Türkiye’de daime şu sorular gündemdedir: “Teşviklere, desteklere, hatta hibelere rağmen, neden Türkiye’de yatırım ortamı gelişmiyor, yatırım yapılmıyor... Neden ekonomi, bir türlü rayına oturmuyor... Neden fertlerin refahına dönük gerçek büyüme, kalkınma gerçekleşemiyor..” Diğer bir soru da: “Yüzde 11, yüzde 7 büyüdük diye, zil takıp oynuyorsun da, neden ekonomi istihdam yaratamıyor...” “İşsizlik, reel bazda yüzde 11’lerde, üniversite diplomasına sahip olanlarda ise yüzde 25’lerde..” “İş arayan, iş aramaktan ümidini kesenlerle birlikte, 6 milyon kişi işsiz, ekmek parasına muhtaç... Klasik iktisat teorilerinin gerekleri var olsa da, ekonomik enstümanlar kadar, başka faktörlerinde iktisadi hayatta etkili olduğunu  düşündürüyor. 

Esasen 2001 Nobel Ekonomi Ödülü’nün sahibi Joseph Stiglitz, ekonominin toplum ve insan ilişkileri ile ilgisini araştırmıştır. Hep denir ki; “Ekonomi kendi dinamikleri sürecinde, sonuca gider, piyasa rasyonelliği dengeleri sağlar..” Oysa, Richard Thaler, kendisine 2017 Nobel Ödülü’nü getiren teorisinde; ekonominin olumlu işleyip, netice alınmasında, bir ülkenin, toplumsal, psikolojik, gelece bakış, güven faktörlerinin büyük önemi haiz olduğunun altını önemle çizmiştir. İktisat Felsefecisi Richard Thaler, “Nudge” isimli kitabında, bu kavramları analiz etmiştir. Sonuç olarak, geliştirdiği teorisini; “Davranışsal Ekonomi” olarak ifade ederek, anlamlaştırmıştır. Galiba biz, Türkiye’de, Theyer’in teorisinin tatbikata geçtiği bir ülkede yaşıyoruz. 

Ekonomi yönetimleri, genel de kendi işlerine gelen çarpıcı, iyimser rakamlar ifade ederler, pembe tablolar çizerler. Halbuki, reel ekonomide yer alan oyuncular, yani yatırımcılar, endüstri ortamı, iş adamları, sanayiciler, hükümet yetkililerinin açıklama ve kararlarına “Aman suya sabuna karışmayayım, başıma bir şey gelmesin,” düşüncesi ile itiraz etmeseler de kendi aralarında hadisenin gerçek yüzünü görüp, anlayarak yatırım karar ve hareketlerini vermektedirler. Reel sektörde faaliyetleri olanlar, esasen günlük hayatlarında işletme ve istihdam gerçekleri ile yüz yüzedirler. Yani övünç ortamında, nutuklarda, söylenenlerle, yaşananlar arasında çarpıcı çelişkiler mevcuttur. İş adamları bırakınız yeni yatırım niyetlerini, biz plancıların ‘Tevsi ve Modernizasyon’ diye ifade ettiğimiz yatırımlardan bile içtinap etmektedirler. Thaler’in, davranışlar ve gerçekler kuramı, burada devreye girmektedir. Görünürde, her şey müsaittir. Ama sistem işlemiyor, çarklar olması gerektiği gibi dönmüyor. Gelişmiş ülkelerle, gelişmemiş ülkeleri birbirlerinden ayıran en bariz fark, sistemdir. Herkesin öngörüler sisteme göre davranmasıdır. Eğer bir ülke gerginse, vatandaşlar ayrışmışsa, güven ortamı yeterli değil ise, insanlar geleceklerine umutla bakamıyorsa, yatırım ve ekonomi kararları berrak olmaz, muğlak olur... Örneğin, dünyada 2 trilyon dolar yabancı sermaye yatırımı potansiyeli mevcut. Türkiye, neden 15 milyar doların üzerine çıkamıyor. Acaba neden, doğrudan veya dolaylı yabancı sermaye yatırımı ülkemize gelemiyor. Oysa, sermayenin yeterli olmadığı, tasarruf oranının düşük olduğu yerde, yabancı sermaye hayati öneme haizdir. Bunun tek izahı, ülkenin kriz yorgunu olması, toplumsal güvenin yeterli olmaması, dış politika zaafları, uluslararası işbirliği ilişkilerinin olması gerektiği gibi yürütülememesidir. Özellikle, iktidar yerli ve yabancı yatırımcılara çok yönlü güven vermelidir. Ekonomi üzerindeki psikolojik ve sosyal baskılar, ekonominin rayına girmesini engeller. 

Güven ve istikrar yaşamsal öneme haizdir. Ekonominin kendisine özgü, doğal kuralları, kanunları vardır. Demokrasi, İnsan Hak ve Hürriyetleri, en geniş şekli ile tüm kurum ve kuralları ile işlemelidir. İnsanlar düşüncelerini, fikirlerini, önerilerini korkusuzca muaheze edilmeden ifade edebilmeli, yazabilmelidir. Fertler, basın, medya, mutlaka, iktidarın hoşuna gidecek hususları değil, demokrasinin gereği olan tenkitleri, değişik görüşleri, hür ortamda ortaya koyabilmelidir. Eyleme dönüşmeyen, amme intizamını bozmayan davranışlara, demokrasilerde tahammül şarttır. Hususiyle, yabancı ülkelerle, uluslararası kuruluşlarla kavga yerine, fevkalade olumlu ilişkiler tesis edilmelidir. Dış politika bir yaz-boz tahtası değildir. Dış politikayı bundan anlayanlara, meslekleri diplomasi olan yetkililere bırakmak esastır. Dış politika da tek amaç, usulüne, üslubuna uygun olarak, Türkiyemizin ali menfaatlerinin her bakımdan, en üst düzeyde korunmasıdır. 

Nobel Ödülü alan Thaler’in “Davranış” teorisi, bana bunları düşündürdü.  

.