NARDOĞAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

HOŞGELDİN AYAZ ATA

Hristiyanlık’ın simgesi olan haçın Türkistan coğrafyasında, Hristiyanlık öncesinde, binlerce yıl “Tanrı” simgesi olarak kullanılmış olmasını nasıl açıklayacağız? IV. Yüzyıl’a, Kıpçakların Kavimler Göçü’yle Kafkaslara gelişine kadar Hıristiyanlık’ta ne haç vardı, ne de vaftiz geleneği.. İlk Ermeni kiliselerinde dualar Ermeni alfabesiyle yazılmıştı, ama Türkçe’ydi..

Batılıların geyikli ‘Noel Baba’sı, aslında, Türkistan coğrafyasının ‘Ayaz Ata’sıydı.

M. KEMAL SALLI

İnsanlık tarihinde pekçok doğa olayı dini motifler çerçevesinde anlatılır. Bilim ve teknolojinin gelişmesi paralelinde araştırmalar derinleştikçe, Batı kültüründeki pekçok motifin, bu arada Hz. İsa’nın doğumuyla ilişkilendirilen yılbaşı kutlamalarının, Noel baba, çam süsleme gibi geleneklerin “Pagan kültürü” dedikleri Doğu kültüründen aktarıldığı ortaya çıkmıştır. Özellikle 13 bin yıl öncesine tarihlenen insanlığın ilk tapınağı sayılan Göbekli Tepe buluntularının üzerindeki motiflerin Kıpçak kültürüyle olan bağlantısı, insanlık tarihinin yeniden ele alınması gereğini ortaya koymuştur. Batılılar, “Tarih Sümer’le Başlar” diyorlardı, fakat aynı coğrafyada bulunan Göbekli Tepe tapınağı tarihin çok daha öncelerden başladığını gösterdi. 

Azerbaycanlı bilim adamı Prof. Dr. Firudin Celil Ağasıoğlu’nun Türklerin atayurdunun Ortadoğu-Kafkasya coğrafyası olduğunu savunduğu Urmu Teorisi, aynı bölgede bulunan Göbekli Tepe buluntularının ÖnTürk kültürüyle olan benzerliklerinin ortaya çıkmasıyla, daha ilginç duruma gelmiştir. Prof. Dr. Cegiz Alyılmaz’ın Türklerin atayurdunu Azerbaycan’daki Gobustanla ve Kıpçaklarla ilişkilendirmesinden sonra, Gobustan, Göbekli Tepe ve Kıpçak ilişkileri daha heyecan verici bir araştırma konusu olmuştur.

Yapılan araştırmalarda, Göbekli Tepe’de çıkarılan buluntular üzerindeki figürlerle  Kıpçak taşbabaları arasında çok şaşırtıcı benzerlikler saptanmıştır. Göbekli Tepe- ÖnTürk kültürü arasındaki ilişkilerin doğrulanmasıyla birlikte, Türk tarihine ilişkin ezberlerin bozulması gerekecek, Türk tarihini Orhun ve Yenisey yazıtlarıyla başlatmak isteyenler büyük bir düş kırıklığı yaşamak zorunda kalacaklardır. Ondan da önemlisi, düne kadar “barbar” dedikleri Türklerin, Amerika kıtasının henüz keşfedilmediği,  Avrupa kıtasında uygarlık adına bir şeylerin ortaya konmadığı bir dönemde, Göbekli Tepe’de yerleşik bir hayat yaşadıklarını, kendilerine göre bir inanç kültürü geliştirdiklerini, tapınaklar yaptıklarını itiraf etmek zorunda kalacaklardır. 

"GOBUSTAN BİR TÜRK YURDUDUR”


Gobustan'ın Azerbaycan'da tarih öncesi çağlardan günümüze, çok sayıda medeniyet eserlerin bulunduğu 4 bin hektardan büyük açık hava müzesi olduğunu vurgulayan Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz, kaya resimlerinden ve bölgedeki buluntulardan yola çıkarak, tarihin en eski dönemlerinden bugüne, Anadolu ve Avrupa'nın içlerine kadar uzanan Türk boylarından birinin Kıpçaklar olduğuna ve bunların en önemli yerleşim birimlerinden birinin de Gobustan olduğuna dikkat çekiyor.  

Prof.Dr. Alyılmaz, Türk tarihinde olduğu kadar Avrupa tarihinde de çok önemli roller oynamış olan Kıpçaklar/Kumanlar konusunun karanlıkta kalmasının nedenlerini şöyle açıklıyor: 


"Azerbaycan genelde Oğuz Türkleri ile anıldığı ve Oğuz kökenli bilindiği için,  Kıpçaklar'a ait oradaki kültürel envanter de, miras da hep göz ardı edilmiş. Azerbaycan'da Gobustan bölgesi var. M.Ö. 11 bin yılına kadar uzanan ve günümüzden yaklaşık 13 bin yıl öncesine ait eserler, yerleşim yerleri var. Oranın ve eserlerin kime ait olduğu konusu, yıllardan beri tartışılıyor. Gobustan'ın Kıpçaklar'a ait olduğunu ispat ettim." 

