Kırılmış bir filizin ömründen çalarak geldim. Hırsız yüreğim infaza hazır. Son isteğimi sordular. Seni gösterdim. Neredesin? 

                                                    *

Elimde soru cümlelerinin cevapsız anahtarlarıyla, karanlık bir kapının önünde açılmasını bekliyorum belki de. Parolayı bilmeden. Susamdan medet umarak.

                                                     Melda Zirek / Uçurtmalar Kirlenmez

                                                   *

''Mavi benim huyum!'' yazılıydı vapurun güvertesinde. Kim yazmıştı, ne zaman yazmıştı, niye yazmıştı? Her şeyin, her ihtimalin olasılıklarını bir kenara iterek, sadece yazıya odaklanmıştım. Mavi bir gök vardı üstümüzde. Şanslıydım. Bu mevsimde bu şehir genelde gri olurdu. Kasvetli bir gök üzerimizde nöbet tutardı. Geceyi gündüze devreder, mevsimleri peşi sıra sıralar; tüm bu oluşum içerisinde rengini gri tutmayı yeğlerdi. Bu şehir gri rengi çok severdi. Evleri, yolları, köprüleri hep griydi. Gri havalarda o canım deniz de griye dönerdi. Şehri baştan aşağıya canlı kılmayı başaran, tekrar hayat veren sarı sıcak güneşti bugün içimi ısıtan. Ve kim bilir, kim böyle sıcak bir günde vapurun güvertesine yaslanıp yazmıştı bu yazıyı?  Yanından geçen çaycının tepsisinden, buharı üzerinde sıcak bir çay almış, ''kaç şeker?'' sorusuna belki bir, iki demiş ya da kullanmıyorum şeklinde elinin tersiyle işaret etmişti. Çayını yudumlarken bu defa yanından geçen simitçinin tepsisinden bir tane almış, parasını kuruşu kuruşuna verip bir parçasını ağzına atmıştı.

Martılar... 

Bu gri şehrin en harikulade şeyleri... Onlara hayvan demek olmaz! Dünyanın renklerinden biri onlar. Kanat çırpışlarıyla, bakışlarıyla, iri cüsseleriyle uçan melekler. Biri ya da bir kaçı vapura eşlik edip denize atılan simit parçalarını havada kapma telaşıyla, hızlı şekilde kanat çırpıyorlardı. Bir parçasını kopardığı simidin kalanını yemeye hazırlanırken, martı elinden kapıp kız kulesi istikametine yöneldi. Havada asılı kalan elini tekrar cebine soktu. Son kuruşunu az önce simitçiye verdiğini hatırladı. Gülümsedi o anda belki de. Çantasından kalemi çıkardı ve bu yazıyı yazdı belki de. Cebinde sigarası dahi kalmamıştı. Burnuna gelen dumanı içine çekti. Martıların afiyetle simitleri yiyişini seyretti. Belki içinde türlü küfürler uçuşuyordu, yalıların yanından geçerken. Bir an sırtını denize çevirdi. Yazdığı yazıya gözü ilişti. Ve tekrar gülümsedi. Mavi bir denizde, mavi bir göğün altında mavi huylu bu adam, maviliklere daldı…

                             

                                                 *

Bir kadın anlamak ister; 
anlarken de anlaşılmak. 
Gözlerinin en derinliklerine bakarken içten içe bir yol çizer gönül gözünden yüreğine. 
Usulca orada biriktirir; 
heyecanlarını, 
sevinçlerini, 
mutluluklarını. 
Bir kadın sevmek ister, 
severken de sevilmek. 
Dilden yüreğe kazıdığı o engebeli yolun sonuna 
sadece güzel dileklerini istiflemek ister. 
Tıpkı bir karınca gibi. 
Çalışır. 
Öteki kışı göremeyeceğini bilmeden. 
Aşkının ne kadar süreceğini bilmeden; 
incinmekten korkarak çalışır titrek yüreği ile kadın. 
Ve en büyük yıkımı anlaşılmamaktır. 
Aldatılmak… 
Aldatıldığını çok sonrasında öğrensen de 
yürek yangının esen rüzgârla daha da alevlenecek, 
biliyorum. 
Ve ihanetin kollarına atacaksın kendini. 
Gücün kalmadı çünkü. 
Bu yolda şimdilik yalnız gibi gözüksen de 
görünmeyen buz dağının en sert ve çetrefilli yönüyle 
karşılaşmayanlara edecek bir çift lafın var biliyorum. 
En öfkeli vakitlerde bile şeytan sana yaklaşamaz. 
Göz göze gelmekten bile çekinir. 
İyilik ve güzellik pınarından öyle şeyler akar ki, 
herkes ağzı açık seni izler. 
Gıpta eder. 
Hasetlenir. 
İçleri çekilir. 
Ve sen onca kirlenmişliğe rağmen 
ak pak dimdik durursun karşılarında. 
Peki, neden durmadın? 

                                                          Melda Zirek şiirleri

                                     *

Her şey gönlünüzce olsun. Sevda kaçsın çayınıza. 

Ve daima iyiliğe koşalım. Hep beraber. İyilik toplayalım. Büyürken hayallerimizi de büyütelim.

“İnsan hayalleri olduğu müddetçe yaşar”