KIBRIS DOSYASI NO:2

Kıbrıs’ta taraflar arasında 2008 yılında yeniden başlayan, o tarihten bugüne devam eden müzakerelerin; K.K.T.C’nin varlığına ve geleceğine olan yansımalarının analizi:

  3 Eylül 2008 tarihinde başlayan (aslında 1968 yılından beri devam eden!) ve taraflar arasında hala devam ettiği/edeceği görüntüsü arz eden bu süreç, bir sonuca varabilirse!
   Hiç şüphesiz Kıbrıs Türk Halkı’nın; ata yadigârı vatan topraklarında tarihten ve yasal anlaşmalardan gelen yaşam haklarının geleceğini yansıtan ’Özgür’ ve ‘Egemen’ bir devlet olan, sınırları ‘Şehitlerimizin’ kanları ile çizilmiş olan;
 K.K.T.C de mi? Yoksa Rum’un içerisinde bir azınlık statüsü ile ‘Birleşik Kıbrıs’ta’ mı yaşayacaklarının yansıması olacaktır.
 Bu noktada önemli olan yegâne gerçeğin: ‘Hiç bir neden uğruna vatan topraklarından’ vazgeçilemez olduğu unutulmamalıdır.
 Bu gerçeğin göz ardı edildiği bir çözüm; hem ‘Tarihimize’, hem de bu ‘Bu Gazi Topraklar’ için verilen mücadelede, hayatlarını feda eden ‘Şehitlerimize’ yapılmış en büyük haksızlık olacaktır.
 Göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir gerçek daha vardır:
 O da, bağımsızlık mücadelesi verilerek göndere çekilen ’Ay Yıldızlı Bayraklarımızdır.’
 Türk Ulusunu ve onun ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkını temsil eden milli ve resmi bayraklarımızın, gönderde olmamasını hayal edenlerin, bu bayrakları gönderden indirmeye cüret ve cesaret edenlerin ödedikleri/ödeyecekleri bedelin ne olduğu ise; şanlı tarihimizin altın sayfalarında anlatılmıştır.           
  Kıbrıs Milli Davamızın son 65 yılına bakıldığında; Rum tarafı ile yürütülen müzakerelerin 2003 yılından sonraki döneminde yaşananlar; bu haklı davamızda 1955 yılından beri sürdürülen dik duruşun, bu duruşun doğal yansımaları ile yürütülen politikaların terk edildiği bir süreci anlatır!
 Bu süreci yöneten siyasiler ve bu siyasilerin temsil etmiş olduğu zihniyet; Kıbrıs Türk Halkının ada da ki yaşam mücadelesi ile geçen bu yarım asırdan fazla döneminde, elde edilen tüm kazanımların müzakere masasına taşınmasına ne yazık ki ses çıkarmamışlardır!
 K.K.T.C’de 19 Nisan 2009 tarihinde gerçekleşen iktidar değişikliğine kadar geçen sürede hükümeti temsil eden partilerin de desteklediği ‘Birleşik Kıbrıs’ hedefi; Rumlarla aynı siyasi kulvarda paylaşılmıştır!
 O süreçte ne yazık ki, 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan planı referandumu yapımcılarının tuzağına düşülmüş; tüm kurumlarıyla dimdik ayakta duran K.K.T.C Devletinin ortadan kaldırılması hamlelerine çoğu zaman yeterince ses çıkarılmamıştır!
 Kıbrıs adası üzerinde her dönemde siyasi ve stratejik beklentileri olan ABD, İngiltere, Yunanistan ve Rusya’nın; son dönemde ise; Türkiye ile müzakere sürecini başlatan AB, Fransa ve İsrail’in türlü oyunları, Kıbrıs ve Orta Doğuda ki menfaat odaklı beklentileri; adada devam eden müzakereler sürecine daha büyük bir önem kazandırmıştır.
