Son zamanlarda peşpeşe yaşamakta olduğumuz bombalı terör eylemlerinin nedeni, Türkiye’nin bu taşeron örgütlerin karşısına dikilmesidir. Askerlerimizi, güvenlik güçlerimizi ve masum insanlarımızı hedef alan terör eylemleri, 15 Temmuz’da yaşadığı büyük ihanetin sarsıntılarına rağmen, “Kaderimi taşeron terör örgütlerinin ya da dost görünümlü bir takım devletlerin yazmasına asla izin veremem” şahlanışı sergileyen Türkiye’yi dize getireceklerini sanan gafillerin, vicdansızların umutsuz çırpınışlarıdır. 

Türkiye bir süredir birliğini, bütünlüğünü hedef alan ses getirici terör eylemleriyle sarsılıyor. Hedef Türkiye Cumhuriyeti’ni kaosa sürükleyerek, uluslararası arenada, “yönetilemez ülke” olarak tanımlanmasını sağlamaktır. 

Geçen gün CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nu hedef alan roketatarlı saldırı, dün Şırnak-Cizre karayolundaki emniyet müdürlüğüne bomba yüklü araçla yapılan saldırı aynı odaklar tarafından düzenlenmiş, aynı amaca yönelik terör eylemleridir. Son günlerde peşpeşe yaşadığımız bombalı terör eylemlerini birbirinden ayrı düşünemeyiz. 

Türkiye’nin, ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın Ankara’ya geldiği gün, Suriye’nin kuzeyine, “kırmızı çizgim” dediği Fırat’ı geçen PKK/YPG’ye karşı ÖSO destekli bir askeri operasyon başlatmasını kimileri alkışlarken, kimileri “Türkiye Suriye bataklığına saplandı” şeklinde değerlendirdi. Sonuçları ne olursa olsun, gelinen noktada Türkiye, varlığını, birliğini hedef alan uluslararası destekli bir oyunu bozmak için bu riski göze almak zorundaydı. Türkiye, 1200 km’lik güney sınırları boyunca kuşatılmaya razı olamazdı. 

Türkiye, uluslararası hukuk çerçevesinde kalmaya özen göstererek başlattığı “Fırat Kalkanı” operasyonuyla bölgede küresel güçlerin amaçlarına hizmet eden taşeron terör örgütlerinin hayallerine set çekmiş oldu. “Fırat Kalkanı” operasyonuyla hem PKK/PYD hem de IŞİD/DEAŞ örgütleri karşılarında ciddi bir devlet gücü buldular. 

Rahatsız oldular. 

Son zamanlarda peşpeşe yaşamakta olduğumuz bombalı terör eylemlerinin nedeni, Türkiye’nin bu taşeron örgütlerin karşısına dikilmesidir. Askerlerimizi, güvenlik güçlerimizi ve masum insanlarımızı hedef alan terör eylemleri, 15 Temmuz’da yaşadığı büyük ihanetin sarsıntılarına rağmen, “Kaderimi taşeron terör örgütlerinin ya da dost görünümlü bir takım devletlerin yazmasına asla izin veremem” şahlanışı sergileyen Türkiye’yi dize getireceklerini sanan gafillerin, vicdansızların umutsuz çırpınışlarıdır. 

Türkiye, pepşeşe gerçekleştirilen terör eylemleriyle bunaltılmak, kaosa sürüklenmek ve birilerinin arzularına boyun eğmeye, ödün vermeye zorlanmak isteniyor. 

Bu büyük oyunda ödün vermek ne demektir? 

Türkiye’nin vatan bildiği topraklarının bir bölümünden vazgeçmesi demektir. Türkiye’nin belli bir bölgeden askerini, polisini çekmesi demektir. Türkiye’nin kaderini başkalarının yazmasına izin vermesi demektir. Binlerce yıllık bir tarihi ve köklü bir devlet geleneği olan bir Türkiye’nin böyle baskılara, oldu-bittilere boyun eğmesi mümkün değildir. Yüz yıl öncesinde, çok olumsuz koşullarda emperyalizme savaş açmış ve bu Kurtuluş Savaşı’nı zaferle taçlandırmış bir Türkiye’nin taşeron terör örgütlerine baş eğmesi asla düşünülemez.

