Mutsuzluk, düşünebilen bilen insanoğluna özgü bir duygudur doğal olarak. Lakin birçok canlıda da çeşitli duygular bulunmaktadır.   Hayvanlardaki duygu ve hisler bazen insanoğlunun ötesine geçmektedir. İnsandan daha duygulu olabilmektedirler bazen. Kim bilir belki de en vahşi varlık, medeni varlıkların en üstünü olarak kendimizi kabul ederken hayvanların bile işleyemeyeceği vahşet görüntülerine şahit olmaktayız.
Her gün ajanslarda duyuyor görüyoruz birçok şeyi. Peki ya izlerken insan olduğumuzdan utanmıyor muyuz? Kendi çocuğunu katledenler, en ufak bir yan bakma nedeni bile cinayet nedeni olabiliyor. İşkence, taciz, tecavüz, saymakla bitmeyecek kadar vahşilikte işlenen cinayetler. 
Her şeyden önce egoistiz, harcayamayacağımızdan çok para kazanıyoruz, yiyemeyeceğimizden fazla yiyecek biriktiriyoruz. Giyemeyeceğimizden fazla giyecek alıyoruz. Tüm bunları dünyada 1.5 milyon insan açlıktan ölürken yapıyoruz ve en ufak bir utanma ve vicdan azabı duymadan yapıyoruz.  
Dünyadaki açlık yeteri kadar besinin olmamasından değil, imkânları geniş insanların doymamasından ve ihtiraslarını kontrol edemediklerinden kaynaklanmaktadır.
Eğitim denince geleceğin gençlerimizi üniversitelerde okutuyoruz, belli bir branşta eğitimini tamamlayınca elinde diploması bulunan her gencimizi yetiştirdiğimizi sanıyoruz. Hâlbuki elindeki diploma dediğimiz şey onun sadece belli bir dalda branşın göstergesidir. Yani kısaca eğitimini tamamlamamış, diplomalı cahilleri ordusuna yenilerini katmışız demektir. 
Adam olmanın meziyetlerini öğretememişiz,  doğuştan var olan insanı duygularını geliştirememişiz, kin, nefret gibi tehlike boyutlarına varan duygularını törpüleyemeden yetiştirdiğimiz sandığımız gençleri kaderlerine terk etmekteyiz.  
Maneviyat, sevgi ve aşk teknesinde yoğuramadığımız insanımızı belli kurallar çerçevesinde koyduğumuz yasalara uymalarını beklemek ne kadar akılcı bir yoldur. İnsanların beyinlerine sevgiyi, aşkı, manevi duyguları, iyilik, vatan sevgisini gibi insanı duyguları koyamamışsak, yasalarınız ne kadar güçlü olursa olsun şiddetin ve vahşetin önüne geçilemeyecektir. 
Önce ülkemizi sonra dünyamızı sevgi yörüngesinde yüzdürmek mecburiyetindeyiz.  Toplumu mutsuz eden, gelirindeki azlıktan ziyade adaletin ve milli gelirin eşit şekilde dağıtılmamasıdır. 
“Biri yer, biri bakar, kıyamet ondan kopar”  atasözümüz aslında olanı en güzel şekilde özetlemektedir.
Siyasi makam uğruna söylenen yalanlar, yalakalıklar.
Daha çok para kazanma uğruna ticarette hileli mal üretimi ve insan sağlığına zararlı gıda imal etmek. Hayatımızı maddiyata, şöhret ve makam kazanmaya kurgularsak,  insani değerlerimizi öncelik sırasından çıkardığımız an mutlu olmamız mümkün olmayacaktır. Çünkü insanın mutlu olmasının kotları vermek ve yardım üzerine kotlanmıştır. Birine yardım etmenin verdiği hazı tatmak doyumsuz bir istek vermektedir. Her ne pahasına olursa olsun kazanmak, kalıcı beşeri değerlerimizi kaybettirir. 
Vermek değer katmaktır, haksız kazanç kıymet kaybıdır. Bireysel mutsuzluğumuzun olduğu kadar toplumsal mutsuzluk daha büyük bir problemdir.  Buna etkenlerin başında adaletsizlik, adalete güvenin sarsılması gelmektedir. Sevgi ve saygının azalması,  insan haklarındaki eşitsizlik. Sınıf farklılığının yaygınlaşması, ötekileştirme, paranın bilgiden üstün halde tutulması, gelir dağılımındaki haksızlıklar gibi birçok etken mutsuzluk nedenlerdir. 
Çoğunluğunun huzursuz ve mutsuz olduğu bir toplumda imkanlarınız ne kadar geniş olursa olsun,içerisinde yaşadığınız ülkede insanlar mutsuz ise, adalet dağılımında eşit davranılmıyorsa, hukuku üstün kılmamışsanız, inanç ve konuşma hürriyetiniz kısıtlanmışsa, ne güvendesinizdir ne de tam manasıyla huzurlu yaşamdan bahsetmek zordur.