 Ayrıca Rum kesiminin Kıbrıs adası etrafındaki münhasır ekonomik bölgelerde yapmış olduğu araştırmalar sonucunda; bu bölgelerde zengin petrol ve doğal gaz rezervleri tespit edilmiştir. Rumlar adanın yasal hükümeti gibi davranarak, bu petrol ve doğal gaz rezervinin araştırılması-çıkarılmasıyla ilgili olarak; bölge ülkelerinden Mısır, Suriye ve İsrail ile tek taraflı anlaşmalar yapmıştır.
Bu anlaşmalar ile Türkiye ve K.K.T.C’nin yasal hakları gasp edilmiş, Türkiye’nin ve K.K.T.C’nin varmış oldukları ortak mutabakat çerçevesinde, bu gayrı yasal duruma uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde karşılık verilmişse de; Rum tarafının bu kabul edilemez tercihine rağmen; ülkelerimizin kendi stratejik hak ve hukuku gereği bölgede petrol arama çalışmasını başlatmasını, K.K.T.C ile bu konuda iş birliği yapılmasını bahane olarak gösteren Rum tarafının lideri Anastasiadis, geçtiğimiz yıl müzakere masasını terk etmiştir!
Böylesi bir uygulama; suçlu olmasına rağmen güçlü olduğu görüntüsünü vermeye çalışan Rum tarafının yaptığı yeni bir hamle değildir!
Önceki müzakere süreçlerinde de Rumlar, böylesi hamlelerle müzakere masasından kaçan taraf olmuştur!
Rum’un bu tercihi; Kıbrıs sorununun kolay, kolay çözümlenemeyeceğinin en somut kanıtıdır. Çünkü Rum tarafının bu hukuk tanımaz, uzlaşma bilmez tutumu hiç değişmemiştir; bundan sonra da değişmesi mümkün görünmemektedir!
Kıbrıs adasında 1960 Cumhuriyetinin kurucusu ve anayasal ortağı olan Kıbrıs Türk Halkı; Rum ortağının 1963 yılında, tek taraflı olarak bu ortaklığı fesih etmesi sonucunda uğradığı yasal haksızlığa, ekonomik, sosyal ve kültürel baskılara ve insan hakları konusunda ki akıl almaz mağduriyetine rağmen; günümüze kadar hak ve hukuka dayanan bir çözümün peşinde olmuştur.
Yine aynı tercihin içinde kalmaya devam etmektedir.
Kıbrıs Türk Halkı;
1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin diğer ortağı olan, Rumların insanlık dışı muamelelerine, neredeyse topyekûn yok edilmesine yıllarca direnerek atasından ona yadigâr kalan topraklarda kendi istiklal mücadelesini vermiş, direnmiş ve Türk’lüğünü kaybetmemiştir.
Bu inaçlı direnişin mükâfatını ise Kıbrıs adasının yasal garantörü olan Anavatanı Türkiye’nin o dönemde iktidarda bulunan dirayetli siyasilerinin almış olduğu 20 Temmuz 1974 müdahalesi kararı sonucunda, Rum’lar tarafından yok edilmekten son anda kurtulmuşlardır.
20 Temmuz 1974 yılında yapılan bu yasal müdahale, ada da yok olan barışı sağladığı gibi aynı zamanda, adayı ele geçirmek için Enosis oyununu oynayan Yunanistan’da ki askeri cuntanın da sonunu getirerek Yunanistan’a demokrasinin gelişini de sağlamıştır.
Ama adada yaşanan yakın tarihsel sürece baktığımızda; bu süreçte mağdur olan ve tüm yasal hakları elinden alınan daima Kıbrıs Türk Halkı olmuştur!
Türkiye’de 50’li yıllarda başlayan Kıbrıs Milli Davasına sahip çıkma siyaseti; aslında bu stratejik adanın Doğu Akdeniz’i ve Ortadoğu’yu kontrolü altında bulunduran bir uçak gemisi, bir üs olması konumundan, çevresindeki zengin petrol kaynakları ile Ata’larımızın Kıbrıs adasında tam 307 yıllık hâkimiyeti ve bu yüzyıllar içerisinde bu vatan topraklarımızla kaynaşan ulvi ve milli değerlerimizden kaynaklanmaktadır.
