Tarihi incelediğiniz zaman bizim milletlerle olan temaslarımızda siyasî veya stratejik açıdan müttefiklik söz konusu olunca, bizim tarih boyunca, her daim tek taraflı bir görüşü savunmuş olmamız, bizlere “Milli kazanç yerine, Millî zarar veya felâket getirmiştir.” 
Bu “Tek taraflı görüş”deki kastimiz nedir? O’nu da arz edelim. Türk Devleti, her daim kendisine olan aşırı güveni sebebiyle, bilhassa müttefik ad ettiğimiz ve kader birliğine rıza gösterdiğimiz Devletlere olan bağlılık derecemizi adeta abartarak; O’nun dostuna dost, düşmanına düşman olma konusunda, her daim abartılı davranmış, çoğu zaman da bu sebeple çevremizde dosttan ziyade düşman ülkeleri, yerden biter gibi çoğalmaya başlamış, hiç farkına varmadan, daha doğrusu farkına varana kadar, kendimizi yalnızlık denizinde bulmuşuz diyebilirim!... 
Günümüzde de böylesi bir davranış ve inanç yanlışı içinde bocalamaktayız!... Çok garip bir rastlantı olsa gerek; merhum Menderes’in, Sovyet-Rusya’ya gideceğini açıklamasından kısa bir müddet sonra, “27 Mayıs 1960 Askeri İhtilâli” neticesi, mezkûr ülkeye gidişleri akim kalmıştı. Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın, Federal Rus Devlet Başkanı Sayın Vladimir Putin ile Moskova’da “10,000 kişilik” bir camiin açılışında hazır bulunmuş ve ne gariptir ki, kısa bir müddet sonra, her iki taraf için de olumlu görünen bu iyi hal gösterisi, yerini muhtemel bir anlaşmazlığa doğru kaydırmıştır!... 
Yani bazıları tarafından Türkiye uyarılmıştır: (Sakın ha!). Gerçi bu bir varsayımdır lâkin, içinde hakikat payı olduğu da göz ardı edilemez!... 
Türkiye ile ABD arasında bilhassa strateji açısından gayet riskli ikili anlaşmalar olduğu cümlemizce malûmdur. Ancak bu anlaşmaların karşılıklı “Millî Menfaatler” yönünde; “kaçı ABD lehine kaçı Türkiye lehine yazılmıştır.” Burası bizlerce yani Milletimizce pek bilinmemektedir?... 
Gerekçe? Gerekçesi şudur: (Devlet sırrıdır açıklanamaz!...) Bu doğrudur. Ancak, “Türk-Rus ilişkilerinin”, “Türk-ABD ilişkilerinin” hangi boyutlarda olduğuna dair sıhhatli bilgilere de Türk-Milleti’nin bir bütün olarak bilmesinin en tabii hakkı olduğu inancındayız!.. 
Hiçbir Batılı ülke, <Türkiye ile gerçek manada dostluk tesis etmiş değildir.> Ne dünlerde ve ne de günümüzde böyle bir durum varit olmamıştır. Çünkü, Batı dünyası Türkiye hakkında her daim tek bir düşünceye sahip olmuştur: (Bu ülkeyi nasıl yutabilirim?...) 
Türkiye ise, onların bu yönünü fazla dikkate almadan, her daim: (Dostuna dost, düşmanına düşman) muamelesi yapmış ve bu çizgisinden yürüyüp gitmektedir. 
Ne var ki, Türkiye milletler arası münasebetlerde dostluklar değil: “Millî çıkarların ön planda olduğunu bir türlü görememiş ve ne acıdır ki, hâlâ görememektedir?!...” 
Yok, birileri kalkar da: (Hayır! Türk Devleti o nüansın farkındadır ve ona göre nabız yoklamaktadır.) diyecek olursa, gerçekten seviniriz. Ve lâkin, bunun böyle olmadığını ilk başta “NATO KUVVETLERİ” bilmekte ve Türkiye’yi tamamen ABD’nin kucağına atabilmek için, yeni, yeni tezgahlar kurmaya çalışmaktadır. 
NATO - Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ihlalin ardından “Kuzey Atlantik Konseyi”ni olağanüstü toplantıya çağırmış: (Rusya’nın Türk Hava Sahasını ihlalini kınıyoruz. Rusya’nın ihlali tehlikeli ve sorumsuzca. Türkiye ile güçlü dayanışma içindeyiz. Vurgusundan sonra: Rusya’nın Suriye’deki muhtelif güçleri hedef almaktan da vazgeçmesini önerdi.) Daha sonra ise, yine Medya’dan öğrendiğimize göre: Brüksel’de gerçekleşen Suriye krizinin konu alındığı zirvede, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg; “NATO, Türkiye’yi güneyden gelebilecek herhangi bir tehdite karşı Güneyden gelebilecek herhangi bir tehdide karşı savunmak için askeri birlikler göndermeye hazırdır diyerek, şayet Ankara isterse; “48 saatte Türkiye’ye desteğe hazırız.” mesajı verdi. 
NATO’nun güvenlik garantisi tümü Müttefikleri içindir. Dolayısıyla Türkiye için de Yüzde 100’dür. 
Suriye’de, Rusya’nın askeri hareketliliğinin artması bizi endişelendiriyor!... Hava saldırıları gördük, Deniz’den Uzun Menzilli Füze saldırıları gördük. Türk Hava sahasının ihlalini gördük. Türk Hükûmeti ile çok yakın iletişim içindeyiz. 
