Söyledikleri halka; inci, yakut türünden cevherdi.

Kalırsa burda şayet; halka karşı acaba ne derdi?

Sanırdı ki, halk; bu sözleri Bahaeddin Veled,

Söylemiş demek, kalmak için tahtta ilelebet!

Denirdi bu takdirde, cevher gibi hak sözlere;

Sayılırdı cam hükmünde, bu sözler nâhak yere.

Öyleyse etmeliydi hemen hicret,

Elini çabuk tutmalıydı gâyet!

Olur mu hiç bırakmak Hakk’ı zan altında?

Sonra ne derdi Rab O’na, yüce katında?

Terk etmeliydi bu yeri, hemen!

Kimse hizmete, kem söz etmeden!

İnsandı bu! Ona karşı “Hüsnü zan, ademi itimad.” Asıl olmalıydı. Suizan etmemeli. Kötü zan beslememeli. Ama tedbîri de, elden bırakmamalıydı. Dilin kemiği yoktu. Aslı astarı olmasa da, halk; kuşku içinde olacak. Demek ki diyecek: “Bahaeddin Veled; ilmini irfanını başa geçmek için kullanıyormuş!” Bu düşünce, bu zan ve sanıları yüzünden, ilmine irfanına dudak bükecek! Elmas, yakut değerinde olan bilgisi değerden düşecek! Bir anda cam hükmünü alacak! Etkisini kaybedecekti! Bu ise Âlimler Sultanı’nca mânevî âfet; ilim, iman ve irfana karşı işlenmiş en büyük cinayetti! Halkın böyle düşünmesine fırsat veremezdi. İlim ve irfanın izzet ve şerefini ayaklar altında çiğnetemezdi.

Düşündü taşındı baktı, başka çare yoktu.

Ailesi tüm çevresi buradan göçecekti.

Sultan işitince bu kapkara haberi,

Olamaz dedi, haberin bundan beteri!

Sultan hatâsını nihayet anladı.

Kalması için af diledi yalvardı.

Pişman oldu, başını eğdi yere,

Ama ok yaydan çıkmıştı bir kere.

Başta Peygamberler ve onların izinde giden her büyük zât gibi, asîlâne bir tavır sergiledi. Soyluca davrandı. Kendisine edilen iftiralar ve yaptığı manevî cihad için Halk ile Devleti karşı karşıya getirmedi asla. Fitne ve karışıklığa meydan vermedi. Kendisi için halkın galeyâna gelip taşkınlık yapmasını istemedi. Bilâkis bunu önledi. Onları sükûta davet etti, sâkinleştirdi. Yatıştırıcı çağrılarda bulundu.

Bir Cuma günü câmide Belhlilerle,

Vedalaştı, helâllaştı işte öyle.

İbret alsın Halk ve Devletler diye,

Örnek oldu, o günden beri böyle.

Belh’ten başladı göçe. Nişabur, Darüsselâm denen Bağdat derken, Kûfe yoluyla Mekke-i Mükerreme’ye geldi. Hac farîzasını îfa ettikten sonra, Medine-i Münevvere’de karar kıldı.

Hz. Peygamber’e mânen konuk oldu. Bir süre O’nun otağında âdeta Cennet hayâtı yaşadı.

Aldığı “Mânevî işaret” üzerine, veda etti Muhammed’e, yaşlı gözlerle.

Uzunca bir seyahatten sonra, Şam-ı Şerîfe indi. Şam’da kalması için çok ısrar ettilerse de, nâzik bir şekilde teklîfi geri çevirdi. ANADOLU’YA GİTMESİ GEREKTİĞİNİ, özellikle belirtti. Yine yorucu bir yolculuktan sonra, Larende’ye ulaştı. Ki, Konya yöresinde, bugünkü Karaman şehridir.

Rûhu şâd olsun. Kabri nûr ile dolsun.