Musul’u IŞİD/DEAŞ’tan geri alma operasyonu için uygun ortamı oluşması bekleniyordu. 27 Aralık 2015 tarihli “Musul’da Neler Olacak?” ve 12 Mart 2016 tarihli “Musul Operasyonunun Şifreleri” başlıklı yazılarımızda Musul’u kurtarma operasyonun, büyük bir olasılıkla, 25 Mart’ta başlayacağını duyurmuştuk. 

Tek kurşun atmadan Irak’ın en büyük ikinci kenti olan Musul’u ele geçiren IŞİD/DEAŞ bir emanetçiydi. Musul’u ele geçirdiğinde Merkez Bankası’nın kasasından yağmaladığı milyarlarca doların hesabı da sorulamamıştı IŞİD/DEAŞ’a; belki de “bekçilik ücreti” olarak verilmişti onca para.. 

ABD’nin planına göre, ülkenin petrol kaynaklarını barındıran Kerkük ve Musul Irak Kürt Bölgesi’ne bağlanacak, hemen ardından bağımsızlık ilan edilecek ve Irak’ın petrol varlığı “kontrol altına” alınmış olacaktı. ABD’nin de “Irak ordusuna destek vermek germek” gerekçesiyle katıldığı “Musul’u kurtarma operasyonu”nu, sisler arkasındaki bu gerçekler penceresinden bakarak değerlendirmek gerekir.

12 Mart tarihli “Musul Operasyonu’nun Perde Arkası” başlıklı yazımızda bu konuyu ayrıntılı olarak irdelemiştik. Operasyon sonrasındaki olası gelişmeleri görebilmek açısından, yeniden bir göz atalım..

MUSUL OPERASYONUNUN ŞİFRELERİ (12.03.2016)

Büyük bir olasılıkla, Musul’u kurtarma operasyonu, 25 Mart’ta başlıyor. Musul’u IŞİD/DEAŞ’ın elinden kurtarma operasyonun bugüne kadar birkaç kez ertelenmesinin nedeni, Suriye krizinin bir çözüme bağlanamamış olmasıydı. Bir başka nedenini de, Barzani’nin Türkiye’den aldığı destekle, hem Bağdat Hükümeti’nden hem de ABD’den bağımsız hareket etme girişimleriydi. 

ABD Irak’ı işgal ettiğinde, nüfusun % 65’i Şii olduğundan, Irak’ın yönetiminde, pek çok konuda İran’la işbirliği yapmak durumunda kalmıştı. Fakat, İran Devrim Muhafızlarının Irak’ta gereğinden fazla etkin olmaya başlamaları ABD’yi tedirgin etmiş ve IŞİD/DEAŞ’ın doğmasına neden olmuştu. Hatırlanacağı gibi IŞİD/DEAŞ, kısa sürede Irak’ın en büyük ikinci kenti Musul’u tek kurşun atmadan ele geçirmiş ve ülkenin Sünni bölgelerini kontrolü altına alarak İran sınırına dayanmıştı. 

Hatırlanacağı gibi, Musul’un işgali sırasındaki kargaşadan yararlanan Kürt Bölgesi Yönetimi Lideri Barzani, Kerkük’ü kendi bölgesine dahil etmişti. ABD, IŞİD/DEAŞ eliyle Bağdat Hükümeti’nden kopardığı Musul’u geri alarak kuzeydeki Kürt Bölgesel Yönetimi’ne bağlamak istiyordu. Bu yolla, Ortadoğu’nun en zengin petrol yataklarını barındıran Musul ve Kerkük, Irak’tan koparılacak, bir uydu devlet üzerinden ABD’nin kontrolüne geçecekti. Fakat, Kuzey Irak Kürtleri ile Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler arasındaki sürtüşme nedeniyle Kürt Koridoru”nun Akdeniz’e bağlanması gecikiyor, Musul’u kurtarma operasyonu da erteleniyordu. 

