BM Genel Kurulu’na Kıbrıs adasının tek temsilcisi olarak katılan Anastasiadis iyice ipin ucunu kaçırdı. BM Güvenlik Konseyi’nin beş Daimi Üyesine verdiği yemekte astı kesti, kendini de Kıbrıs adasının tek sahibi ve lütufkâr yöneticisi sanarak, hakkı yenmiş mazlum rollerinde Türkiye Cumhuriyeti’ni baştan sona, aşağıdan yukarıya suçladı. 
BM Güvenlik Konseyi’nin beş Daimi Üyesinden, Girit’te geçen asrın başında yaptıklarının aynısını Kıbrıs adasında da yapabilmek için utanmadan, sıkılmadan yardım istedi. 
BM Güvenlik Konseyi’nin beş Daimi Üyesi Türkiye’ye baskı yapsınlarmış! Önce Türkiye Kıbrıslı Türklere yardım etmekten vaz geçsinmiş, sonra adadan Türk askerini geri çeksinmiş, sonra da Türkiye’den gelip ada topraklarına tırnaklarını geçirerek vatanlaştıran kardeşlerimiz de geri gitsinlermiş! Türkiye’nin Garantörlük haklarını kaldırsınlarmış ve artık bir daha Türkiye, adada katliamlar yaşansa bile asla adaya müdahale etmesinmiş, Kıbrıslı Türkleri de katliamdan kurtarmasınmış. 
Aslanım Nikos Anastasiadis; sen çok akıllısın, bizler de aptal. Ne demek istediğini, neyi murat ettiğini de hiç anlamadık gerçekten!
Anastasiadis’in müzakere sürecinde söylediklerine bakıyorum ve kulaklarıma inanamıyorum. Öyle öneriler yapıyor ki, kendilerinin gelecekte istedikleri anda şimdi oluşturulacak devleti ellerine geçirmek yetkileri olacak ama bizim söz konusu eşitliği koruyabilecek hakkımız olmayacak. Eğer şimdi oluşturulacak devlet bir gün gene Rum işgali altına girerse, Kıbrıslı Türklerin uluslararası temsiliyet ve tanınma hakları asla olmayacak.
Müzakere sürecinde eğer Denktaş ve Makarios arasında imzalanan 1977 Doruk Anlaşmasında temelleri atılan “İki bölgeli, iki toplumlu, siyaseten eşit, politik olarak da eşit haklara sahip iki kurucu devletten oluşacak Federal Cumhuriyet”in kurulması her iki tarafça açık yüreklilikle isteniyorsa, bu devletin ileriki bir tarihte aynen 1963 yılında olduğu gibi Rumlar tarafından ele geçirilmesinin önü net bir şekilde tıkanmalı, Kıbrıslı Türklerin de bu durumda kendi devletlerini ilan etmek yetkisi açık ve net olarak Anayasa’da yer almalıdır.
Aramızdaki sol görüşlü, sol tendanslı ve sosyal demokrat kavramlarına sıkı sıkıya sarılmış bazı siyasi partiler ile Sivil Toplum Örgütleri ve meslek kuruluşları, nedense 41 yıldır adamızda sürmekte olan “Barış ortamı” sanki de yokmuş gibi “Barış istiyoruz” sloganları ve söylemleri ile Kıbrıslı Türklerin geçmişte yaşadıklarının bir daha tekrarlanmaması için kırmızı çizgi olarak tanımlayıp talep ettiklerini Rumlara kabul ettirmek için çaba göstereceklerine, Rumların istedikleri çözüm şeklini Kıbrıslı Türklere kabul ettirmek çabası içine girmişler maalesef. Nedense Rumları kurtarıcı gibi gören bu zihniyet sırtını anavatan Türkiye’ye dönmeyi tercih etmiş.        
Her zaman yanımızda bulunan ve desteğini hiçbir zaman bizlerden esirgememiş olan anavatan Türkiye’mizin etkin ve fiili garantisini yok etmeyi ve mezara gömmeyi hedefleyen, iki kesimliliğin getireceği güvence ile eşit siyasi haklara sahip olmamızı yok etmeyi amaçlayan ve de gelecekte Kıbrıs adasının egemenliğinin Kıbrıslı Rumların veya da Yunanistan’ın eline geçmesini hedefleyen düşünce ve girişimleri Kıbrıslı Türkler benimsememeli ve mani olmalıdırlar. Bu tür düşüncelere de asla geçit verilmemelidir. 
Adanın tümü üzerinde katıksız bir Rum egemenliği kurulması girişimlerini ve düşüncesini destekleyerek bunu “İlerici, Barışçı, Uzlaşıcı” gibi kulağa hoş gelen kelimelerle tanımlayan, buna karşın da yurtseverliği, vatanseverliği de “Gerici, kafatasçı, hamaset” gibi küçük düşürücü tanımlarla ayaklar altına almaya çalışanların ne yaptıklarını fark etmeleri umarım çok zaman almaz…. 
Rum basınında çıkan sızdırma yazılara ve bilgilere bakılırsa, Müzakerelerde gidişat bizim açımızdan çok da parlak bir tablo çizmiyor…