GİRİŞ:

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, aidiyetini koruyan, mümtaz bir kişi, kelimenin tam mânâsı ile ‘münevver’ bir ilim adamı idi. Münevver kelimesini, çok kimse; ‘aydınlatılmış, parlatılmış mânâsında bayan ismi’ olarak bilir. Sinanoğlu, sâdece ‘aydınlatılmış’ değil, aynı zamanda, çevresindekileri ‘aydınlatan’, ‘bilgilendiren ’ ve ‘şuur sâhibi yapmaya çalışan ’ bir ışıklı şahsiyetti.

Türk dilinin yılmaz ve yorulmaz müdâfiî idi. Türkçe şuurunu uyandırmak ve geliştirmek için kasırgalar estirdi.

Türkiye’de ‘sömürge aydını ’ olmakla iftihar eden mankurtların hayran olduğu ABD’nin nasıl tefessüh ettiğini şöyle açıklıyordu:

Dick Cheney ve çevresi bir çetedir. Bu çete ABD halkını soydu. Dışişleri Bakanı Condolezza Rice, bakan olmadan önce bir petrol şirketinde danışmandı. Bush’un seçim kampanyasını Rice’in şirketi destekledi. Bush tekrar seçildiğinde Condolezza, dışişleri bakanı oldu. Petrol şirketlerine vergi muafiyeti sağlandı. Cheney’in danışmanlığını yaptığı Halliburton adındaki inşaat şirketi  ise Irak’taki üs ihalelerini aldı. Savunma Bakanı Rumsfeld ise, kuş gribi için ilaç ve aşı üreten dev bir ilaç şirketinin yönetim kurulundaydı. Kuş gribi, domuz gribi, salgınlar icat edilince aşı satışları patladı, Rumsfeld çok zengin oldu. ABDnin devlet anlayışı sömürgecilik ve katliamcılığa dayalıdır. Ve işin acı yanı Türkiye hâlâ böyle bir devletten medet umuyor. Batı toplumlarında kendinden olmayanı insan saymama anlayışı vardır. Batılar ırkçıdır. ABD, zencilere ve Kızılderililere karşı, Almanya, Yahudilere karşı; günümüz Almanya ve Hollanda’sın da Türklere karşı ırk ayrımcılığı yapmaktadır. Irkçılık batı ülkelerinin köklerinde vardır. Hıristiyan yobazlığını da bunlara katmamız gerekiyor. Ülkemizdeki ücretli, kontörlü ABD düdükleri, ABD'yi hâlâ yeleli bir aslana benzeterek, ülkemizi ABD’nin elinde kalan son kulu ve kölesi olarak tutmak istiyorlar.

mankurt: Özel metodlarla düşünme kabiliyeti yok edilmiş şuursuz köle. Dick Cheney: 2001-2009 yılları arasında ABD başkan yardımcısı.

OĞUZ ÇETİNOĞLU


Oğuz Çetinoğlu: TÜMÖD Tüm Öğretim Elemanları Derneği İstanbul Şubesi olarak Descartes’in bir sözünü, Karl Marx’ın, Hegel’in diyalektiğine yaptığı gibi ters çevirerek ‘Varım, onun için düşünüyorum ’  diyen Rahmetli Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu için vefa toplantısı düzenlediniz. Çok da iyi yaptınız. Tebrik ve teşekkürlerimi sunarım. Sizi bu toplantıyı düzenlemeye yönlendiren etkenler nelerdi?

Bahri Eskin: Değerli bilimcimiz Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun bizlere gösterdiği bilim ve gönül birlikteliğinin ışıklı yolunda aydınlanma ve aydınlatma amaçlı bazı dersler çıkarmak düşüncesi bizim hareket noktamız oldu.  Oktay Sinanoğlu’nun defalarca anılmayı hak eden, bilimde ve kültür alanında öncü nitelikleri olan ve emperyalist dayatmalara, oyunlara direnen, ömrünün önemli bir bölümü batı ülkelerinde geçmesine rağmen Asyalı olmakla övünen, çok değerli ve dâhi bir kişilik olduğuna inanıyoruz. Gönül ve akıl arzu eder ki bu toplantı başlangıç olsun ve başta Türkiye olmak üzere dünyanın bütün fen bilimleri bölümlerinde, bütün evrenkentlerinde (üniversitelerinde), belediyelerinde Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu için benzer toplantılar yapılarak hayatı, fikirleri, bilim ve gönül ilişkisi, mücâdelesi gençlere doğru bir biçimde anlatılsın...