Türkiye’de 3 Kasım 2002 tarihinde gerçekleşen iktidar değişikliğinden sonra Kıbrıs Milli Davamızın yürütüldüğü politikalarda da değişimler yaşanmıştır!
Bu değişimler sonucunda, neredeyse ömrünün tamamını Kıbrıs Milli Davamızın savunmasına harcayan davanın lideri ve K.K.T.C’nin kurucu Cumhurbaşkanı Sn. Denktaş, Türkiye’de ki iktidar partisi ve lideri ile görüş ayrılığına düştüğünden, bu politik düşünce farklılığı gerekçesi ile 17 Nisan 2005 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmayarak, görevini 24 Nisan 2005 tarihinde, ( Annan Tuzak Planı Referandumunun yapıldığı aynı tarihten bir yıl sonra! ) Cumhurbaşkanı seçilen Sn. Talat’a devretmiştir.
3 Kasım 2002 tarihinden sonra, Kıbrıs Milli Davamız ile ilgili olarak yaşanan gelişmelerin odak noktasında; AB ile Türkiye arasında ve Türkiye’nin AB’ye giriş sürecine bağlanmış olan ‘Kıbrıs sorununu hallet de gel dayatması vardır!’
Yaşanan bu süreç içerisinde tarafları temsil eden siyasilerin ve uyguladıkları siyasetin ne olduğunu anlatan yüzlerce kitap, binlerce makale ve devletler arasında yapılan onca görüşmeyi kayıt altına alan binlerce resmi belge vardır.
Ancak bu güne kadar yaşanan olayların ve gerçeklerin odağında olan ve değişmeyen tek bir şey vardır ki!
O da Kıbrıs konusu ile ilgili olarak yapılan tüm görüşmeler ve gelişmeler daima Rum’un neyi istediğine ve neyi kabul edeceğine göre planlanmış ve yürütülmüştür!
Bu güne kadar hiçbir dönem ve hiçbir görüşme öncesinde; Kıbrıs Türk Halkına sen ne istiyorsun diye bir soru sorulmamış; soruyu soran ve cevabını veren taraf daima Rum kesimi ve arkasındaki emperyalist güçler ve işbirlikçileri olmuştur!
20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtına bölük komutanı olarak katılan; Mehmetçik ile Mücahit’in omuz omuza savaştığını bilen,
Onların kucak, kucağa şahadetlerine tanıklık eden, onlara emir ve komuta etmekten gurur duyan ve bunun onuru ile yaşayan bir ‘Kıbrıs Gazisi’, 41 yıldan bu yana; Kıbrıs Milli Davamızı, Şehitlerimizin kan ve can bedellerini savunmayı görev olarak belleyen bir Kıbrıs sevdalısı olarak;
Yakın tarihimizde Kıbrıs konusuyla yaşananları yazmış olduğum beş kitap ile değerlendirmiştim.
Kaleme aldığım bu dosyada; son nefesime kadar takip edeceğim bu sürece yeni bir sayfa açmak maksadıyla; 8.Eylül. 2008 Tarihinde başlayan ve hedefi Birleşik Kıbrıs olan müzakerelerin analizini bir dosya haline getirerek; yakın tarihimizde Kıbrıs’ta yaşanlara yeni bir not düşmek istiyorum.
Ben bir siyasetçi, ya da bir diplomat değilim! Ama ben, Ata yadigârı vatan topraklarımız ve vazife uğruna seve, seve ölüme giden; gerekirse yine gidecek olan  (emekli de olsam) Türk Subaylarından bir tanesiyim.
Eğer bir gün;
Tarihçiler günümüzde yaşananları değerlendirecek olurlarsa! Bu sayfalarda ki görüş ve olayları okuduklarında; bu yazılanların Türk insanının vatan, vazife, millet, bayrak ve istiklali uğruna gözünü kırpmadan nasıl hayatlarını feda ettiklerini gören, bilen bir yazarın görüş ve değerlendirmelerine tanık olacaklardır!