 “…Kırgızistan, Sibirya'da Dağlık Altay’da (kaya resimlerinin) izlerini sürdüm. Bunların yapım teknikleri ile Asya coğrafyasındakilerin aynı olduğunu gördüm. Yani, aynı yaşayış ve inanışın eseriydi bunlar. Bunlar Türkler'in has kollarından Kıpçakalar'a ait. Çünkü Kıpçaklar'a ait muhteşem damgalar var. 

Gobuçak ve Kıpçak kelimeleri birbirinin aynısı kelimeler.” 

Prof. Dr. Cengiz Yılmaz’ın bu açıklamasına önemli gördüğümüz bir ek yapmak isteriz. 13 bin öncesine tarihlenen ve bilinen tarihin en eski yerleşim yerlerinden biri sayılan Göbekli Tepe, aynı döneme tarihlenen Kıpçak yurdu Gobustan’la aynı kültür coğrafyası sınırları içindedir. Göbekli Tepe’de bulunan insan figürleriyle Kıpçak taşbabaları şaşırtıcı derecede birbirine benzemektedir. Bu veriler, Prof. Ağasıoğlu’nun Urmu Teorisi’ni desteklemektedir.

GOBUSTAN-GÖBEKLİ TEPE-KIPÇAK BAĞLANTILARI BİLİM ADAMLARINI ŞAŞIRTTI

Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz’ın açıklamlarından da anlaşılıyor ki, Gobustan’ın Türk tarihi açısından olduğu kadar, insanlık tarihi ve kültürü açısından önemi, buradaki kayalara nakşedilmiş petrogliflerin ve buluntuların M.Ö. 11 binli yıllara tarihlenmiş olmasıdır. Bu tarihleme, Gobustan yakınlarındaki Göbekli Tepe ile birlikte dikkate alındığında, çok heyecan verici bir tarihi gerçekle karşı karşıya kalıyoruz. Bugüne kadar hiçbir kültürle ilişkilendirilemeyen Göbekli Tepe bir Ön-Türk tapınağı mı; bir Kıpçak eseri mi? 

Soru oldukça heyecan verici, ama binlerce yıllık bir tarihi gerçeği insanların kabul edebilecekleri bir şekilde ortaya koyabilmek için, elde çok sağlam delillerin olması gerekir. 

Peki, “Büyük Taş”, “Küçük Taş” ve “Cingir Dağ” / “Yazılı Taş” adlı üç bölgeden oluşan Gobustan’da görülen  ve Kıpçak eseri olduğu savunulan petrogliflerin Göbekli Tepe buluntularıyla bağlantılı olduğuna ilişkin deliller var mıdır, elimizde?

Vardır; Göbekli Tepe’de bulunan insan figürleriyle dünyanın çeşitli müzelerindeki Kıpçak taşbabaları hem form hem işçilik açısından, aynı heykeltıraşın elinden çıkmışcasına birbirinin kopyası gibidirler. 

Bugüne kadar Göbekli Tepe buluntularının herhangi bir kültürle bağlantısı saptanamamıştır. Çünkü, 13 bin öncesinde, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da, Batılıların “göçebe, barbar, pagan” olarak andıkları Türk boylarından başka kimseler yoktu..  

KIPÇAKLARIN/KUMANLARIN BATI KÜLTÜRÜNE BİLİNMEYEN ETKİLERİ 

Türklerin anavatanı ve Türklerin Batı kültürüne etkileri söz konusu olduğunda Kıpçaklardan sıkça söz edilir. Pek tanımayız Kıpçakları/Kumanları; tarih kitaplarında Türk boylarından biri olarak anılırlar. Halbuki, çok eski zamanlardan bu yana Asya içlerinde bayrak gösterenler de onlardır,  Mısır’da Kölemenler Devleti’ni kuranlar da, Karadeniz’in kuzeyini Dest-i Kıpçak adıyla Türk yurdu yapanlar da, Balkanlarda, Romanya’da, Avrupa içlerinde Kumanlar olarak karşımıza çıkanlar da onlardır. Macaristan’da kendilerini Atilla’nın torunları olarak tanıtanlar da onlardır, yani Kıpçaklar.. 

Batı kültürünü, dini inançlarını şekillendirecek kadar etkileyebilen Kıpçaklar’ın tarihini ve kültürünü ayrıntılarıyla bilmeden, Türk Dünyası’nın, Doğu-Batı arasındaki konumunu ve önemini saptayabilmek mümkün değildir.