Oktay Sinanoğlu adının akademik salonlara verilmesi gerektiğine inanıyoruz. Yaşarken anıtlaşan bu büyük bilimcimizin heykel, resim ile kitaplarının evrenkent dediği üniversitelerin bahçelerine, duvarlarına konularak, gençleri aydınlatmasına aracı olmak istiyoruz.

Çetinoğlu: Çok güzel, örnek bir teşebbüs. Başarılar diliyorum.                                                        Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu; çok yönlü, ülkesini ve milletini seven, ‘bizden’ bir ilim adamı idi. Diğer özelliklerinden söz eder misiniz?

Eskin: Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu hepimizi bilim ve kültür alanında doğu ve batı eksenli ufuk turuna çıkartacak niteliktedir. Hayatı, yakın zamanların gerek Türkiye gerekse dünya için bir bilim ve kültür tarihi niteliğindedir. Başta ‘Türk Aynştayn’ı’ isimli kitabı olmak üzere kitaplarını özellikle genç bilimcilerin, evrenkentlilerin, herkesin mutlaka okumasını öneririm.

Bilindiği üzere hocamızın yurt dışında gerçekleşen acı  kaybı ve ardından geçen zaman Türkiye’de seçim dönemi arifesine ve yine  ülkemizin yavaş yavaş emperyalist güçler ve yerli uzantılarınca bölünme sürecine doğru sürüklenmeye çalışıldığı bir kaos döneme denk geldi. Oktay Sinanoğlu; ‘Seçim ve hükümet kurma konusunda batı ülkelerinin oyunlarından biri, tahterevalli hükümetler kurmak isterler’ diye açıklamıştı.

İşte bu süreçte ve belirttiğim sebeplerle çok değerli ve seçkin bir bilimciyi yitirdiğimizi ülke olarak, üniversiteler olarak yeterince konuşamadık, anamadık ve kavrayamadık. Bu açığı, düzenlediğimiz vefa toplantısı ile kısmen de olsa kapatarak, kendisini, mücâdelesini, çalışma ve düşüncelerini unutturmayacağımızı ve içinde yaşadığımız dönem açısından da önemli olduğunu göstermek istedik. Ve Oktay Sinanoğlu’nun hâtırâsını yaşatmayı, düşüncelerini paylaşmayı,  TÜMÖD İstanbul Şubesi olarak bu toplantıyla başlatmayı görev bildik.

Çetinoğlu: Sinanoğlu Hocamızın üstün özellikleri saymakla bitmez. Devam eder misiniz?

Eskin: Oktay Sinanoğlu bilindiği üzere çok yönlü bir bilimcidir. Bol ödülleri olan, iki defa aday gösterilmesine rağmen malûm sebeplerle kendisine Nobel verilmeyen ancak Nobel ödülü verilecekler için kendisine danışılan bir kişidir. Dünyanın batıda üç yüzyılda en genç yaşta profesör unvanını bileğinin hakkıyla elde etmiş, dünyanın seçkin evrenkentlerinde birçok kürsüsü ve yeri olmuş, evrensel nitelikleri olan bir bilimcidir. Sayılamayacak kadar çok başarının sahibidir.

Çetinoğlu: En değerli yönü?’ Diye sorsam…

Eskin: Oktay Sinanoğlu’nun en değerli yönü: Ruhbilimsel savaş dediği Psikolojik savaşı bilmesidir. Bugün ‘Acaba Oktay Sinanoğlu’nun asıl öne çıkartılması gereken yönü hangisidir?’ sorusuna verilmesi gereken asıl cevap budur. Şunları da elbette düşünüp söyleyebiliriz. Bilim dünyasına çeşitli alanlarda yaptığı olağanüstü katkılar, kimyaya, fiziğe ve matematiğe, moleküler biyolojiye veya kuvantum alanına yaptığı katkılar mıdır? Kimyadaki boşlukları daha genç yaşta görerek standart bir kimyacı olmaması, kimyaya birkaç çeşit matematiği sokması mıdır? Bu alanlarda yaptığı çalışmalarla, genç yaşta dünyaca ünlü bir profesör olup, ‘Harika Türk Çocuğu’ veya bol ödüllü bir Türk Aynştayn’ı olarak tanınması mıdır? ODTÜ’de bölüm veya TÜBİTAK’ı kurma çalışmaları mıdır? Yoksa ısrarla dile getirdiği önceliklerinden olan Türkçemize, kültürümüze olan önemli katkıları mıdır? Yabancı dillerin, Tarzancaların yerine Türkçenin bir bilim dili olarak üniversitelerimizde okutulması gerektiği konusundaki ısrarlı mücâdelesi midir? Veya Japonya’ya Türkiye’nin özel elçisi olarak tâyin edilmesi ve ilişkileri çok yönlü başlatması mıdır? Saydıklarımız daha da çoğaltılabilir…