İşte yıllardan beri süregelen/bitmeyen Kıbrıs müzakerelerinin en kritiği olan bu son görüşmelerle birlikte ortaya çıkan durumun ne olduğunun analizini yapmış olduğum bu dosya; ‘Şehitlerimize’ olan vefa borcumun, ‘O Gazi Vatan Topraklarına’ olan bağlılığımın, sadakatimin belgesidir.
 
BİRİNCİ BÖLÜM


8. Eylül. 2008 tarihinde başlayan Kıbrıs Müzakerelerinin bu yeni süreci ile birlikte gelinen noktanın kısa bir analizi:
Son müzakere süreci, bu tarih itibariyle Rum tarafının temsilcisi Hristofyas ile K.K.T.C Cumhurbaşkanı Sn. M.A. Talat arasında ve ne yazık ki!
Annan tuzak planını kabul ettirenlerin çizgisinden başlamıştır…
Yani:   Müzakere masasında ayrı devlet, ayrı egemenlik yoktur!
Zira anlaşma olacak ise! Bu anlaşmanın temeli : ‘Tek Halk’a’, ‘Tek Egemenliğe’ ve ‘Tek Devlete’ dayanacaktır!
Kıbrıs Türk Halkını bu müzakerelerde temsil eden Sn. Talat, çözümün temeli olacak bu hususları kabul ederek, destekleyerek; o süreçte en önemli hatayı bu kavramları benimseyerek yapmıştır!
Rum tarafı neredeyse her görüşmeden sonra ve uluslararası her platformda kamuoyunun önüne çıkarak; zaman, zaman da bu açıklamalarını; K.K.T.C temsilcilerinin yanında yaparak!
Rum’un kırmızı çizgilerini net bir şekilde ortaya koymuştur!
Nedir bunlar?
. Kıbrıs Türk’ü Kıbrıslı halkın bir parçasıdır! Maronit’ten, Arap asıllıdan ve bu halkın içerisindeki diğer azınlıklardan farklı bir özelliğe sahip olamaz!
. Kıbrıs sorunu, Rum göçmenleri ancak eski evlerine ve topraklarına dönerler ise çözülebilir! ( Bu dayatma, Rum Ulusal Konseyinin kararıdır! Rum tarafında iktidara hangi parti gelirse gelsin bu kararın aksine hareket edilemez…)
. Bir AB ülkesi olan sözde Kıbrıs Cumhuriyetinin garantöre ihtiyacı yoktur! Zaten böyle bir garantörlük söz konusu ise AB bu görevi yerine getirebilir. Bu nedenle Türkiye’nin garantörlüğü, bu amaçla da ada da ki askeri varlığı kabul edilemez! Ayrıca Türkiye’den getirilen göçmenler, (Rum’a göre yerleşikler!) anlaşmayı takiben adayı terk etmelidirler!
İşte Rum tarafının 2008 yılından beri devam eden müzakerelerde çok net bir şekilde ortaya koymuş olduğu ve vazgeçmeyeceğini açıkladığı kırmızı çizgileri bunlardır!
Rum tarafının bu dayatmacı beyanlarının karşısında ne yazık ki, Kıbrıs Türk tarafının müzakerecisi, Rum Liderinin bu açıklamaları karşısında, onların anlayacağı bir lisan ile net bir yanıt vermemeyi tercih etmiştir!
Rum liderinin bu açıklamalarının aksine! O süreçte yürütülen müzakerelerde Sn.Talat’ın, Hristofyas’la neleri görüştüğü çoğu kez Rum basınından, yabancı diplomatlardan ve bazen de; Cumhurbaşkanlığı sözcüsünün yapmış olduğu kısıtlı açıklamalardan öğrenilmeye çalışılmıştır! Dönemin Cumhurbaşkanı Sn. Talat’ın, çok nadirde olsa bazen K.K.T.C Meclis toplantılarına katılarak milletvekillerini bilgilendirme toplantıları düzenlediği de olmuştur. Birkaç kez de basın mensupları ile bir araya gelinmiştir. Ancak tüm bu bilgilendirmeler yetersiz kalmış ve sanki bu hususta bilinçli bir karartma uygulanmıştır!