Daha çarpıcı bir soru, Hristiyanlık’ın simgesi olan haçın Türkistan coğrafyasında, Hristiyanlık öncesinde, binlerce yıl “Tanrı” simgesi olarak kullanılmış olmasını nasıl açıklayacağız? IV. Yüzyıl’a, Kıpçakların Kavimler Göçü’yle Kafkaslara gelişine kadar Hıristiyanlık’ta ne haç vardı, ne de vaftiz geleneği.. İlk Ermeni kiliselerinde dualar Ermeni alfabesiyle yazılmıştı, ama Türkçe’ydi..

Tarihçi Faustos Buzand, IV. Yüzyılda, Hazar çevresinde halkın Hıristiyanlaştırılması çalışmalarına katıldıklarını yazmaktadır. Ermeni, Ablan ve İveriya (Gürcistan) kiliselerinin o dönemde kurulduklarını anlatır. Dünyanın en eski bu üç kilisesini birleştiren Patrikhane, Yeni Hıristiyanlığın dünya merkezi kabul edilen Derbent’teydi. Bizans’ın 311-12 yıllarında katıldığı birliğe, Roma çok daha sonra katılmıştı. Derbent  o dönemde Türklerin yönetimindeydi. Derbent’teki Hıristiyan tapınakları, günümüze kadar korunmuşlardır. Bu tapınakların duvarlarında, Öntürk alfabesiyle yazılmış yazılar ve Kıpçak tamgaları bulunmaktadır. 

Bütün bunları nasıl açıklayacağız? Susmak, gerçekleri örtemiyor artık. Batılılar, dini sembolleri ve ritüelleri dahil, kültürlerinin kaynaklarını açıklamak durumundadırlar..

Yeni Hıristiyanlığın temelini atan, kurallarını koyan Ermeni Eğitimci Grigori ve torunu Aziz Georgi adıyla tanınan Piskopos Grigoris’ti. Kafaları karıştırmamak için not düşelim; Aziz Georgi ile Ermeni Piskoposu Grigoris aynı kişiydi. Aziz Georgi Hıristiyanlık tarihi açısından çok önemli bir isimdir. Kıpçaklar arasında dolaşarak onların dini inançlarını inceleyen ve Göktengri inancını Avrupa’ya ilk getiren Aziz Georgi’dir. Hıristiyanlar arasında ilk ıstavroz çıkaran ve ilk vaftiz edilen de odur. Aziz Georgi, Hıristiayanların da, daha sonraları Müslümanların da saygı duydukları bir din adamıydı. 

Bizans İmparatoru Konstantin IV. Yüzyıl’da, gösterdiği kahramanlıktan dolayı Grigoros adına bir kilise yaptırmıştı. Hıristiyanlık tarihinde önemli bir yeri olan bu kilise, IV. Yüzyıl’dan bu yana Aziz Georgi adıyla anılmaktadır.  Fakat, 494 tarihinde toplanan I. Konsil’de Papa Gelasius, Aziz Georgi’nin adını anmayı ve Hıristiyanlığa getirdiği yeniliklerden söz etmeyi bile yasaklamıştı. Aziz Geogi’nin yenilikleri Bizans için de Roma için de tehlikeli bilgilerdi. Unutulması ve unutturulması gerekiyordu. 

Ermeni Kilisesi’nin Derbent’te daima bir temsilcisi bulunuyordu. Kentteki tek Ermeni mahallesi de bu ilişki dolayısıyla kurulmuştu. Bu bilgiler, Ermenistan’da ibadet dilinin Türkçe olduğunu doğrulamaktadır. VI., VII. Yüzyıl’a kadar Türkçe yaygın olarak kullanılmıştı. 

Ermeniler o dönemde Türk kültüründen yoğun olarak etkilenmişlerdi. Çarpıcı bir örnek verelim; Ermeniler istavroz çıkarırlarken başparmak ile serçe parmağını birleştiriyorlardı. Bu, Türklerin Tengricilik geleneğinin bir ritüeliydi. Kiliselerinin üzerindeki haç Tengricilik haçıdır. Ermeni havari kilisesi çift başlı ejderhalı Tengricilik asasını yüzyıllardır kullanmaktadırlar.  

İKİ İLGİNÇ KİTAP

Türk Dünyası’nın Doğu ile Batı arasındaki konumunu ve önemini irdelerken, iki önemli kitaptan söz etmek isteriz. 

