"Hükmün kendine bile geçmezken... Sor bakalım yüreğine. Hiç dinlemiş mi seni?"

Neden içim acıyor Molly? Oysa hislerimi öldürmüştüm. Duygularımı alaşağı etmiştim. Artık duymayacaktım hiç bir acı. Kimsenin yükü sırtımda ağırlığa dönüşmeyecekti. Ne dilencinin yürek yırtan sesi , ne annesini kaybeden çocuğun ağlayışı , ne kaderine boyun eğen kadersizlerin yazgıları, ne de soluk benizli kadınların renksiz hayat hikayeleri... Karanlıktan korkmaktan vazgeçmiş kör bir adamın hikayesiydi elimde tuttuğum. Ve bu hikaye kendi kendine yazılıyordu. Seyirci olmaktan öteye gidemediğim kara bir yazgının baş kahramanıydım. Kah sahnede, kah seyirci koltuğunda oturup kendime gülüyordum. Kendime bağırıyordum. Kendimi seviyordum. Kendimi eziyordum. Böcek gibi. Pisliğe bulanmış kara bir sinek gibi. Son yazgımızın ölüm olduğunu bilerek yaşıyorduk Molly. Bundan daha büyük bir kaos olabilir mi? Yeniden doğmak için ölmek gerekiyordu. Ah Molly. En iyi sen bilirsin kaç kez öldüğümü. Kaç kez sevgi pınarlarından içtiğim zehirin tesir etmediğini. Öldükçe dirildiğimi sen bilirsin. Peki neden içim acıyor Molly? Dostun olur, hayatın değişir. Düşmanın olur, hayatın değişir.

Aşkı bulursun, hayatın değişir. Aşkı kaybedersin, hayatın değişir. Ölümle tanışanlara tanık olursun, hayatın değişir. Yaşama tutunanları görürsün, hayatın değişir. Yüzü kızarmadan yalan söyleyenleri görürsün, hayatını değiştirirsin. Ağlarsın, sevinirsin, üzülürsün, mutlu olursun... Hayatın hep değişir. İbre hep değişir. Zaman değişir, sen değişirsin, gelenler değişir, gidenler değişir. Değişmeyen tek şey değişim dersin. O da değişir. İşte o zaman sırtını zamana yaslar, gözlerini kaparsın. İçindeki tınılara kulak kabartırsın. Derinlerden gelen sese el sallarsın. Değişen onca şeyin arasında, değişmeyen tek şeyin gözlerin olduğunu, yüzüne dökülen sıcak, minik, çocukluğundan kalma damlaları fark edince anlarsın. Peki söyle neden içim acıyor, neden?

Sevda kaçsın çayınıza...