TERÖR ÖRGÜTLRİNİN ARKASINDAKİ DİNAMİKLERİ GÖRMEK VE DEŞİFRE ETMEK DURUMUNDAYIZ

15 Temmuz darbe girişiminin sisleri dağıldıkça daha net olarak gördük ki, Türkiye’yi istikrarsızlığa sürüklemek isteyen ve gelecekle ilgili hesaplarını bu olasılığa göre kurgulayan devletler var. 15 Temmuz darbe girişimi Türkiye’yi teslim almayı hedefleyen ve uzun soluklu bir hazırlık devresi sonrasında uygulamaya konulan bir kumpastı.

Türkiye’nin, başta TSK olmak üzere, kamu kurumlarına sızmış olan hainleri temizlenmesi bazı sıkıntıların yaşanmasına neden oldu, ama köklü bir devlet geleneği ve sağlam bir ekonomisi olan Türkiye, bazı “dostların” beklentisini boşa çıkardı, kaosa sürüklenmedi, “yönetilemez ülke” durumuna düşmedi. Üstelik, 15 Temmuz gecesi yaşananlar nedeniyle ordusu zaafa düştü sanılan Türkiye, 24 Ağustos Çarşamba sabahı 04.00’te Suriye’nin kuzeyine bir operasyon düzenledi. 

“Fırat Kalkanı” operasyonunun amacı, sınır güvenliğini sağlamak, devlet otoritesi kalmayan Suriye’nin kuzey bölgesinden terör saldırılarını önlemek ve bu arada ihtarımızı dinlemeyerek Fırat’ın batısına geçen PKK/YPG güçlerini geldikleri yere geri göndermekti. PKK/YPG’nin Arap ve Türkmen ağırlıklı bu bölgede çakma bir Kürt devletinin oluşturulmasını engellemekti. Hatırlayacağınız gibi, YPG Menbiç’i ele geçirdiğinde yaptığı ilk iş, yüzde 87’si Arap ve Türkmen olan bu yerleşim biriminin adını Kürtleştirmek olmuştu. Seçtikleri ad (MABUK) Kürtçe’de “ölümsüz gelin” demekti, ama “Fırat Kalkanı” operasyonuyla “ölümsüz gelin” pek ömürlü olamadı. 

“FIRAT KALKANI” SINIR AŞAN BİR OPERASYONDUR 

“Fırat Kalkanı” sınır aşan bir askeri operasyondu. O nedenle, uluslararası hukuka uygun etme zorunluluğu vardı. Operasyon bölgesi düne kadar Misak-ı Milli sınırlarımız içinde olan bir coğrafyaydı, ama Londra ve Zürih anlaşmaları gibi, Suriye Türkmenlerini koruma konusunda bize garantörlük hakkı tanıyan bir anlaşma yoktu elimizde. 

Operasyona konu olan Fırat ile Hatay arasında kalan bölgenin en önemli yerleşim birimi El Tai olarak anılan Çobanbey’dir. Burası Suriye’nin en önemli Türkmen kentlerinden biridir. Türkiye, Suriye krizinin başladığı 2011’den beri, sınırından   Halep’e uzanan coğrafyayı Çobanbey üzerinden kontrol ediyor, Bayır-Bucak Türkmenlerine ve kendine yakın bildiği gruplara Çobanbey üzerinden yardım gönderiyordu. 

Aynı bölgede, Fırat’ın hemen batı kıyısındaki Menbiç de IŞİD/DEAŞ için çok önemli bir lojistik destek merkeziydi. Türkiye’den IŞİD/DEAŞ’a gönderilen her türlü yardım bu merkez üzerinden alınıyor, canlı bomba eylemcileri hedeflenen noktalara bu merkez üzerinden gönderiliyordu. PKK/YPG’nin kurguladığı çakma Kürt devleti de Fırat’a dayanmış, IŞİD/DEAŞ’a komşu olmuştu.

