Kredi kuruluşlarının verdikleri notlarda, ekonomik kriterlerden çok siyasi kriterlerin etkili olduğu bir gerçektir. Fitch’in, Moody’s’in ve S&P’nin ardından Dünya Bankası’nın da notumuzu kırması, bizi 25 yıl önceye savurdu; 1994 krizi sonrasında da “yatırım yapılabilir düzeyin altında” bir ülkeydik, bugün de aynı seviyede olduğumuz iddia ediliyor.

Sormak isteriz, Fitch, Moody’s, S&P ve Dünya Bankası, Mortgage krizine ve 2008 küresel krizine uzanan süreçte, ABD yatırım bankalarının özel olarak yetiştirilmiş CEO’ları tarafından kağıt üstünde oluşturulan 100 trilyon dolarlık toksik varlıklar (sana değerler) dikkate aldığında, ABD’ye nasıl bir not verirdi acaba?

Fitch’in, S&P’nin ve Dünya Bankası’nın notumuzu peşpeşe düşürmeleri ekonomik bir saldırıdır. Saldırı Türkiye’yi, güney sınırları boyunca kuşatacak olan “terör koridoru” konusundaki direncini kırmayı hedefliyor. Trump’ın sözünü ettiği “güvenli bölgeler”le, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinden Akdeniz’e uzanacak “Terör koridoru”yla yakından İlgilidir. 

Geçen hafta uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye'nin "BBB-" ile "yatırım yapılabilir" olan kredi notunu ‘BB+’ ile spekülatif seviyeye indirmişti. S&P ise, Türkiye'nin ‘BB+’ olan kredi notunu 'durağan'dan 'negatif'e  düşürmüştü. Moody’s’in Türkiye notu da ‘Ba1’, yani yatırım sınıfının altındaydı. Kredi derecelendirme kuruluşlarının ekonomimize verdiği olumsuz notlar bizi 25 yıl önceye savurdu; 1994 krizi sonrasında da kredi kuruluşlarının verdikleri nota göre, yatırım yapılabilir düzeyin altında” bir ülkeydik, bugün de aynı seviyede olduğumuz iddia ediliyordu. 

Piyasalar kredi derecelendirme kuruluşlarının olası not tırpanlamasını fiyatlandırdıkları için, bu karneler çok olumsuz etki oluşturmamıştı. Fithc’in, Moondy’s ve S&P’nin darbelerini hazmetmeye çalışırken, bir şok da Dünya Bankası’ndan geldi. Dünya Bankası'nın “Türkiye Düzenli Ekonomi Notu”nda, “Türkiye'nin kuvvetli toparlanmayı engelleyen güçlükler ile karşı karşıya olduğu” vurgulanıyordu. Türkiye için 2017 büyüme beklentisi yüzde 3'ten yüzde 2,7'ye çekilirken, TÜFE beklentisini de yüzde 8'den yüzde 9'a yükseltiliyordu.

Uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşlarının ülke ekonomileri hakkında verdikleri raporlar, o ülke ekonomisine olan kısa ve uzun vadeli para akımını etkilediğinden çok önemli. Sistem böyle işliyor. Fakat, uluslar arası kredi kuruluşlarının verdikleri notlarda, ekonomik kriterlerden çok siyasi kriterlerin etkili olduğu da bir gerçektir. Çünkü, uluslar arası kredi kuruluşları, İngiltere ve ABD merkez bankalarının sahipleri olan ailelerin kontrolünde olan kuruluşlardır. 

Sormak isteriz Fitch, Moondy’s ve S&P, Mortgage krizine ve 2008 küresel krizine uzanan süreçte, ABD yatırım bankalarının özel olarak yetiştirilmiş CEO’ları tarafından kağıt üstünde oluşturulan 100 trilyon dolarlık toksik varlıkları (sana değerler) dikkate aldıklarında, ABD ekonomisine nasıl bir not verirdi acaba? 

Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’ye layık görülen “Yatırım sınıfı altında” notu ne kadar gerçekçidir?

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu spekülatif seviyeye düşürmesinin nedenini anlayabilmek için, Trump’ın çeşitli alanlarda uyguladığı politika değişikliklerini izlemek ve gerekçelerini bilmek gerekir.

Bilindiği gibi Trump, başkanlık propagandaları sırasında annesinin İngiliz Kkraliçesi’ne olan sevgisini sık sık vurgulamıştı. Bu hem İngiltere’ye hem de İngiltere ve ABD merkez bankalarının sahibi olan ailelere verilmiş mesajlardı. 