Türkiye çok güçlü bir Müttefik. NATO’da en büyük ikinci Ordu’ya sahip. Rusya’ya karşı caydırıcılık için, NATO Güçlerinin Türkiye’ye hemen sevk edilmesine gerek yok. Önemli olan NATO’nun düşmanlarının, gerektiğinde bunu yapabileceğimizi bilmesi yeterlidir.) 
Bütün bu görüş ve açıklamalardan aldığımız mesaj özetle şu olmaktadır: (Süper Devletlerin millî çıkarlarının bekçiliğini yapmak, bizler gibi stratejik açıdan korunması icap eden Devletlere düşmektedir!...) 
Yanî, NATO Genel Sekreteri; Türkiye’yi ele geçirebilmek için, ne askeri ve ne de işgale lüzum kalmamıştır. Türkiye, Rusya’dan uzak kalsın yeter. 
Baştan beri göstermeye çalıştığım bazı mesajlarda; Türkiye, milletler sosyetesinde “eli, kolu bağlı” bir Batı müttefiki olduğu görünümü sergilemektedir.
Bizlerin, kadim bir inançla müttefiklik meselelerine eğilmemiz ve müttefiklik bahsinde “Soy birliği, din birliği” harslarına sıkı sıkıya bağlı olarak siyaset yapmaya kalkışmamız, bizleri her daim, hayal kırıklığına uğratmış ve doğrudan zararlı olmuştur. 
ABD - Türkiye ilişkilerinde ise, din birliği, ırk birliği olmamasını rağmen, kader birliği edilmişçesine bir bağlılık meydana gelmiş ve ABD-Türkiye Müttefikliği hemen, hemen bir elmanın yarısı darbı meselesini andırabilecek seviyeye erişmişken, bu durum “Kozmik Odamızın” denetlenmesinden sonra, kademeli şekilde puan kaybetmeye başlamış ve bir çok aşamalardan sonra, nihayet günümüzdeki karmaşık duruma gelmiştir!... 
Hata, hemen her zaman uyguladığımız hata olmuştur. Yanî, müttefiklikle, dostluğu, birbirine karıştırmamızdan doğmuştur!... 
Ancak, bu vahim hatamızı meşru hak gösterip, “Militarist” düşünceyi başa geçiren ve ayrıca Rusya bahsinde “PUTİN’İN MARİFETİ” gibi başlıklarla Türkiye’yi gaza getirmeye çalışan bazı kalemler de bu hususta, adeta yangına körükle gidercesine, makalelerle, su yerine benzin dökercesine hareket ederek, Aziz Milletimize, doğrudan ABD propagandası paralelinde sözde bilgi sunmuşlar ve hâlâ aynı tutumlarını devam ettirmektedirler! 
Milliyet Yazarı, Sayın Sami Kohen, “Avrupa’nın tavrı değişiyor mu?” başlıklı köşe yazılarında, bendenizin savunduğu fikrinde ne derece haklı olduğumu köşe yazısının finalinde en alâ şekilde belirtmişlerdir. Aynen geçiyorum: 
< Ne kadar samimiler? 
Türkiye’ye gösterilen sıcak ilginin temelinde Avrupalıların kendi çıkar hesaplarının yattığı bir gerçek. Tavır değişikliğini bu bakımdan “Menfaatperestlik” veya “ikiyüzlülük” olarak görenler olabilir. Ama uluslar arası ilişkilerde oyunun kuralları böyle oynanıyor. 
Dolayısıyla, Türkiye de politikasını bu gerçeğe göre ayarlamak durumundadır. Bunda önemli olan Türkiye’nin de kendi çıkarlarına uymayan koşullara boyun eğilmemesi ve isteklerinin yerine getirilmesine çalışmasıdır.>
Makalemin başından beri savunduğum görüş ve fikir yapımın hiç de yanlış olmadığını yılların kalem kurdu da bir şekilde ispatlamaktadır!... Yani, “Soydaşlık veya din kardeşliği” nevinden fantezilerle siyaset aleminde bir neticeye varılamayacağı aşikârdır. 
Uluslar arası ilişkilerde karşılıklı çıkar esastır. İki ülkenin de kazandığı durumlar idealdir ve dış politikada birinci sorumluluk; Ülke’nin çıkarlarına uygun hareket etmektir. 
Bizim işimize gelse de gelmezse de Federal Rusya, Suriye’ye yerleşmiş ve Esad’ın ömrünü uzatmış durumdadır. Ruslara oradan çık denecek olursa, alınacak cevap hiç de hoş olmaz!... 
Basında şu önemli notları okuyoruz: “Biz “PYD Terörist bir Örgüttür” derken sadece Rusya’nın mı PYD’ye destek verdiğini sanıyoruz. 
ABD, PYD’yi desteklemiyor mu? Bize rağmen Kobani’yi savunma adına ABD, Kürt militanlara silâh vermedi mi?... 
Saygıdeğer okuyucularım, görülüyor ki, Suriye meselesi NATO’ya rağmen, pek düzeleceğe benzemez. Çünkü, İki Süper Devlet’in “Milli çıkarları” buna mani teşkil etmektedir. 
Perşembe günleri neşredilen “Tarihimizle Baş başa” adlı makalemi bu hafta neşredemiyorum özür dilerim. Yeni bir makalemde buluşmak umudu ile cümlenize hayırlı haftalar diliyorum efendim.