Bugüne kadar devam eden müzakere sürecinde geride kalan o dur ki!
Kim ne derse desin! Ne kadar umut pompalanırsa pompalansın! Taraflar arasında süregelen müzakerelerde halen esas konularda derin görüş ayrılıkları mevcuttur.
Nedir bu hususlar?
. Garantiler konusu
. Mülkiyet konusu
. Toprak konusu
Şimdi bu noktada duralım ve düşünelim!
Bu görüş ayrılıkları ortada iken başta ABD, İngiltere ve AB’den bazı ülkeler olmak üzere; AB ve BM temsilcilerinin işler iyi gidiyor havasını yaymaları nedendir?
Bu tutum ve aldatmacaya yönelik davranışlar, Annan planı döneminde de uygulanmamış mıdır? Bu aldatıcı hava bile bir baskı taktiği değil midir?
Bu kadar derin görüş ayrılıkları olan bir müzakere sürecinde her şey iyi gidiyor demek mümkün müdür?
Yukarıda belirtmiş olduğum gerçekler ortadayken! Sn. Talat’ın o dönemde, Annan planı benzeri referanduma gidilebileceğinin görüşünü ortaya koyması ne kadar doğru olmuştur? Bugün de böylesi bir referandum yapılabilir mi? Rum tarafı Annan planı sonucunda istediği hedefe ulaşmamış mıdır? Günümüzde yapılabileceği ifade edilen taraflar arası bir görüşme neyi getirecektir? Kaldı ki! ’’Temel ilkelerde‘’,‘’Vizyonda‘’,‘’Milli Bakışta‘’ bu kadar büyük farklar mevcutken…
Çok önemli diğer bir husus da şudur:
O dönemin Cumhurbaşkanı Sn. Talat, yapmış olduğu açıklamalarda, müzakereler ile ilgili olarak son kararı kendisinin vereceği yönünde beyanlarda da bulunmuştur! Bu ifade, kendisinin de altından kalkamayacağı bir durum yaratmıştır!
Çünkü müzakerelerin sonunda ortaya çıkacak bir çözüm metni oluşursa; bu metin, Kıbrıs Türk Halkının onayına sunulacak ve karar vermesi istenecekti.
Kıbrıs Milli Davası herhangi bir siyasi makamın, ya da siyasi görüşü temsil edenlerin verebileceği bir karar değildir.
Bu kararı ada da yaşayan Kıbrıs Türk Halkı ve Yüce Türk Millet’i verecektir.
Çünkü Kıbrıs adası, tarihsel ve hukuksal kazanımlarımızın yanı sıra stratejik yönden de; Türkiye içinde, K.K.T.C içinde vazgeçilmezdir.
Bu dava, ‘Birleşik Kıbrıs’ı’ hedefleyenlerin ve yandaşlarının değil; adadaki tarihsel ve hukuksal kazanımlarımızı hiçbir neden uğruna feda edilmesine izin vermeyecek olan Yüce Türk Ulusu’nun ve onun ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkı’nın davasıdır.

İKİNCİ BÖLÜM


Önümüzdeki süreçte dikkat edilmesi gereken önemli hususlar:
Öncelikli olarak şu hususlar asla göz ardı edilmemelidir:
Müzakereler; mevcut koşullar altında eğer anlaşma ile son bulacak olursa: Biliniz ki, Annan planını dahi ret etmiş olan Rum tarafı bu sefer istediği şeyi elde etmiş demektir!   
Çünkü Rum’un evet diyebileceği bir anlaşmanın içeriği ancak Rum Ulusal Konseyince belirlenmiş olan ve Rum liderlerin, her fırsatta açıklamış olduğu kırmızı çizgilerine uygun olacaktır!