Trump’ın, İngiltere ile elele vererek yapmak istediği neydi?  Bir korumasının kraliçeye ateş etmesi, İngiliz tarihinde bir ilkti. Bu olayı İngiltere’nin AB’den ayrılarak ABD ile yeni bir işbirliği oluşturma girişimine bağlayanlar olmuştu. ABD ve İngiltere kime karşı bir güç birliği oluşturuyordu? Hedef alınan bu güç, korumasına Kraliçe’ye ateş ettirebilecek kadar güçlü müydü? 

KREDİ KURULUŞLARI NOTUMUZU NEDEN KIRDI?

Peki, bütün bunların Türkiye’nin kredi notunun düşürmesiyle ilgisi neydi?

ABD yatırım bankaları CEO’larının kağıt üzerinde oluşturdukları ve trilyon dolarlarla ölçülen toksik varlıkların, 2008 küresel krizi sürecinde, bütün dünya ekonomileriyle birlikte ABD ekonomisini de salladığı biliniyor. O nedenle, kredi kuruluşlarının ABD ekonomisi için vereceği tarafsız kredi notu, Türkiye’den farklı olmayacaktır. Bu bir gerçektir. 

Dünyaya kağıt üzerinde üretilen toksik varlıklar denilen sanal değerlerle egemen olanlara karşı Trump, İngiltere ile elele vererek bir savaş başlattı. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden koparılması/ayrılması da bu operasyonla ilgilidir. İngiliz Kraliçesi’ne en yakın koruması tarafından ateş açılması da çok ciddiye alınması gereken, “Trump’a destek verme” mesajıydı. İngiltere Kraliçesi’ne ateş edebilen güç, of shore bankacılığı üzerinden İngiltere dışında bir İngiltere, yatırım bankaları CEO’ları tarafından kağıt üzerinde yaratılan trilyonlarca dolarlık sanal değerlerle de, ABD dışında bir ABD oluşturmuşlardı. Olmayan, basılmayan paralarla dünyaya egemen olmuşlardı. Bu imparatorluk devredışı bırakılamazsa, ABD ekonomisi sanal bir ekonomi, dolayısıyla ABD de hayalet bir devlet olacaktı. Hillary Clinton neo-conların adamıydı, o nedenle Trump’ın önünün açılması gerekiyordu ve öyle oldu.. Putin’in ABD seçim sistemine sızdığı dedikoduları da, Clinton’dan 1 milyon  Tramp’ın yakın bir gelecekte koltuğunu bırakmak zorunda kalacağı söylentileri de ABD’de su altından yürütülmekte olan bir iktidar savaşının medyaya yansımalarıydı..

ABD ve İngiltere’nin derin devletleri şimdi, sanal para imparatorlarıyla savaşarak devletlerini kurtarmanın yollarını arıyorlar. Bu arada, sanal para imparatorları da, kağıt üzerinde ürettikleri ve ekranlardan ekranlara aktararak paralar kazandıkları toksik varlıkların karşılığı olarak, altın yerine, Ortadoğu petrollerini koymak istiyorlar. Petrolün dolar dışında bir başka para birimiyle satılmasını engelleyemezlerse, sanal alemde işlem gören toksik varlıkların da, ABD dolarının da saygınlığı sarsılacak. 

Para imparatorluğu’nun kontrolündeki neo-conların kurguladıkları senaryolarla, ABD ordusu Ortadoğu’ya bu amaçla getirildi. Dünya ekonomisinin büyük bir bölümü, küresel çapta etkili bu imparatorların, yani birkaç ailenin kontrolünde. İngiltere ve ABD’nin paralarını basan merkez bankalarının sahipleri de, CEO’lar eliyle trilyonlarca toksik varlık üreten ABD yatırım bankalarının sahipleri de aynı aileler.. ABD yönetimini neo-conlar üzerinden kontrol altında tutuyorlardı. 

Hillary Clinton neo-conların adamıydı. ABD derin devletinin Pentagon kanadı  Trump’ın önünü açtı. Pentagon ve CIA arasındaki anlaşmazlık da, para imparatorlarıyla devletçi görüş arasındaki kavgayla ilgili. 

Para imparatorlarının sahibi oldukları beş büyük banka kendi havuzlarında oluşturdukları sanal değerlerle milyonlarca insana, şirkete, fona kredi açarak faiz geliri elde ediyor. En önemlisi de, kağıt üzerinde oluşturulan sanal değerler sisteme girerek gerçek değere dönüşüyor. 