Şüphesiz bunların hepsi Oktay Sinanoğlu’nu tanımamızı, saymamızı ve sevmemizi sağlayan O’nu değerli kılan çok önemli niteliklerdir. Kanaatimce Oktay Sinanoğlu’nu hepsinden önemli kılan ve O’nu farklılaştıran asıl önemli niteliği, söz konusu edilen bilim ve kültür yönlerini de bütünüyle kapsayan bir niteliktir ki bu niteliklere herkeste, her bilimcide ve her aydında rastlanamamaktadır. Bu da kendi tanımıyla ‘küresel kraliyetçiler’ dediği batı emperyalizminin, psikolojik savaşlarına karşı dünyada ve Türkiye’de korkusuzca direnen, devşirilmeyi asla kabul etmeyen, millî bir duruşu olan özel ve seçkin bir bilimcimiz olmasıdır.

Başka bir ifadeyle,  psikolojik savaşın amaç ve hedeflerini çok öncelerden anlayarak, onun ülkemizdeki ve hatta dünyadaki saldırılarını, tahribâtını önlemeye, onlara set çekmeye, yollarını tıkamaya bir bilimci ve aydın olarak elindeki bütün imkânları kullanarak uğraşan ve savaşan evrensel nitelikleri olan bir aydınımız olmasıdır. Bu yönü, Oktay Sinanoğlu’nu gerek bilimci ve gerekse aydın olarak bilim dünyası içinde nâdir kılmakta, özel yapmaktadır. İşte O, bu niteliği ile Türk milletinin gönlünde şimdiden ayrıcalıklı bir yere sahip olmuş, hepimizin saygısını ve sevgisini kazanmıştır.

Çetinoğlu: Emperyalist zihniyetle mücâdelelerinden söz eder misiniz?

Eskin: Bir ülke içinden nasıl fethedilir? Sorusuna 2006 yılında; “Bir ülke, bir millet topla tüfekle bitirilemez. Çağımızda top tüfek daha çok askerî malların ticareti içindir. Ülkenin asıl fethi, beyinlerin, zihinlerin, gönüllerin fethedilmesiyle olur. Bu tür savaşta kelimeler çok önemlidir. Durup dururken bir yerlerde bu işin uzmanları bir kelime icat ederler. Durup dururken bir milleti veya bütün Müslümanlığı tek kelimeyle öcü gösterirler. Basın yayınla öyle ayarlarlar ki her gün, dünya kamuoyu tek kelime ile şartlandırılır. Dünyayı asıl idare edenlerin düşmanlıklarını anlayıp da birileri karşı çıkınca bunları susturmak için de karşısına bir kelime icat ederler.” Diye cevaplandırmıştır. Sonra da şöyle devam etmiştir:  “Bu durumda Türkiye’de insanların maneviyatını kurtarmak, gönüller için uğraşmak lazım. Kurtuluş savaşı artık gönüllerin, zihinlerin kurtarılmasıyla olacaktır. Ama bu savaşta herkesin atacağı kolay, ama önemli adımlar var (...). Başkasından beklemeyin. Onun için insanlara sağcı solcu laik dindar vb. gibi kalıplarla bakmayın. Millî dâvâları, akıbetimizi belirleyecek dâvâları önüne koyduğunuz zaman ne yapıyor ona bakın.”

Çetinoğlu: Konuya biraz daha yakından bakabilir miyiz?

Eskin: Psikolojik savaş olgusuna biraz daha yakından bakacak olursak, çok önceden de şöyle diyordu: “2001 yılı sonlarında Irak’a bir saldırı olursa Türkiye’nin başı yanacak.” dedi. Nitekim başımız yandı.

O psikolojik savaş kurallarını biliyordu. Emperyalizmin şifrelerini çoktan çözmüştü ve Amerika’nın el attığı her ülkede her şeyin sahtesini kurduğunu söylüyordu.

Çetinoğlu: Psikolojik savaşla, kavramların değiştirildiğini nasıl açıklıyordu?

Eskin: Dersler içeren şu örneklerle açıklıyordu:

l- ‘Milliyetçi’ kavramı, eşittir sadece ‘anti-komünist’e indirgendi. Bir kişi anti-komünist olur da Yunan milliyetçisi de olabilir.

2- ‘Solcu’ eşittir ‘anti-faşist’ denildi.  Peki toplumcu felsefeye, emperyalizm karşıtlığına ne oldu? Onlar gitti.

3- ‘Atatürkçülük’ eşittir ‘laiklik’, o da eşittir ‘Müslüman düşmanlığı’ konumuna getirilmek istendi.

