan daha fazla kahrediyordur.

Erhan, ağabeyi olan ülkü devi Oğuzhan Cengiz ile olan yakınlığımdan dolayı beni sık sık ziyaret ederdi. Çapa’ya geldiğinde benim bekâr evimde kalırdı. Her gelişinde ‘Ağabey seni gördüğüm zaman Oğuzhan ağabeyimi görmüş gibi oluyorum. Bu sebeple sık geliyorum’ derdi.

Çetinoğlu:  O tarihte siz herhalde hapisteydiniz…

Cengiz: Evet! Ben Maltepe Askeri Cezaevinde, hapishanesindeydim. 

Çetinoğlu: Arkadaşlarıyla neler konuştukları hakkında bilginiz var mı?

Cengiz: Yine Hayrettin Alp anlatıyor: ‘Erhan ile sohbetlerimiz genelde Türk milliyetçiliği dâvâsıyla ilgili olurdu. Bazı konuları kendi aramızda mütalaa eder, kendimizce yorumlar getirirdik. O târihlerde iki ülkücü yan yana geldiğinde zaten dâvâsından başka bir şey konuşmazdı.

Komünistlerin bize karşı olan hasmane davranışlarına karşı ne yapmamız gerektiği, ikinci sohbet konumuz olurdu. 

Şimdi maalesef bir araya geldiğimiz bazı hallerde bu saydığımız değerler belki 3.,5..derecede kalmakta. Bu da zamanın bizden neler aldığının en bâriz örneğidir.

Erhan’ın en hassas olduğu konu, herhangi birimizle ülkücülük ve ülkücülerle ilgili yanlış konuşmalar ve davranışlara karşı kesinlikle müsamahakâr olmayışıdır. Örf ve âdetlere uymak, ona göre yaşamak ve yaşatmak onun hayat felsefesiydi.’

Çetinoğlu: Cenab-ı Allah, aziz ve necip milletimize o günleri tekrar yaşatmasın. Acınızın büyük olduğunu biliyorum. Fakat, inanıyorum ki şehit ağabeyi olmanın şerefi, acınızdan da büyüktür. 

OĞUZHAN CENGİZ

Yazar ve yayıncı Oğuzhan Cengiz, 19 Mayıs 1959 tarihinde İstanbul’da doğdu. Ailesi Artvin'den göçtü, ilk ve orta öğrenimini İstanbul'da gördü. Üniversite yıllarında, 12 Eylül 1980 Darbesi öncesi, siyasî mücâdelelerde aktif olarak yer aldı; İstanbul Ülkü Ocakları Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. 1978 yılında girdiği hapisten 1990'da çıktı. Sağmalcılar, Maltepe Askerî Cezaevi, Paşakapısı, Edirne, Malatya Sakarya'da hapis yattı. Hapisten çıkınca Sakarya'da Serdivan Anadolu Lisesi’nin kantinini işletti.

1991'de Gebze'de kullanılmış ev eşyaları ticareti yapan şirket kurdu. 1993'te büro mobilyaları işine girdi. 1998'de iflas etti. 1999'da Çin Halk Cumhuriyeti’ne iş gezisine çıktı. Çin'den havaî fişek ithaline başladı ve hâlâ devam ediyor. Ayrıca 2002'de, gazeteci Arslan Tekin'le haftalık Türk Haber Gazetesi’ni çıkardı. 25. sayısından itibaren gazetenin genel yayın müdürlüğünü üstlendi. 56. sayıda gazete kapandıktan sonra Bilgeoğuz Yayınları’nı kurdu. Bilgeoğuz Yayınları çatısı altında Fosil ve Bilgecan adlarıyla da kitaplar yayımlamaya başladı.

Hapishane günlüklerini yayınladı, biyografik çalışmalar yaptı.

Eserleri: Yanıkkale (Cezaevi günlükleri, 2001; ekli 7. Baskı 2005), Kapıaltı (Cezaevi günlükleri, 2004; ekli 13. baskı 2005), Sürgündeki Derviş (Özbekistan Erk Partisi lideri Muhammed Salih hakkında, 2005), Bir Yıldız Kaydı (12 Eylül öncesi olaylarında öldürülen kardeşi Erhan Cengiz hakkında, 2005), Teşkilât Ercan (Ülkücü İşçi Derneği İstanbul Şube Başkanı Ercan Poyraz hakkında, Yavuz Selim Demirağ ile, 2006), Okul ve Aile Etkinlikleri Antolojisi (2008), Arşiv Belgelerinde Gün Sazak: (2000), Başkan Recep Haşatlı (MHP İstanbul il Başkanı Recep Haşatlı hakkında, 2009), Devlet Bahçeli: (2013, Ekmelettin İhsanoğlu: (2014)

ERHAN CENGİZ:

14.Mayıs.1962 doğumlu idi Erhan. Lise mezunu idi ve üniversite sınavlarına hazırlanıyordu. Biz hapishaneye girdikten sonra ailemiz Darıca/Kocaeli’ne taşınmışlar, Erhan’da oraya gidip geliyormuş. Çevresinde cesaret ve güvenirliği ile tanınan bir gençti. Arkadaş ve dost canlısı idi. Allah Rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.