Bunlardan biri, Amerika’da doğan, daha sonra Meksika’ya yerleşen Gene D. Matlock’un Türkçe’ye “Hepiniz Türksünüz” adıyla çevrilen kitabıdır. Matlock, büyük ölçüde Türk asıllı Rus yazarı Murad Adji’nin eserlerinden yararlandığı bu kitabında, Batı kültürünün, özellikle de Hıristiyanlık akidelerinin ve sembollerinin Kıpçaklar aracılığı ile Türklerden alındığını belgeleriyle anlatır. Gene D. Matlock, Avrupa Güzelimiz rahmetli Günseli Başar’ın organizasyonuyla geldiği Türkiye’de verdiği konferanslarda, bu kültür alışverişinin gerçek olduğunu, bunları açıkladığı için de kiliseden ciddi bir ihtar aldığını anlatmıştı. 

Sözünü etek istediğimiz ikinci kitap, Frederick Starr’ın Prenciton Üniversitesi tarafından yayınlanan tez kitabı “Kaybolan Aydınlanma”dır. 

Star “Kaybolan Aydınlanma” başlıklı kitabında, Türkistan coğrafyasında çeşitli alanlarda eser veren bilge kişilerin buluş, düşünce ve ufuk açıcı fikirleriyle Batı uygarlığını ne yönde, nasıl etkilediklerini anlatıyor. 

NOEL BABA DEĞİL, AYAZ ATA

Batılılar karda geyiklerin çektiği kızakla dolaşan Noel Baba’nın Antalyalı (Demreli) değil, Sibiryalı Ayaz Ata olduğunu uzun zamandır biliyorlar, fakat yerleşmiş geleneğin büyüsünü bozmak istemiyorlardı. Fakat, iletişim ve ulaşım teknolojilerinin süratle geliştiği bir dönemde yeni yılı karşılarken, ak çam süslemenin de, geyikli Noel Baba’nın da Türkistan coğrafyasında Hristiyanlıktan çok önceleri kutlanan köklü bir gelenek olduğunu saklamak mümkün olamazdı. Ayaz Ata, internet üzerinden tüm dünyaya, “Yeni yılınız kutlu bolsun!” deyiverdi. 

Türk kültürü ikliminde önceleri Çam Baba, Kutsal Baba olarak bilinen Ayaz Ata, Özbeklerde Ayoz Bobo, Ayaz Ota, Kırgızlarda ve Kazaklarda Ayaz Ata, Azerbaycan Türklerinde Şahta Baba, Başkurtlarda ve Tatarlarda Kış Babay olarak anılır. Ayaz, Türk toplumlarında yakıcı soğuk anlamına geliyor. 

Ayas Han olarak da anılan Ayaz Ata’nın ay ışığından yaratıldığına inanılır. Bu inanışa göre Ülker burcunun altı yıldızı, göğün altı deliğidir. Bu deliklerden soğuk hava üflendiğinde kış gelir. Kazaklar kışı Soğumbası şenliği ile karşılarlar. 

NARDOGAN BAYRAMI

Nardugan, Türk kültürü ikliminde yüzyıllardır kutlanmakta olan yeni yıl bayramıdır. Nar: güneş, dugan: doğan; nardugan: doğan güneş, güneşin doğması demekti..

 Nardugan, her yıl 21 Aralık’tan sonraki ilk dolunayda kutlanır. Tarihin ilk çağlarından beri tek Tanrı’ya inanan Türkistan Türkleri yeni doğan o güneşi zafer müjdecisi olarak algılarlar ve bayram olarak kutlarlardı. Tatarlar bu bayramı Koyaş Tuğa (Güneş Doğan), Başkurtlar ve Udmurtlar Nardugan ya da Mardugan, Çuvaşlar Nartavan ya da Nartukan, Mokşalar Nardvan olarak anarlar. 

21 Aralık sonrasındaki ilk dolunayda süslenen akçam ağaçları, insanların sevinçlerini hüzünlerini Yaradan’la paylaştıkları bir noktaydı. Süslenen ağaçların dallarına saygılarının, teşekkürlerinin bir simgesi olarak hediyeler asarlardı. 

Akçam süsleme geleneğinin Türkistan coğrafyasından Sümerlere, oradan da Roma’ya, Avrupa’ya ulaştığına inanılmaktadır. 

Dünyaca ünlü Sumerolog ve tarihçi Dr. Muazzez İlmiye Çığ, “Çam süslemek Türk geleneğidir. Bu gelenek Türkler yoluyla Avrupa’ya geçti; konunun Noel’le ilgisi yok. İznik Konsili’nde, ‘Bir pagan geleneği olarak bilinen bu geleneği İsa’nın doğuşu olarak kabul edelim’ diyorlarlar ve Hristiyanlığa geçiyor. İlk zamanlarda ağaç süsleme geleneği pek yaygın değil, 16. yüzyılda Almanya’da başlıyor, daha sonra Fransa üzerinden dünyaya yayılıyor” diyor.