Mülkiyet konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2009 yılında kararını açıkladığı Demopulos ve Türkiye Davasında, 35 yıldır KKTC toprakları içinde yer alan Rumlara ait mülkleri kullanan kişilerin, söz konusu süre içinde taşınmazlarla manevi bir bağ kurmaları nedeni ile mülk üzerinde eski mal sahibinden çok daha fazla bir hakka sahip olduklarını belirtmesi gerçekte mülkiyet konusunda nihai kararın söz konusu malın ilk sahibinde değil, son kullanıcısında olduğunu ortaya koymaktadır. Buradaki son kullanıcı tanımı da sadece Kıbrıslı Türkleri değil, vatandaşlığının ne olduğuna bakılmaksızın mülkün koçanına (tapusuna) sahip olan tüm kişileri kapsamaktadır.  
Rahmetlik Kurucu Cumhurbaşkanı R. R. Denktaş, onu takiben II. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve II. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu döneminde kazanılmış ve pekiştirilmiş bu haklardan vazgeçmek, arkasından mülkiyet konusunda bir kaosu da beraberinde getirecektir. Özellikle de Rum basınında yer alan “Rumlar bayram ediyor. Türklerin son 41 yıldır üzerinde ısrar ettikleri Global Takas bir kenara bırakıldı, kişisel mülkiyet öne çıktı” haberi, mülkiyet konusunda görüşmeleri boyutları tahmin edilemeyecek bir krize sokarken Cumhurbaşkanı Akıncı’ya verilen desteği ve duyulan güveni de aşağıya çekecektir.
KKTC sınırları içinde var olan Rum mülklerinin 1974 yılındaki toplam alanı 1 milyon 550 bin dönümdür.  Taşınmaz Mal Komisyonu’nun tazminat ödeyerek satın aldığı miktar ve sözde Kıbrıs Cumhuriyetine ait olan araziler bu toplamdan düşülmesi gerekmektedir. Kıbrıslı Türklerin güney Kıbrıs sınırları içinde bıraktıkları mülklerin toplam alanı da 450 bin dönümdür.
III. Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu döneminde masaya konulan mülkiyetle ilgili çözüm önerisi “Global Takas” esaslıydı. Öncelikle global takasın yapılması ve güneydeki Türk mallarının Rumlara verilmesi ile kuzeydeki Rumlara ait mülklerin yüzölçümünün 1 milyon 100 bin dönüme indirilmesi, sonra da ikinci adım olarak ara bölgede kalan arazi üzerindeki haklarımızı Rumlara devrederek bakiye alanın beş yüz bin dönüme indirilmesi idi.
Üçüncü adım iki seçenekliydi. Birinci seçenek olarak geri kalan malların parasal olarak tazmini veya da Türkiye’de örneği olan “kentsel dönüşüm” projeleri ile değerleri çok düşük olan güneydeki Türk toprakları üzerine yatırımlar yapılarak değerlerinin yükseltilmesi ve satışından elde edilecek gelirle tazminatın ödenmesi şeklindeydi. Bu çözüm önerisi de BM uzmanlarınca, çağdaş olduğu, Kanada ve Lübnan’da uygulandığı ve en önemlisi de ortaya göçmen sorunu çıkarmayacağı için çok olumlu bulunmuştu.  Rum basının iddia ettiği gibi Mülkiyet sorununun kişisel baz seviyesine indirgenmesi, her iki tarafın da arzu ettiği çözümü elli sene daha ileriye iteceğinden her kes emin olmalıdır. Mülkiyette çözüm kesinlikle global takas ve tazminat olmalıdır sadece.        
Çözümün ise, Kıbrıs Rum Yönetiminin AB’ye katılım tarihi olan 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren “AB’nin Birincil Hukuku olması gerektiği” talebimizde ısrarlı olunması gerekmektedir. “AB’nin Birincil Hukuku” deyimi halk dilinde “AB Anayasası” olarak da tanımlanabilir. BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide tarafından “Varılacak çözümün “AB müktesebatına değil, AB prensiplerine uyumlu olacaktır” açıklaması Kıbrıslı Türklerin adadaki varlığını sürdürebilmesi ve çözümün sürekliliği bakımından son derece tehlikeli bir düşünce tarzı ve uygulamadır. Çözümün ertesi günü, Rum mülkü kullanan tüm KKTC vatandaşlarına ve üçüncü ülke vatandaşlarına, mülkün ilk sahipleri tarafından açılacak tazminat davalarının sayısı binleri, belki de on binleri bulacaktır, eğer referanduma sunulacak Çözüm Planı “AB’nin Birincil Hukuku” olarak AB kayıtlarına geçmezse…. 
(devam edecek)