4-  Dindar kesime ‘ümmetçilik’ ve de ‘Türk düşmanlığı’ telkin edildi. Müslüman Türk’e, Türk Müslüman’a düşman edildi. Halbuki yakın zamana kadar halkın kafasında (dış dünyada da olduğu gibi) ‘Türk demek Müslüman demek; Müslüman demek Türk demek’ inancı vardı…’

Çetinoğlu: Bu insanlara uygun gördüğü özgün bir isimlendirme vardı…

Eskin:Yaratılmış sahte kesimler’ diyordu.

Çetinoğlu: Atatürkçülük anlayışından söz eder misiniz?

Eskin: Şöyle diyordu: ‘Atatürk’ün dediği, yaptığı çok şey, gerçek milliyetçilik, Türk milliyetçiliği kavramına girer. Dinine, diline, tarihine, ülkene, bağımsızlığına, halkına sâhip çıkmak, yabancıların buradaki oyunlarını engellemek. Atatürk’ün esas dâvâsı, gerçek Atatürkçülük bunlardır.’

Ve gerçek milliyetçiliğin kültür milliyetçiliği olduğunu söylüyordu.

O bir Atatürk çocuğu olarak daha baştan kendini bir tutku olarak bilimsel araştırmaya ve de Türkiye’nin derin meselelerine adamıştır.

Çetinoğlu: Değerlerimize bağlı bir insandı…

Eskin: Kendi anlatımıyla; ‘O bir âşıktır, bilime âşık, Türk diline ve tarihine âşık, insanlığa, daha doğrusu her insanın içinde gizil duran en yüksek mertebelere ulaşabilme yeteneğine âşıktır.’                                                                                                                                                         O yine kendisinin güzel bir anlatımıyla ‘bir kanadı akıl, diğer kanadı gönül olan bir Zümrüdüanka kuşudur.’

Çetinoğlu: Türkiye’nin meselelerine nasıl bakıyordu?

Eskin: Oktay Sinanoğlu’na göre Türkiye’nin en birinci meselesi aşağılık duygusu idi. Şöyle diyordu:  ‘Türkiye’nin en birinci meselesi tepeden tırnağa aşağılık duygusuyla kıvranmasıdır. En kötü hastalıktır bu ve tedavisi de en zor olanıdır. Bir millete aşağılık duygusu aşılamanın en kestirme yolunun da eğitimden geçer.’

Oktay Sinanoğlu bu hastalığın özellikle bizim gibi ülkelerde sömürge aydınlarında yaşandığına dikkat çeker. Aydının hakikisi ve sahtesi olduğunu, Türkiye’de sahte bir aydın sınıfı yetiştirilip, kendi milletinin başına belâ edildiğini, bunların kendi halkından tiksindiklerini söyler.               ‘Biz toplum olarak Atatürk’e ihanet ettik’ der ve bütün bunlara karşı ömrü yettiğince direnir. O hepimize ‘Kimsenin kuyruğuna takılmayacaksın arkadaş!’ diye seslenen Türkiye’nin direnen seçkin bilim insanlarından biriydi.  

Oktay Sinanoğlu toplumun her kesimini uyandırmaya çalışıyordu. O sağ sol demeksizin her kesime hitap edebilen, onlarla iletişim kurabilen bir aydındı. Bu yönü O’nu daha da değerli kılıyordu. Başı örtülüsü de örtüsüzü de O’nu dinliyor ve feyiz alıyordu.

Çetinoğlu: Oktay Sinanoğlu nelere direndi?

Eskin: Kendi ifadesiyle Küresel Kraliyetçilere, Azmanistan’a yani ABD emperyalizmine karşı direniyordu. Türkiye’de cehaletin yeniden bunun için örgütlendiğini belirtiyordu.

1940’lardan başlayarak İngiliz Amerikan çengeli atılarak millî eğitimin millîliğinin de eğitiminin de kalmamasına direniyordu. Ezberci eğitimle yeteneklerin köreltilmesine karşı direniyordu.

Türkçenin yok edilmesi girişimlerine karşı direniyordu. 1953 yılından başlayan eğitim dilinin yabancı dile çevrilmesini en büyük ihânet olarak görüyordu. ‘Bye Bye Türkçe’ isimli kitabını yazıyor, ‘Bilim eğitiminin dili Türkçedir’ diye ısrarla savaşıyor, ‘Türkçe giderse Türkiye gider’ diye sürekli uyarıyordu. Yabancı dille eğitim anaokuluna indirildiğinde 1- 1,5 nesil sonra o ülkenin dilinin yok olduğunu, kısa bir süre sonra da o milletin adının tarihten silindiğini söylüyordu. Ona göre dil gönlü yüzdüren gemidir.                                   