Diğer taraftan Türkiye; AB’ye girmeden, Rum tarafı ile yapılacak bir anlaşma ile Kıbrıs’ın AB’de olan yarı buçuğu tamamlanmış olacaktır. Böylesi bir çözüm ise Lozan’da kurulmuş olan Türk- Yunan dengesinin aleyhimize bozulmasına neden olacaktır.
Hedefinde,‘’Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti!’’ olan bu çözüm süreci; eğer bir anlaşma ile sonuçlanacak olursa! Bu çözümde Türk tarafına verilecek ne olursa olsun, Kıbrıs adasının yönetimi Rum’lar da olacak, Türk’ler ise azınlık olarak kalmaya mahkûm olacaktır! Çünkü yapılacak anlaşmanın temeli: ‘Tek Halk’a‘,‘Tek Egemenliğe’ ve ‘ Tek Devlete’ dayanacaktır!
O halde, Kıbrıs Türk Halkına şu sorulmalıdır?
“Aramızda bunca görüş ayrılığı varken, bu müzakere süreci devam etmeli midir?’’
Bu soruya alınacak cevaba göre hareket edilmeli ve gerekirse K.K.T.C Meclisi olağanüstü toplanarak referandum kararı alabilmelidir. Bunun için önümüzde yeterli süre vardır.
Önemli olan bu tarihi kararı vererek, zaten müzakere masasından kaçan Rum tarafına; bundan sonra seni sonsuza kadar beklemeyeceğim mesajının/yanıtının verilmesi artık kaçınılmaz olmuştur. 
Böyle bir tercih görüşmelerden kaçmak ya da uzlaşmazlık çıkarmak değildir! Tam tersine bu müzakerelerin sonucuna karar verecek olan diğer tarafın da; Kıbrıs Türk Halkı olduğunun, adada yaşayan ayrı bir halkın, hukuksal haklarının ve özgür iradesinin varlığının tüm dünyaya gösterilmesi ve özellikle Rum tarafına bu kararlı mesajı vermektir.
Aslında böyle bir iradenin beyanı; ada da iki ayrı devletin bulunduğunu, Kıbrıs Türk’ünün Rum’un idaresinde değil, kendi kurmuş olduğu devletinin idaresi ile yönetildiğinin de en çarpıcı kanıtı olacaktır.
Daha net bir anlatımla:
1964 yılından beri meşru olmayan Rum hükümetine ve işbirlikçilerine karşı Kıbrıs Türk Halkının boyun eğmeyeceğini, AB üyesi olmanın verdiği şımarıklıkla, neredeyse her görüşme sonrasında Kıbrıs’ın gerçeklerini göz ardı ederek bize tuzak kuran Rum tarafına; uluslararası anlaşmalara dayanan haklılığımızı, bize karşı uygulanan ambargoları, insan hakları ayıplarını görmezden gelerek; Rum’lara ne isterse vereceksiniz diyen o bilinen güçlere verilecek en anlamlı cevap olacaktır.
Bu noktada K.K.T.C’nin, Kıbrıs Türk Halkı’nın özgür iradesinin; en azından Rum yönetimi kadar meşru olduğu gerçeğinin kabul edilmesinde kararlı olma zorunluluğu vardır.
Türkiye’nin Garantörlüğünün devamlılığı, bunun fiili ve etkin garantisi olarak da; sayısında anlaşılacak kadar Türk Askerinin Kıbrıs adasında ki varlığı, hayati öneme haizdir.
Eylül 1975’de BM gözetiminde Cenevre’de, Türk ve Rum temsilciler arasında ki mutabakat ile gerçekleşen, iki kesimlilik ve nüfus mübadelesi kalıcı bir anlaşmanın temelini atmak için yapılmıştır. Bunun sulandırılmasına karşı çıkılmalıdır.