Fırat ile Hatay arasındaki bölgenin önce Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO), “Fırat Kalkanı” operasyonu sonrasında da Türkiye’nin kontrolüne geçmesi, hem PKK/YPG hem de IŞŞİD/DEAŞ’ın hareket yeteneklerini kısıtlamış, geri atmalarına neden olmuştu. Türkiye’nin, her gün bir başka bombalı terör saldırısıyla sarsılmasının nedeni, son zamanlarda bölgedeki taşeron terör örgütlerinin yedikleri darbelerdir. 

Türkiye uluslararası konjonktüre uygun olarak IŞİD/DEAŞ’le mücadele gerekçesine dayandırdığı “Fırat Kalkanı” operasyonu nedeniyle, IŞİD/DEAŞ’ın daha yoğun, daha acımasız bombalı saldırılarına hedef  olabilir.

“Cep kadar bir Menbiç için bu kadar riski göze almaya değer miydi?” deniyor. 15 Temmuz darbe girişiminin arkasındaki dinamikler dikkate alındığında, “Fırat Kalkanı” operasyonun ne pahasına olursa olsun yapılması gereken bir operasyon olduğunu göreceklerdir. “Fırat Kalkanı” operasyonu, uzun yıllar hazırlıkları yapılan bir postmodern darbe girişimine karşı milletin sergilediği Yenikapı şahlanışının Cerablus’a yansımasıdır. 

Irak’ın Kuzey parseli ile Suriye’nin kuzey parselinde yaşayan Arap ve Türkmenler IŞİD/DEAŞ eliyle gerçekleştirilen katliamlarla yok ediliyor, yaşayanlar göçe zorlanıyor ve güney sınırlarımız boyunca bir Kürt iklimi oluşturulmaya çalışılıyor. Kırım Savaşı’ndan (1853-56) bu yana devam eden bu zorlamalarla binlerce yıl birlikte yaşamış insanlar arasına nifak sokulmak isteniyor. Türkiye yıllardır, katlandığı maddi ve manevi fedakarlıklarla bu oyunu da bozmaya çalışmaktadır. 

NE YAPMAK İSTİYORLAR?

Peki güvenlik güçlerimizi hedef alan terör saldırılarıyla verilmek istenen mesaj nedir, ne yapmak istiyorlar? 

“Ne yapmak istiyorlar?” sorusunun yanıtını bilebilmek için, bölgesel ve küresel aktörlerin, özellikle de Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında I. Körfez Savaşı’yla (1991) bölgemize bir kabus gibi çöken ABD’nin ülkemizle ilgili düşüncelerini net  olarak görmemiz gerekir. Çünkü, “Darbe girişiminden haberimiz yoktu” diyen ABD Başkan Yardımcısı Biden’ın da, “YPG Fırat’ın doğusuna çekiliyor” açıklaması yapan  Dışişleri Bakanı Kerry’nin de, doğruyu söylemekten neden kaçındıkları çok önemli ayrıntılardır.

ABD’nin burada çok net bir tavır sergilemesi gerekiyor. Kim senin dostun, ortağın stratejik ortağın? Ortadoğu ile ilgili hedeflerini demokratik yönetimi benimsemiş, NATO üyesi  bir Türkiye ile mi yürüyeceksin, yoksa terör örgütü saydığın PKK uzantısı YPG ile mi? Suriye krizini çözme konusunda bir hukuk devletini mi tercih edeceksin, yoksa bir terör örgütünü mü? 

Daha açık da sorabiliriz: Bugüne kadar, “en iyi dostum, müttefikim, stratejik ortağım” dediğin bir ülkenin kaosa, iç savaşa sürüklenip parçalanmasını mı düşlüyorsun, yoksa köklü bir devlet geleneği, yüzlerce yıllık bir tarihi ve zengin bir kültürü olan bir devletle mi elele yürümek mi istiyorsun? 

Terörün, teröristin yöntemleri ve hedefleri bellidir. Terör canımız yakar, ama bizi yıldıramaz. Terörle savaşmasını da biliriz. Bizim için önemli olan dostun davranışıdır. “Elin taşı değmez, dostun gülü yaralar beni.”