Fırat Kalkanı operasyonu , güney sınırları boyunca kuşatılmak istenen Türkiye’nin bir devlet refleksiydi; bir zorunluluktu. Fakat, gelinen noktada görülüyor ki, Fırat Kalkanı bir Dicle Kalkanı’yla desteklenmezse, beklediğimiz sonuçları almamız mümkün olmayabilir.

Ne yani, ABD’ye savaş mı açacağız?” kolaycılığından vazgeçerek, Türkmeneli sorumluluğumuzu, Irak’ın bölünmesiyle geçerliliğini yitiren Ankara Anlaşması’nın ne gibi sonuçlar doğurduğunu ve 2004 sonrasında Abdülhamit’in Musul Vilayeti tapularının geçerliliğini tartışmaya açmamız artık bir zorunluluk olmuştur.

Milletlerin hakları yalnızca ateşli silahlarla savunulmaz; Dicle Kalkanı uluslar arası hukuk çerçevesinde oluşturulabilir; oluşturulmalıdır. Tarih kitaplarımızda, II. Abdülhamit’in kendi adına tapuladığı arazilerin, Hazine-i Hassa varlıklarının, kendisinden sonra tahta çıkan Sultan Reşat’ın 5 Mayıs 1909 tarihli fermanıyla Devlet Hazinesine aktarıldığı yazılıdır. Fakat bu fermanla ilgili işlemler tamamlanmamış ve onaylanmamıştır. Uluslar arası hukuk açısından çok önemli olan bu konu neden dile getirilmiyor?

Ortadoğu coğrafyasında yeni bir Balkan faciası yaşamamak için bilim adamlarımızın, tarihçilerimizin, uluslar arası hukukçularımızın yapacakları bir şeyler olmalı..

Sultan II. Abdülhamit, Mezopotamya olarak anılan Bağdat ve Musul vilayetleri petrol alanlarını kendi adına tapulayarak, Hazine-i Hassa mülkü yapmış ve hukuksal koruma altına almıştı. Önceki padişahlardan farklı davranan II. Abdülhamit uluslararası hukuktan haberdardı ve bu stratejik manevrayla petrol zengini bu bölgelere göz koyan ülkelerin önünü kesmeyi hedeflemişti.
 
Bugün Kuzey Irak olarak tanımladığımız bölge, Osmanlı Devleti’nin Musul Vilayeti’nin bir parçasıydı. Bu nedenle, Musul Sorunu çerçevesinde izlediğimiz diplomatik, siyasi, askerî, ekonomik, sosyokültürel gelişmelerin temel etkeni Musul petrolleri yani Musul petropolitiğidir.. 2012 yılı verilerine göre, dünyanın altıncı en büyük petrol bölgesi konumunda olan Irak genelinde 143 milyar varil, Kuzey Irak’ta (Musul vilayeti) 45 milyar varil petrol bulunmaktadır.

TÜRK TARİH KURUMU BAŞKANI’NIN ŞOK AÇIKLAMASI

Musul petrolleri söz konusu olduğunda II Abdülhamit’in “Petrol Haritası” gündeme gelir ve İttihat Terakki’nin İngilizler tarafından nasıl oyuna getirildiği anlatılır, hayıflanılır. Ne derece doğru olduğu tam olarak bilinmeyen Abdülhamit’in petrol tapuları konusunda anlatılan şudur:

Sultan Abdülhamid, 1888'de yayınladığı bir fermanla, Bağdat ve Musul vilayetlerinde petrol varlığı belirlenen bir kısım toprakları kendi adına tapulayarak Emlak-ı Şhane’ye kaydettirmişti. Bu uygulama, o toprakları bölgedeki devletlere karşı korumak için hukuki ve siyasi bir önlemdi. Sultan Abdülhamid, tahttan indilirip yerine Sultan Reşat tahta çıkınca, İttihat ve Terakki'nin isteği üzerine, Emlak-ı Şahane’yi de kapsayan Hazine-i Hassa'nın büyük bölümü millileştirildi ve bu araziler devlete geçti. Cumhuriyet'le birlikte Hazine- i Hassa'nın tümüne devlet el koyunca, padişahın şahsi malı kalmadı”

Yakın tarih kayıtlarında Musul ve Abdülhamit tapuları hakkında bunları biliyoruz. Ne kadarı doğru, ne kadarı yanlıştır? Abdülhamit Bağdat ve Musul vilayetleri (Irak) tapuları hala geçerli midir?


Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Metin Hülagü’nün Türkiye’nin Musul ve Kerkük’te hak sahibi olduğu açıklaması 2013’te bomba etkisi yapmıştı, ama ne hikmetse kısa zamanda unutuluverdi (28 Ekim 2013/ gazeteler).

