Aylık Sızıntı dergisinde Aralık 2011 tarihinde “Newton’un Çağını Aşan İmanı” başlıklı Prof.Dr. Mustafa Nutku tarafından kaleme alınan ilginç ilmi makaleyi siz aziz okurlarla paylaşmak istiyorum. Bu yazı hem Newton yaşadığı ilmi ortamı hem de inancını ortaya koyması bakımından son önemlidir. Böylesine yerinde makaleden dolayı Prof.Dr.Mustafa Nutku Bey’i tebrik ve teşekkür ediyorum. İşte o makale:


“Sir Isaac Newton (1642–1727) fiziğin temel kanunlarından "Gravitasyon Kanunu"nun veya diğer mühim keşiflerinden sadece birinin bile, kendisini dünya çapında bir bilim adamı saymak için kâfi gelebileceği ifade edilmektedir. 24 yaşında meşhur yerçekimi kanununu keşfeden Newton, 25 yaşında, ölen hocasından boşalan matematik kürsüsüne profesör tayin edilir. Çeşitli bilim mevzularındaki inceleme ve keşifleri ile "Royal Society" (Krallık İlimler Akademisi) başkanlığına lâyık görülen ve her yıl yeniden seçilerek hayatının sonuna kadar bu vazifesine devam eden Newton, kraliçe tarafından "Sir" unvanı verilen ilk bilim insanı sıfatını da taşımaktadır. Parlamento üyeliği ve darphane müdürlüğü vazifelerinde de bulunan, Londra'da ikâmeti için kendisine lüks bir ev tahsis edilen bu bilim insanı, her şeye rağmen alçakgönüllü, çekingen, iffetli ve sade bir hayatı tercih etmiştir. Arkasında bilinen mânâda bir vasiyetnâme bırakmayan ve bekâr olarak vefat eden Newton, muhteşem bir cenaze merasiminin ardından, diğer ünlü İngiliz büyükleri gibi Westminster Katedrali'ne defnedilmiştir.
İlköğretim yıllarından itibaren "büyük bir bilim adamı" olarak tanıtılan Newton'un "dinî ilimler (teoloji) hakkında şimdiye kadar ortaya çıkarılan ve dört milyon kelimeyi bulan yazıları" şuurlu bir gayret ile gizlenegelmiştir. Bu büyük bilim insanının kalbî ve ruhî derinliğine işaret eden yazıları, nesillerin nazarlarından uzak tutularak, onun sadece bilime yaptığı katkılar öne çıkartılmaktadır. Newton'un teolojiyle alâkalı uzun zaman gizlenmiş yazıları, terekesinde yapılan incelemelerle günyüzüne çıkmış; bu yazılar sayesinde onun içinde yaşattığı iman net bir şekilde anlaşılmıştır. Teolojiyle alâkalı yazılarının asırlardır gizlenmesinin sebebinin, doğup yaşadığı İngiltere'deki Anglikan Kilisesi'nin ve yakın zamana kadar devam eden İngiliz Sömürge İmparatorluğu'nun takip ettiği siyaset ile paralel şekillenen bilim ideolojisi olduğu düşünülmektedir. Onun bilhassa ömrünün son günlerinde yazdıklarının İslâm inancına yakınlık derecesi merak konusudur. Bu yazılarda bilindiği kadarıyla en azından muvahhit bir insan olduğuna dâir işaretler vardır. 
O, Allah'ın varlığına, birliğine ve bütün âlemlerin Rabbi olduğuna inanıyordu. Newton'a göre, kâinat hesaplanabilir ve ölçülebilir kural ve kanunlarla ayakta durmaktadır. Zîrâ onu, kendine has keyfiyetiyle belli bir akıl ve mantık sahibi güç –yani bir Yaratıcı- yoktan var etmiştir. O, kâinatı, her şeye Kâdir olan bir Yaratıcı'nın vücut verdiği bir kriptogram olarak görüyordu.
Newton'un, Ateizm'i çok sert bir dille eleştirmesinden başka, Hristiyanlıktaki teslis (Allah'ı üçlemek) akîdesi için "sonradan çıkarılmış bir tür sahtecilik" dediği, Hz. İsa'yı İlâh gibi görüp ona tapınmayı "putperestlik" olarak vasıflandırdığı da ortaya çıkmıştır. Katolizm, Anglikanizm ve Kalvinizm'in tahrif olmuş ve sapkın görüşler olduğuna inanıyordu. Çünkü teslis düşüncesinin, tahrif olmamış Hristiyanlıkta yerinin olmadığına katiyen iman etmişti. Kendi inancını, Hz. İsa'nın "sadece bir peygamber, elçi ve ancak yeryüzünde bir halife" olduğunu savunan Arianizm'e yakın buluyordu. Ölüm döşeğinde iken Anglikan Kilisesi'nin ritüellerini kesin bir dille reddetmesi, bu inancındaki samimiyetinin açık işaretiydi. Onun 1673 yılında hususî olarak kaleme aldığı tahmin edilen bir belgede, genel Hristiyan inancıyla açıkça ters düşen, Hz. İsa'nın şahsiyetine dair ulaşmış olduğu neticeleri sıraladığı 12 nokta dikkatleri çeker; bu belgede enteresan bir şekilde 13. maddeyi boş bırakmıştır.
O,"God is known from his works" (Allah yaptıkları ile bilinir) sözüyle, Allah'ın zatıyla bilinemeyeceğine, ancak kâinat sayfalarındaki isim ve sıfatlarının tecellileri (akisleri) ile bilinebileceğine dair çok mühim bir hakikate işaret ediyor; insanın en başta gelen vazifesinin de 'Allah'ı tanımak' (marifetullah) olabileceğine vurgu yapıyordu. Yine başka bir eserinde, her şeyin son derece suhûletle olup bitiyor olmasını Yaratıcı'nın mükemmelliğiyle irtibatlandırıyor, Yaratıcı'nın hikmetle iş yaptığını ve asla hiçbir şeyi başka bir şeye karıştırmadan işleri yürüttüğünü söylüyordu. Hayvanların vücudundaki organ simetrisi üzerine yorum yaptığı bir yerde ise, bu simetrinin asla kendiliğinden olamayacağına işaret ederek, kâinattaki benzer hâdiselerde Yaratıcı'nın hikmetli ve bilgili kudret elinin tecelli etmesine açık bir vurgu yapıyordu.
Ortaya konulan bütün bu belge ve delil niteliğindeki ifadelerden açıkça anlaşıldığı üzere, Newton adını tam olarak ortaya koyamasa da Kadîr, Vâhid ve Ehad bir Yaratıcı'ya dikkatleri çekerek, maddeyi ezelî tevehhüm edenlere, tesadüfçülere, her şeyin kendiliğinden olduğu iddiasında bulunanlara, bilimin diliyle gereken cevabı vermiştir. Kıyısına kadar geldiği anlaşılan İslâm dairesine girip girmediği konusu meçhul olsa da, Newton ciddi yüreklilik isteyen bir kararlılıkla devrinin ve toplumunun genel hâline karşı koyması için ihtiyaç duyduğu iman derinliğini sergilemiş görünüyor. Bu itibarla inançsızlık ve maddecilik temellerine göre hareket eden bilim ideologları ne kadar gizlemeye gayret etseler de, Kur'ân'ın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğu, dinin ve bilimin birbiriyle çelişmediği her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.”
Yorumu siz aziz okurlara bırakıyorum.