Barzani de eski Barzani değildi;Türkiye’ye yaslanarak, bağımsız hareket etmeye başlamıştı. Barzani’nin Türkiye’ye yakınlaşması, ABD’yi olduğu kadar, Suriye Kürtlerinin Lideri Salih Müslim’i de, PYD/YPG’yi de PKK’yı da rahatsız ediyordu. Son zamanlarda Irak, Suriye ve güneydoğu illerimizde yaşanmakta olan gelişmeleri, Bağdat Hükümeti’nin ve ABD’nin, Türkiye’nin Musul yakınlarındaki Başika kampı konusunda gösterdikleri duyarlılığı  değerlendirirken, Barzani-Türkiye yakınlaşmasını gözden kaçırmamak gerekir. 

Birkaç kez ertelendikten sonra, 25 Mart’ta başlatılması kesinleşen Musul’u kurtarma operasyonu, yüzyıllık bir parantezin kapanması açısından, olası sonuçları açısından çok önemli bir operasyondur. Musul’u kurtarma operasyonu, bölgede Türkiye’ye karşı yürütülmekte olan örtülü savaşın çok önemli bir aşamasıdır. “Musul’u Ne Zaman Kaybettk?”, “Musul Atabegliği”, “Musul’u Lozan’da Değil, Haliç’te Kaybettik” başlıklı yazılarımızda, Musul’un Türkiye açısından önemini anlatmaya çalışmıştık. 

Musul konusu, Lozan müzakerelerinin en tartışmalı konularından biri olmuştu. Lozan’da bir karara bağlanamayan Musul konusunun çözümü Cemiyet-i Akvam’a (bugünkü Birleşmiş Milletler) bırakılmıştı. 1926’da Musul’dan, Irak’ın bağımsız bir devlet olması koşuluyla vazgeçmek durumunda kalmıştık. Irak’ın işgali sırasında ABD, Türkiye’nin Musul konusunu gündeme getirmesinden kaygı duymuştu. Fakat, 2003 yılının değişen koşulları çerçevesinde Türkiye’nin Musul konusundaki konumunu/haklarını gündeme taşıyacak, savunacak bir bilim adamı ve diplomat kadrosu yoktu! 1925 yılında yapılan Haliç Konferansı’nda sergilediğimiz aymazlık da İngiliz diplomatlarını hayrete düşürmüştü (Bkz: “Musul’u Lozan’da Değil Haliç’te Kaybettik).

MUSUL DOSYASI HALA KAPANMAMIŞTIR

Bazı aydınlarımız Musul konusunun yıllar önce kapandığını söylemiş olsalar da, görüldüğü gibi, Musul dosyası hala kapanmamıştır. ABD, I. Körfez Savaşı sonrasında, 36 Paralel boyunca, pasta dilimi gibi ana gövdeden ayırdığı Irak’ın kuzey parselinde bir uydu devlet oluşturma ve Musul’u (Kerkük’le birlikte) bu devlete bağlayarak sahiplenmek çabası içindedir. Bilim adamlarımız, diplomatlarımız, uluslararası hukuk uzmanlarımız bu yağmayı izlenmekle yetinmektedirler. 1926’da Irak’ın bağımsız devlet olması koşuluyla vazgeçtiğimiz Musul konusu, Irak’ın işgali ve idari yapılanmasının değişmesi sonrasında, uluslararası hukuk açısından yeniden yorumlanması gereken bir konuya dönüşmüştür. Yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimleri olan Kerkük, Erbil ve Musul’un okyanus ötesinden gelen haramiler ve ortakları tarafından yağmalamasına seyirci kalmak, en hafif tanımlamayla aymazlıktır. 