Prof. Dr. Metin Hülagü Bugün gazetesinden Seda Şimşek’in sorularını yanıtlarken Musul Kerkük konusunda dikkat çekici şeyler söylüyordu; “Musul tarih oldu” diyenlerin dikkatine sunmak istedik..

Seda Şimşek: Çok tartışılan Musul-Kerkük meselesi var, sizce bu mesele bitti mi?

Prof. Hülagü: Şu an fiili olarak bitmiş gözüküyor, ama hukuki anlamda bir mesele olarak devam ediyor. Musul-Kerkük toprakları Abdülhamit’in özel mülkü; o anlamda hukuki olarak bitmiş değil. Dış politika, devlet politika açısından anlaşmalar yapılmış, imza atılmış, bir karar verilmiş, ama özel mülkiyet anlamında Hanedan davalar açtı, açıyor ve davalar devam ediyor.”

Uluslararası hukukta, o toprak işgal edilse dahi kişi mülkiyetine dokunulamaz. Abdülhamit’in kendi mülkiyeti haline getirdiği bu topraklardan biz 1. Dünya Savaşı’ndan sonra süratle feragat etmişiz. İttihatçılar, Abdülhamit’in özel mülk haline getirdiği bu mülkleri, toprakları özel mülkiyetten çıkarmak için adımlar atmışlar ama o adımlar da hukuki olarak tamamlanmamış, yarım kalmış çünkü onaylanması gerekiyor. Hukuki prosedür bitmemiş.”

Seda Şimşek: Yani geri alınabilir mi, Musul ve Kerkük’teki Abdülhamit’e ait topraklar?

Prof. Hülagü: Dışişleri Bakanlığı, Abdülhamit’in bu tür mallarının elde edilmesi noktasında Hanedan’a destek olabilir ama öncelikle tabii Hanedan’a içerideki mallarını vermesi gerekiyor. Osmanlı Hanedanı’na ait olan ve Türkiye tarafından kamulaştırılan malların önce Hanedan’a devredilmesi, arkasından da o emsal gösterilip, yurtdışında, diğer ülkelerin elinde bulunan mülklerin, malların, toprakların alınması söz konusu olabilir.

Hukuki sürece bakıldığında, Hanedan’ın Irak’taki mal varlığının oradaki mahkeme tarafından reddedilmesinin temel sebeplerinden bir tanesi Türkiye’nin bu varlıkları vermemesi, ‘Türkiye bile size mülklerinizi vermiyor ki siz gelip bizden mal istiyorsunuz’ deniyor. O yüzden önce bizim Hanedan’a mülklerini verip, arkasından da Hanedan’a destek çıkarak, gerek Ortadoğu’daki gerek Balkanlar’daki bu tür yerlerin alım süreci işletilebilir. Bu davaların kazanılabilmesi için ciddi bir siyasi gücün Hanedan’ın arkasında olması gerekiyor.”

PROF. HÜLAGÜ: “SÜREÇ TAMAMLANMAMIŞTIR”

Biz bugüne kadar Abdülhamit’i tahttan indiren İttihat ve Terakki’cilerin, İngilizlerin oyununa gelerek, padişahın kişisel mallarını devletleştirdiklerini okuduk. Fakat, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Metin Hülagu, “Hayır”, diyor, “prosedür henüz tamamlanmamıştı!” Hülagü Hocamız bu açıklamalarından dolayı eleştiriler almıştı, ama Türk Tarih Kurumu Başkanı olan bir Profesör, herhalde, konuyu araştırmadan konuşmaz.

UYUDUK MU, UYUTULDUK MU? BU TARİHİ GERÇEKLERİ BİLMİYOR MUYUZ?

Sultan Abdülhamid’i tahttan indilirip yerine Sultan Reşat tahta çıkaran İttihat ve Terakki'ciler, emlak-ı şahaneyi de kapsayan Hazine-i Hassa'nın büyük bir bölümünü millileştirdiklerinden, Musul Vilayeti de yeniden devlet malı olmuştu. Böylece, II. Abdülhamit’in kendi üzerine kayıtlı petrol alanları uluslar arası korumanın dışına çıkarılmış oluyordu; devlet arazisi olan Musul ve Kerkük artık savaş yoluyla Osmanlı’dan alınabilirdi. İngilizler’e Musul ve Kerkük yolu açılmış oluyordu.”

