2013 yılının Şubat ayında seçilmiş olan ve Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı döneminde her fırsatta yalan dolan bahanelerle masadan kaçan Rum lider Anastasiadis, 2015 yılının Nisan ayında Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra -kulağına fısıldananlar her ne idiyse- adeta masaya yapıştı ve kalkmaz oldu. 

Anlaşılan önünde, her ne pahasına olursa olsun çözüme istekli bir Türk lider ve yanında da acemi sayılacak bir müzakere ekibi görünce kolları sıvadı ve “bu fırsat bir daha ele  geçmez” mantığı ile müzakereleri devam ettirme çabası içinde girdi.

Rumların ve Yunanlıların ezelden beridir bir tek hedefleri bulunmakta Kıbrıs ile ilgili. Şu veya bu şekilde Kıbrıs adasının tümünü ele geçirmek ve de adanın tümü üzerinde egemenlik kurmak, Türkleri de asla egemenlik haklarına ortak etmemek.

Uzun bir zamandır ABD ve Avrupa Birliği, içimize yerleştirdiği piyonlarıyla ve 2004 yılında Referandumu yapılan Annan Planı döneminden beri parayla, hibe adlı rüşvetlerle ve çeşitli türlerde kişisel veya ailesel menfaatler sağlayarak elde etmeyi başardıkları satılmış kişilerle, el ele, omuz omuza, yaptıkları plan içeriğince, bir bütün halde saat gibi çalışarak KKTC’yi yıpratmaya ve zayıflatmaya çalışmaktalar. Hedefleri de KKTC sınırları içinde kaos ve kargaşa yaratmak,  bu sayede Kıbrıs Türk halkının dikkatini müzakerelerin gidişatından uzak tutmak ve de bir an evvel müzakereleri Rumların lehine sonuçlandırmak.

İki gün evvel gerçekleştirilen genel grevin gerçekte nedeni ile pek bağı yoktu. Amaç kaos yaratmak, sanki de iç savaş varmış havasını vermek, medyayı ve basını greve yoğunlaştırarak Kıbrıs Türk halkını KKTC’den bıktırmak ve Rum’un boyunduruğu altına girmesinin kapılarını aralamak.  
    
Cumhurbaşkanı Brüksel’de görüşmeler yapmakta, Ocak ayının 9’unda da “Beşli Konferans” yapılarak müzakerelerin sonuçlanma aşamasına gireceğinden bahsetmekte. Sayın Akıncı’ya göre “Özgürlüğümüzden, Güvenliğimizden ve eşitliğimizden asla vaz geçilmemiş ve asla da vaz geçilmeyecekmiş.” Bu sözler pek inandırıcı gelmiyor bana.

Nisan 2015 tarihinden beri Akıncı ve Anastasiadis arasında süren müzakerelerde kabul edilen “Dört Rum’a Bir Türk oranı”, Toprağın yüzde 28.2-29.2 arasına çekileceği, topraklarımızın beşte birinin Rumlara verileceği, Güzelyurt’un Maraş’ın ve Karpaz burnunda dört köyün Rumlara iade edileceği, içimize 60 bin Rum’un döneceği, iade edilecek topraklarımızın beşte birine 100 bin Rum’un yerleşeceği, Dört özgürlüğün (yerleşim, dolaşım, mülk edinme, çalışma) serbestçe uygulanacağı, mülkiyette ilk söz ve karar hakkının 1974 öncesi mülkün sahibine yani Rumlara ait olacağı, isteyen Rum’un sınırlama olmadan Türk Devletçiği içine yerleşip yaşayabileceği, Garantörlüğün Sayın Burcu’nun deyimiyle “Tabu olmayıp tartışılacağı” ve büyük bir olasılıkla da sulandırılacağı tavizlerinden sonra Sayın Akıncı’nın “Özgürlüğümüzden, Güvenliğimizden ve eşitliğimizden asla vaz geçilmeyiz” sözüne inanmak çok zor. Bana bu sözler çok doğru ve samimi gelmiyor.

Rumların ve Yunanlıların tek istekleri ve bu doğrultuda çabaları, daha 18. yüzyılın son çeyreğinden beri Kıbrıs’a hakim olmak. Şimdi bu hedeflerine ulaşmak için sorunu Avrupa birliği zeminine taşımaya çalışıyorlar aynen 19. yüzyılda yaptıkları gibi. Bundan iki asır önce Yunanistan konusunu Avrupa Devletleri içine taşımışlar ve Osmanlı devletinden koparılarak tarih sahnesine çıkmasını sağlamışlardı. Günümüzde de Kıbrıs için aynı oyunu sahneye koydular. Kendilerini asırlardır koruyup himaye etmiş olan Batılı büyük devletlerin destek ve yardımları ile sorunu kendi istedikleri şekilde çözme yolunda ve arzusundalar…. Tabii artık Türk Milleti olarak yersek!