SONUÇ OLARAK:


Bu müzakereler sürecinde; Kıbrıs Türk Halkının bu süreç son fırsattır, kaçırılmaz diyerek halkı yine kandırmak isteyenlerin karşısına dikilerek;
“Rum tarafının, Kıbrıs adasını temsil eden meşru hükümeti olmadığını’’,‘’K.K.T.C’nin varlığının kabulünde ısrar edileceğini’’, ’’Tek Halk, Tek Egemenlik, Tek Devlet’in kabul edilmeyeceğini’’,’’Türkiye’nin Garantörlüğünden, Türk Askerinin ada da ki varlığından asla vazgeçilmeyeceğini’’ ,‘’Müzakere sürecinin sonsuza kadar devam edemeyeceğini’’, ‘’ Türk tarafına uygulanan gayrı yasal izolasyonların kabul edilemez olduğunu’’ Ve en nihayetinde Kıbrıs Türk’ünün adada ki yaşamsal geleceğinin haklı ve hukuksal yansıması olarak, uluslararası platformda K.K.T.C’nin tanınmasını istemek en doğal hakkı ve tercihi olmalıdır.
Biliniz ki yukarıda ifade etmiş olduğum gerçeklerin aksine, ‘’Birleşik Kıbrıs’’, ya da iki parça eyalet çerçevesinde ama tek parça bir devlet temelinde sonuçlanacak müzakere süreci; ilerleyen süreçte ve eninde sonunda Rum tarafının istediği sonuca, Enosis’e ulaşmasına neden olacaktır.
Böyle bir sona giden tercih ile karşılaşacak olursak eğer! Bu son; Ata yadigârı Gazi Topraklar için verilen istiklal mücadelesinde hayatlarını seve, seve feda eden Şehitlerimize yapılan en büyük haksızlık ve tarihimize karşı işlenmiş en büyük suç olacaktır.
Ancak böyle bir tercihe ve sona; Yüce Türk Milleti ve onun ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkı’nın asla evet demeyeceği en büyük inancım ve temennimdir.
Sevgili Kıbrıs Türk Halkı, Sevgili Gençler:
Bu dosya içeriğinde yapmış olduğum Kıbrıs müzakereleri görüşmelerinin K.K.T.C’nin varlığına ve geleceğine yansımasıyla ilgili görüşlerim;
41 yıldır Kıbrıs Milli Davamızı her platformda izlemeye gayret eden, Kıbrıs Türk Halkının da bir ferdi olarak, bu vatan topraklarının geleceğinin aydınlığı için çaba gösteren, hürriyet ve istiklal mücadelesinin bir zerresine dahi katkı yaptım ise bundan sadece gurur duyan bir ‘’Kıbrıs Gazi’sinin’’ değerlendirmelerini kapsamaktadır. Bu değerlendirmelerime; tarihimize ışık tutan değerli görüşleriyle bizlere yol gösteren Kıbrıs Milli Davamızın Lideri ve K.K.T.C devletinin kurucu Cumhurbaşkanı rahmetli Sn. Rauf. R. Denktaş’ın önemli görüş ve tespitleri de, bu analizimin omurgasını teşkil etmiştir.
Gerçek olan şudur ki! Milli davalar oluşurken bu oluşuma milletler karar verir. Kıbrıs Milli Davası da Yüce Türk Milletinin ve onun ayrılmaz bir parçası olan Kıbrıs Türk Halkının davasıdır. Bu milli davamızın hiç bir neden uğruna feda edilmesine, ‘’Türk Milleti ve Kıbrıs Türk Halkı’’ asla müsaade etmeyecektir.
Özellikle çok kritik bir sürecin yaşandığı bu dönemde; her iki ülke topraklarımızda unutulmaması gereken en önemli husus şudur:
Ne Misak-ı Milli hudutlarının çevrelediği Anavatan Türkiye’de, ne ata yadigârı Kıbrıs’ta kurulan son Türk devleti Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde, ne de Türk Milletinin Ay Yıldızlı Şanlı Bayrağımızı dalgalandırmaya karar verdiği topraklarda; tarih sayfaları hiçbir zaman bir başka ülkenin varlığından söz etmemiştir, edemeyecektir.

“Andımız Olsun ki. Bu topraklar Bizim.’’
“Ne Mutlu Türküm Diyene’’