Bugüne kadar, II. Abdülhamit’in kişisel tapuları konusunu bu çerçevede okumuş ve böyle ezberlemiştik. Fakat, bu konuda kapsamlı bir araştırma yapan Yard. Doç Dr. Nevin Yazıcı, II. Abdülhamit’in kendi adına tapulu petrol alanlarının devletleştirilme işleminin tamamlanmadığını belirterek şöyle diyor:

II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi üzerine yerine padişah olan Sultan Reşat’ın imzasıyla Hazine-i Hassa varlıklarını Devlet Hazinesine aktaran 5 Mayıs 1909 tarihli yeni bir ferman çıkarılmıştır. Bu ferman, ileride Mezopotamya petrollerine yönelik hukuki tartışmaların çıkmasına zemin hazırlamıştır; gerek İttihat ve Terakki Parti’sinin iktidara gelmesiyle alınan kararda ve gerekse padişah fermanında bu mal varlıklarının bedelli veya bedelsiz olarak devredildiğine ilişkin bir belge düzenlenmemiştir. Ayrıca Defter-i Hakanî kayıtlarında ve tapu kayıtlarında bu mal varlıklarının Devlet Hazinesi’ne aktarılmasıyla ile ilgili düzenlemelerin yapılmadığı ortaya çıkmıştır.”

Bu konuya da itirazlar gelebilir ve şöyle denilebilir: “Sultan Mehmet Reşat’tan sonra tahta çıkan Vahdettin, 8 Ocak 1920 tarihli çıkardığı bir kararname ile önceki iradelerin millete devrettiği emlak, arazi ve imtiyazları tekrar Hazine-i Hassaya devir ve iade etmiştir. Bu kararname,  TBMM’nin açılmasıyla beraber çıkarılan 7 Haziran 1920 tarih ve 7 sayılı Kanun ile hükümsüz bırakılmıştır.”

Bizim de vurgulamak istediğimiz bu konudur. Sultan Reşat’ın 5 Mayıs 1909 tarihli fermanı, gerekli işlemler tamamlanmadığı için geçersizdir; işe bu noktadan başlandığında, II. Abdülhamit’in tapuları hala geçerliliğini koruyor olacaktır.

Bu gerçek Musul ve Kerkük petrolleriyle ilgilenen devletler tarafından bilinmektedir. Çünkü, II. Abdülhamit’in tapuları Sultan Reşat’ın fermanıyla iptal edilmiş ve devlete devredilmiş olsaydı, başta İngiliz şirketleri olmak üzere, pek çok girişimci neden mirasçıların peşinde koşup yıllarca ödeme yapmışlardı?

ABDÜLMECİT’İN TORUNU DİYOR Kİ…

Abdülmecit’in torunu Mahmud Sami, Abdülhamid’in Petrolleri” adlı kitabında, dünyanın ilgisinin Kuzey Irak ve Türkiye’de yoğunlaştığı bugünlerde birçok tarihi gerçeği aydınlatıyor ve mahkeme masraflarına para yetiştirilemediği için 1998 yılında kapanan Abdülhamit’in petrol kuyuları davalarının perde arkalarını anlatıyor. Mahmut Sami, II Abdülhamit’in tapulu arazilerinin devletleştirilme işleminin tamamlanmadığını, bunu başta İngilizler olmak üzere, bütün uluslararası hukukçuların kabul ettiklerini anlatırken şu konulara dikkat çekiyor:

Osmanlı varislerinin miras davasındaki temel dayanağı Abdülhamid’e “zorla” imzalatılan tüm şahsi mallarını hazineye devrettiğine dair belgenin Meclis-i Mebusan’da karara bağlanmamıştır. Dönemin Kanun-i Esasi’sinde, hükümdarın yayınladığı tüm irade-i seniyyelerin parlamento onayına sunularak, her iki meclisin de onayından geçtikten sonra yürürlüğe gireceği öngürülüyordu.”

Fakat, Mahmud Sami’nin aile arşivlerinde yaptığı araştırmalara dayanarak yaptığı açıklamlar göre, ne Abdülhamit’in ne de Sultan Reşad’ın malvarlıklarını hazineye devrettiğine ilişkin irade-i seniyyeler parlamentoda ele alınıp karara bağlanmamıştı.

İttihat ve Terakki yöneticilerinin, 30 milyon Sterlin kredi alabilmek adına, söz konusu petrol yataklarını, sonradan İngiliz şirketine dönüşen Turkish Petroleum Company’e kiralandığını biliyoruz. Fakat, II. Abdülhamit’in tapularını devletleştirme işleminin tamamlanmadığı da tarihi bir gerçektir.

Hala susacak mıyız? Hukuksal alanda bir Dicle Kalkanı oluşturmak için daha ne bekliyoruz?

YARIN: 2004 yılındaki Anayasa değişikliği II. Abdülhamit’in tapuları açısından neden önemlidir?