Demek ki devlet; sırasında, milletin birbirine daha iyi kenetlenmesi ve sarılması için, bu tip üzücü olayları fırsat bilerek; millet üstüne çöken veya çökmeye çalışan gaflet bulutlarını dağıtmak ister.
     Bu şüphesiz çok nâdir hâllerde  -geçmişte yaşadığımız-  bayrağa saygısızlık gibi, çok hayatî durumlarda yapılan, yerinde bir faaliyet ve eylemdir.
     Nitekim, aynı davranış biçimini bizler; İlâhî tasarrufların seçim ve tayinlerinde bile görüyoruz.
     Yüce Allah, gaflete dalan, sefahete giren, günahlara dadanan veya ibadet ve taatlarında tembellik eden, gevşeklik gösteren kullarını; kendilerine getirmek, ölümü hatırlatmak, hesaba-kitaba çekeceğini bildirmek için, bazı zahirî / görünür sebepleri perde yaparak; çeşitli hastalıklara yakalatmıyor mu? Başlarına musibetler getirmiyor mu? Kulun aklı başına gelsin, asıl vazife ve görevini unutmasın diye, kaza ve belâlara uğratmıyor mu?
     Tabii hikmeti var diye buna sebep olan şeyleri ve kişileri mâzur görmemiz de istenmiyor. Onlar karşısında gereken tedbir ve önlemler alınır ve failleri gereken cezalara çarptırılır. Nitekim İlâhî adalet de bunu iktiza ettiriyor, gerektiriyor. Velhasıl hikmet içinde hikmet.
     Bu tip vukubulan olaylara, şöyle bir açıdan da bakabiliriz:
     Allah'ın; Atmaca'yı Serçe'ye musallat etmesi, Atmaca'yı Serçe'ye saldırtması; Serçe'nin kerr ü ferr yani manevra kabiliyetini arttırması için, Serçe'nin savunma mekanizmalarını harekete geçirmek kasdiyle değil midir?
     İşte bu gibi bakış açılarından olsa gerek  “Vakide / olanda hayır vardır.”  denilmiştir.
     Türkiye, sıkıntılı bir cendereden, ağır bir buhrandan geçiyor.
     AB ve ABD; Türkiye'nin geleceğini karartmak için ellerinden geleni yaparken; en kötüsü de aynı  milleti birbirine düşürmek isterken; devletin, milletiyle el ele vererek; dünyaya birlik mesajları salarak, bunları önleyici tedbir ve önlemlere başvurmasından;

Millet - devlet el ele
Bu birlikten kime ne?
mesajları vermesinden daha tabii ve doğal ne olabilir?
     Türkiye'de, geçmişte de  “Bayrağa saygı mitingleri.”  yapılmak zorunda kalınmadı mı? O zamanlar meydanlarda  “kızıl bayraklar”  taşınmıştı!
     Bugün de meydanlarda, nasılsa kandırılmış bir kısım insanlarımız; bölücü sözde bayraklar taşımıyor mu?
     Bir kısım vatandaşlarımız, kendi vatanında, kendini vatansız saymıyor mu?
     Kendi toprağında, kendini topraksız sanmıyor mu?
     Kendi bayrağına karşı, sanki kendi bayrağı değilmiş gibi davranmıyor mu?
     Böylece tam bir gaflet içinde yüzdüklerini sergilemiyorlar mı?
     Bütün bu manzaralar, devleti dehşete düşürmeye yetmez mi?
     Devleti gerekli tedbir ve önlemler almaya yöneltmez mi?
     Hem yöneltmemeli mi?
     Kaldı ki, bazılarının farklı olduklarının göstergesi olarak ayrılık-gayrlık güderek kutlamaya çalıştıkları Nevruz; aslında kaynağımızın bir ve aynı olduğunun da delilidir. Çünkü “Azerî, Kazak, Kırgız, Türkmen, Özbek, Tatar, Uygur Türkleri, Anadolu Türkleri ve Balkan Türkleri Nevruz geleneğini canlı olarak (aynı heyecan ve büyük bir sevinç ve coşku içinde) günümüze kadar yaşatmışlar (ve yaşatmakta)dır(lar).”