Türkiye’de bilim olmamasına, bilimsel araştırma yapılmamasına karşı direniyordu. ‘Bilimin olmadığı yerde oyunlar, ayak kaydırmacılık çok olur’ diyerek bilim dışılığa karşı direniyordu. O bilim aşkı olan bir bilimciydi. Bilimsel araştırmaların teşvik edilmediğini ve yasak gibi bir şey olduğunu belirtiyordu. 12 Eylül’ü de onun YÖK’ünü de bu çerçevede eleştiriyordu. Üniversitede araştırma yoksa sanayi de olmaz. 12 Eylülden sonra sanayi şak diye durduruldu. Kimilerinin 12 Eylüle ve onun Evrenine bugün hâlâ methiye düzmelerine cevap gibi ‘12 Eylül’le YÖK kurdurulup üniversitelerde araştırma geliştirme durduruldu’ diyordu. Oktay Sinanoğlu’nun bilim alanında önemle üzerinde durduğu bir nokta da bireysel bilim insanı değil, kurumsal bilimci yetiştirmenin önemli olduğunu belirtmesidir.

Çetinoğlu: Türkiye’nin sanayi alanındaki durumu ile de ilgileniyordu…

Eskin: Oktay Sinanoğlu sanayisiz kalkınmaya karşı direniyordu. Üretimsizliğe, ithalciliğe direniyordu. Tarımımızı ve hayvancılığımızı bitirerek bizi açlığa mahkûm etme çabalarına karşı direniyordu. Borçlandırılarak batırma tuzağına, özelleştirme tuzağına karşı direniyordu. Vatan topraklarının yabancılara satılmasına karşı direniyordu. İktisadımıza da ‘muz iktisadı’ diyordu.

Çetinoğlu: Oktay Sinanoğlu Hocamızı, bir röportajın belli sınırlarına sığdırabilmek mümkün değil. Bir başka çalışmamızda, Hocamızın; Ermeni meselesi hakkındaki görüşlerini, Türkiye ile ilgili hayallerini, duygu adamlığını, insanlık anlayışını, inanç dünyasını, şairliğini ve vasiyetini konuşmayı arzu ederim.

Bahri Bey, çok teşekkür ediyor, sağlıklı ve huzurlu günler, çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum.

Eskin: Ben de size bana değerli bilimcimiz Oktay Sinanoğlu hakkında görüş ve düşüncelerimi anlatma fırsatı vermeniz nedeniyle teşekkür eder, okuyucularınızı bilgilendirme ve aydınlatma amaçlı bir katkı sağlamış olmayı diler saygılar sunarım. 

BAHRİ ESKİN:

1956 yılında doğdu. Temel eğitimini İzmir’de tamamladıktan sonra 1981 yılında Marmara Üniversitesi İktisadî Ticarî İlimler Akademisi Siyasal Bilimler Fakültesi, Siyaset ve Yönetim Bölümünden mezun oldu.

Askerliğini yedek subay olarak Tuzla ve Çorlu’da yaptı.

Eskin, İnsan Kaynakları Yönetimi alanında Türkiye’nin çeşitli özel sektör kuruluşlarında uzman, yönetici, danışman ve eğitimci olarak uzun yıllar görev yaptı. Profesyonel iş hayatı gereği 1995 yılından itibaren Yönetim Danışmanı ve Eğitim Uzmanı olarak çok sayıda yönetici ve uzmana yönetim geliştirme, iletişim ve sunum teknikleri, ekip çalışması, kalite ve profesyonellik gibi konularda seminerler verdi. Ayrıca çeşitli kütle örgütlerinde gönüllü konferans ve eğitim toplantıları gerçekleştirdi.

2003 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi, Okan Üniversitesi vd. üniversitelerde, Yönetim ve Organizasyon, İnsan Kaynakları Yönetimi, İşletme Becerileri, Büro Yönetimi ve Sekreterlik, İletişim Teknikleri, İnsan İlişkileri, İş Etiği, Adlî Yazışmalar ve Tebligat Hukuku dersleri vermiş ve vermektedir.

Tüm Öğretim Elemanları Derneği (TÜMÖD) İstanbul Şubesinde Denetim Kurulu üyesidir. TÜMÖD tarafından düzenlenen konferans ve toplantılarda görev almaktadır.

Bahri Eskin, hâlen Öğretim Görevlisi, Yönetim Danışmanı ve Bilirkişi olarak çalışmalarına devam etmektedir. Av. Elif Eskin ile evlidir.