“-Deviren, kırıp döken, silip süpüren, yaman bir kasırgayı seher yeli gibi yumuşatabilmek mümkün müdür? Korkunç dalgalarını kabarta kabarta yürüyen bir denizi birden sâkinleştirmek kaabil midir? Yıldırımı güle çevirmek imkânı var mıdır? İnsanlar ve hattâ tabiat bu sorulara ‘hayır, hayır, hayır...’ demekte tereddüt etmez değil mi? Halbuki ben, kasırganın seher yeline, coşmuş denizin sevimli bir göle, yıldırımın güle inkılâp ettiğini (değiştiğini) gördüm.
     “Türkten bahsediyorum...Düşmana saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benziyen Türk, dost yanında ve silâhsız kalmış düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli kasırgaya, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize, ıtrında (kokusunda) asalet uçan bu gülü yıldırıma çevirmek, tabiatı da inciten bir gaflet olur...”

     Tasse, İtalya’nın en büyük şairlerindendir (La Jerusalem delivree = Kurtulan Kudüs) adlı eseri ile meşhurdur. Bu eserinde, Haçlılar seferini terennüm etmiş (anlatmış), hakikati seven bir sanatçı olarak, Türklerin kahramanlık ve merhamet hislerini, o zamanın Avrupa Yunan ve Arap âlemiyle mukayese etmiş (karşılaştırmış)tır. Bu sebeple kilise, kendisini tel’in etmiş (lânetlemiş), nihayet bir aşk yüzünden deli olarak bedbaht hayatına nihayet vermiştir. (Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi, Cemal Kutay, Cilt:1, sayfa: 47)

     “Azizem, 
     “Beni bugün bilhassa (özellikle) mütehassis eden (duygulandıran) hâdise (olay), bir câmi avlusunda yaşı hiç şüphesiz sekseni aşmış ihtiyar bir Türk’ün, güvercinlerle ülfeti (dostluğu) oldu. Türkler, bu mûnis (cana yakın) hayvanların bir cinsine Kumru diyorlar. Onların derunî (içten) bir seslenişleri var ki, ritmine kapıldığınız zaman, ruha tesir ediyor. İhtiyar, yaz ve kış, soğukta ve sıcakta, bu yüzlerce kuşa, faziletli insanların birbirlerine gösterecekleri kadar şefkat ve ihtimam (özen)le bakıyor. Kumrular, onun omuzlarına, kucağına çıkıyorlar, başının üzerinde dolaşıyorlar.
     “Türklerde hayvan sevgisi; kadın, erkek, zengin, fakir bütün halka şâmildir (tüm halk için geçerlidir). Evlerde beslenen kediler ve kuşlar, insan muamelesi görürler. Fazla yük yüklemek, hayvanlara eziyet etmek hiç hoş görülmez. Din adamları halkı, hayvanlara yapılan muamelenin, ikinci ve ebedî uyanışta kurtarıcı veya mahvedici kudretine alıştırıyorlar.” -Lady Montegü’nün Şark Mektupları’ndan- (a.g.e., s. 60)

     Üçüncü Sultan Ahmet, kendisine hediye edilen çok kıymetli zümrüt yüzüğü, bir gün Divan toplantısında vezirlerine göstererek:
     -Acaba bundan daha kıymetli yüzük var mıdır? Diye sordu.
     -Hayır efendim, sıhhat ve âfiyetle takınız, bundan daha kıymetli bir şey olamaz, cevabını verdikleri hâlde, yalnız, Sadrıazam Nevşehirli İbrahim Paşa itiraz etti:
     -Bundan daha kıymetli bir şey vardır padişahım.
     -Nedir?
     -O yüzüğün takıldığı parmak. (a.g.e., s. 49)


HÜRRİYET

     Asıl korkulacak şey, hürriyet perdesi altındaki istibdattır. Hürriyetin hangi merhalesinde olduğumuzu, sizden ilerideki veya geridekileri bilmeden nasıl tesbit edebileceksiniz? Körlerin önüne çıkarılıp, her birisinin bir tarafından yakalıyarak, eline geçen uzvuna göre fil’i tarif etmesi gibi, hürriyetlerimizi kendi -çok zaman- bâtıl mikyaslarımızla ölçmekten vazgeçelim lütfen. (a. g. e., Cilt: 1, Sayı: 7, Eylül 1957, s. VII)
     Hürriyet sadece bir millete, hattâ bir kıt’aya şâmil (bir bölgeyi içine alan) kıymet değildir: Beşer (insan) nesillerinin müşterek (ortak) himmet (gayret) ve mücadelelerinin, az çok zaman farkıyla, bütün dünyayı aydınlatan güneşidir. (a.g.e., Cilt:1, Sayı: 5, Temmuz 1957, s. III)