Bretton Woods Anlaşması’na kadar ABD, bastığı dolar kadar, merkez bankası kasalarına altın karşılık koyuyordu. Para imparatorlarının sahibi oldukları ABD Merkez Bankası,1974 yılında bu anlaşmayı tek taraflı olarak bozdu. Dolar üretme ve bunları pazarlama işlemlerini doğrudan sanal aleme taşıdılar. Sanal alemde işlem gören ve sisteme karışan dolarların bir karşılığı olmalı, aksi halde küresel sistem heran bir tsunamiye neden olabilir. İşte bu nedenle, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen sonrasında, bölgemize çöken küresel sistem, Ortadoğu hidrokarbon kaynaklarını doların karşılığı kontrol altına almaya çalışıyor. Böylece, petrol ve doğalgazın başka bir para birimiyle satılması da önleneceğinden, dolar saygınlığını korumuş olacak. 

TRUMP’IN ÖNÜNÜ KİMLER NEDEN AÇTI?

Ortadoğu hidrokarbon yataklarını doların karşılığı olarak koyabilmek için, hem enerji yataklarının hem de dağıtım yollarının kontrol altına alınması gerekir. Trump’çılar sahneye çıkıncaya kadar bu işlemler İsrail bağlantılı neo-conlar tarafından yürütülüyordu. Trump’ın önünü açan ABD derin kurumları, eskiden beri,İsrail’in Ortadoğu’nun enerji terminali yapılmasının, Akdeniz’in bir “Batı Gölü”ne dönüştürülmesinin kendi kontrolünde olmasını istiyor. Dolar üretimi tamamen ABD ve İngiliz merkez bankalarının sahibi olan ailelerin eline geçtiğinde, ABD’nin bağımsızlığı sorgulanır duruma gelecektir. “Annem Kraliçeyi çok sever” diyen Trump’ın önü bunun için açıldı. AB’den ayrılan İngiltere bu nedenle ABD ile elele verdi. 

Son zamanlarda ABD ve İngiltere’nin Fransa’nın her adımına çelme takmalarının nedeni de euronun itibarını kırarak doları tüm dünyada tek değişim birimi yapabilmek. Euronun belini kırabilmek için, öncelikle Fransa’nın belini kırmak gerekiyor. ABD ve İngiltere Avrupa ülkelerini şemsiyeleri altına almaya kalkıştıklarında hep Fransa engeliyle karşılaştılar. Şimdilerde Fransa kuşatılıyor, hem Ortadoğu’dan hem de Afrika’dan uzaklaştırılıyor, kaynakları kesiliyor. Nükleer silah sahibi kontrol altına alındığında, AB’nin sonu gelmiş olacaktır. 

TRUMP’IM “GÜVENLİ BÖLGELERİ”

Libya’nın ve Irak’ın enerji kaynakları tarihin bugüne kadar tanık olmadığı bir “Yalan Rüzgarı”yla yağmalanmıştır. Şimdi sıra, yağmalanan bu zenginliğin, Irak ve Suriye’nin kuzey parsellerinde kurulacak “güvenli bölgeler” üzerinden Akdeniz’e akıtılmasına gelmiştir. Trump’ın, “Suriye’nin kuzey parselinde güvenli bölgeler oluşturacağız” söylemi bu operasyonla ilgilidir.  Trump’ın sözünü ettiği “güvenli bölgeler” Suriye’nin kuzeyindeki kantonların birbirlerine eklemlenmesiyle oluşturulmaya çalışılan terör koridoru.. 

Kim var bu koridorun oluşturulmasına karşı çıkan? Krizin başından bu yana Esat’a destek veren Rusya ile İran ve “Fırat Kalkanı”yla El  Bab’a yürüyen Türkiye.. 

Bir taraftan Fransa, diğer taraftan Türkiye, önünde arkasında “söz dinle!” mesajları bulunan terör olaylarıyla sarsıldılar. Türkiye şimdi de, kredi kuruluşlarının not kamçısıyla, ülkemizi güney sınırlarımız boyunca kuşatacak olan terör koridoruna “evet” demeye zorlanıyor. Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinden Akdeniz’e uzanacak bir koridora karşı olan Rusya da, Suriye Kürtlerine özerklik sözü vererek kendi tarafına çekmeye çalışıyor. Trump’ın “güvenli bölge”yi hangi anlamda kullandığı henüz kesin değil, ama Trump’ın ABD kontrolünde “güvenli bölgeler” konusunda ısrarcı olması Ortadoğu’daki paylaşım kavgasının bir üst düzeye taşınması demektir. 

Trump’ın insanlığa mutluluk getireceği umuluyordu, ama “Platin Saçlı Noel Baba”nın torbasından insanlığı mutlu edecek paketler çıkmadı. Yalnız bölgemizi değil, tüm dünyayı zor günler bekliyor.