Türkiye, Musul ve Kerkük petrollerinin, Irak’ın kuzey parselinde oluşturulan bir uydu devlet üzerinden yağmalanmasını, Irak Kürt Yönetimi Lideri Barzani’yle geliştirdiği sıcak ilişkilerle önleme politikası uygulamaktadır. Fakat, bu uygulamanın uluslararası hukuk çerçevesinde desteklenmesi gerekir; Irak’ın işgali ve parçalanması sonrasında Musul’un statüsü mutlaka sorgulanmalıdır.  Musul konusunda yaptığımız hatalar zincirini bir yerde noktalamamız gerekiyor. Irak ve Suriye’de Rusya ve İran bir oyun kurucu olarak olayların akışını yönlendirirlerken, Türkiye’nin, derin tarihi ve kültürel bağları olan bu coğrafyalara ilgisiz kalması beklenemez. Bu nedenle, yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimleri olan Kerkük ve Musul’un geleceğini belirleyecek olan bir operasyonu yakından izlemek ve bu tarihi değişim sürecinde konumumuzu netleştirmek durumundayız.  

MUSUL’U SANILDIĞI KADAR KOLAY VERMEDİK, KOŞULLARIMIZ DA VARDI..

Bazı aydınlarımız, diplomatlarımız, bilim adamlarımız kolaycılığı seçerek, “Musul konusu çoktan kapandı; biz Musul’u çoktan sattık” diyorlar. Musul konusundaki ayrıntıları bilmeden  birilerini suçlamak insafla bağdaşmaz. Savaş yorgunu olarak tarih sahnesine çıkmaya hazırlanan ve henüz “Türkiye Cumhuriyeti” olamamış “Türkiye Büyük Millet Meclisi” hükümeti, Musul’un stratejik öneminin farkındaydı. Mondros Mütarekesi’nden Lozan görüşmelerine uzanan süreçte, Kurtuluş Savaşı’yla elde ettiği kazanımları elde tutarak Musul’u geri alabilmek amacıyla, askeri ve diplomatik hamlelerini sürdürmekteydi. 

Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918)  sonrasında Özdemir Şefik Bey’in Musul’u geri aldığı operasyon (31 Ağustos 1922), Cafer Tayyar Paşa’nın Musul seferi (Eylül 1922), Haliç Kongresi’nde (Mayıs 1924) önümüze çıkan altın fırsatı hangi nedenle kaçırdığımız ve özellikle İttihat ve Terakki’nin II. Abdülhamit’in kendi adına tapuladığı arazileri Devlet Maliyesi’ne devretmesiyle (1908-1909) elimizin kolumuzun nasıl bağladığı  bilinmeden, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin Musul’u “sattığına” ilişkin söylemler inandırıcı olamaz. 

ABD MUSUL’U KENDİ TAPUSUNA NASIL GEÇİRECEK?

ABD, I. Körfez Savaşı’ndan bu yana, Türkiye’nin gözünün içine baka baka  gerçekleştirdiği operasyonlarla, Ortadoğu’nun en zengin petrol rezervlerini barındıran  Musul ve Kerkük’ü Irak’ın kuzeyinde oluşturduğu bir uydu devlet üzerinden sahiplenme peşindedir. Bunun için de, Irak’ın kuzey parselinde bir federal yapı oluşturulmuş ve bu yapı (Irak Federe Kürt Bölgesi), ABD’de yazılmış bir anayasanın Irak Meclisi’nde kabul edilmesiyle resmileştirilmişti. ABD’nin planı, IŞİD/DEAŞ eliyle tek kurşun atılmadan teslim alınan Irak’ın petrol deposu Musul’u bir operasyonla geri almak ve Kerkük’le birlikte Irak Federe Kürt Yönetimi’ne devretmekti. Böylece Ortadoğu’nun en zengin petrol kaynakları, Türkiye’nin ve Irak’ın gözleri önünde sahip değiştirmiş olacaktı. ABD, Irak Federe Kürt Yönetimi üzerinden II. Abdülhamit’e ait olan Musul’un tapusunu kendi üzerine geçirmiş olacaktı. 

ABD’nin bir emanetçi olarak gördüğü Irak Federe Kürt Bölgesi Lideri Barzani, son zamanlardaki sergilediği bağımsız hareketleri, Türkiye ile imzaladığı uzun vadeli petrol anlaşmaları nedeniyle dostları tarafından eleştirilmeye başlanmıştı. Musul’u IŞİD/DEAŞ’tan kurtarma operasyonun birkaç kez ertelenmesinin nedeni, Barzani’nin Türkiye’ye yakınlaşması ve Türkiye ile uzun vadeli petrol anlaşmaları imzalamış olmasıydı. Türkiye’nin, Musul yakınındaki peşmergelere eğitim verdiği Başika kampı taşınmalı, güneydoğusunu Cehennem’e çeviren terör olaylarına yoğunlaşmak zorunda bırakılarak, Ortadoğu denklemi dışına savrulmalıydı. 

Türkiye güneydoğusunda terörle boğuşurken Barzani ile PYD arasında da bir ayrışma yaşanıyor. PKK/YPG, Goran Hareketi ve Talabani’nin partisi Barzani’yi de Ortadoğu denklemi dışına itme çabasındalar. PKK/YPG’nin Irak’ın Kürt bölgesinde etkin olması Barzani’nin otoritesini sarsar. O nedenle Barzani kendi bölgesinde Türkiye’nin desteği ile peşmergelerini eğitiyor. Hatırlayanlarınız olacaktır, PKK/PYD, Goran Hareketi ve Talabani’nin partisi; Barzani’yi sıkıştırmak için birlikte hareket etmişler,  Barzani’nin partisi KDP’nin binalarını yakmışlardı.

Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık ilan etmesi durumunda, bölgesel ve küresel koruyuculara ihtiyacı olacak. Türkiye’nin ucuz petrol avantajı, İran’ın da bölgedeki çalışmaları nedeniyle Barzani ile işbirliği yaptığı bilinen bir gerçek. Bölgesel destek Türkiye’den gelse bile, küresel koruyucu kim olacak? Barzani’nin, Musul konusunda bazı ödünler vermeden, ABD’nin desteğini sağlaması zor görünüyor. 25 Mart’ta yapılacağı söylenen “Musul’u IŞİD/DEAŞ’tan kurtarma operasyonu”, Barzani ile ABD arasında bir anlaşma sağlandığının işareti midir, yoksa Barzniyi de kapsayan bir operasyon mudur? Yanıtı herkesçe merak edilen bir sorular bunlar. Yanıtları da yakın bir gelecekte netleşecektir. 

MUSUL OPERASYONU, “KÜRT KORİDORU”NUN TAMAMLANDIĞI ANLAMINA MI GELİYOR? 

Musul’u IŞİD/DEAŞ’tan kurtarma operasyonu birçok soruyu ve bir o kadar da sorunu gündeme taşıyacak bir operasyon olacaktır. Çünkü, Musul operasyonu, bölgesel ve küresel aktörleri karşı karşıya getirebilecek, Ortadoğu’ya ilişkin dengelerin ve ittifakların değişmesine neden olabilecek sonuçlar üretecektir. 

Bugüne kadar IŞİD/DEAŞ’a emanet edilen Musul’un göstermelik bir operasyonla geri alınıp Kürt Federe Yönetimi’ne bağlanması, Irak petrollerini Akdeniz’e akıtacak “Kürt Koridoru”nun tamamlandığı, yani Suriye’nin kuzey bölgesindeki kantonların PYD/YPG eliyle birleştirildiği ve Kırım Savaşı’ndan bu yana gündemde olan “Kürt Koridoru’nun tamamlandığı anlamına mı geliyor? Yüzeli yıllık “Kürt Dosyası”nın yeni bir aşamasını mı yaşamaktayız? 

Bu soruların yanıtı ‘evet’se,  ABD ile Rusya  federatif bir Suriye konusunda anlaştılar demektir.  Bu gelişme, Türkiye’nin olduğu kadar, Irak ve İran’ın da canını sıkacaktır. Düne kadar, “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız” diyen dostların böyle bir sürprizi, Esad’ın da canını sıkacaktır. 

BAŞBAKAN DAAVUDOĞLU’NUN SÜRPRİZ İRAN ZİYARETİNİN NEDENLERİ

İran ve Türkiye’nin bu gelişmleri görmemesi mümkün değil. Sürpriz İran ziyaretinde Başbakan Davutoğlu bu duruma dikkat çekerek: “Suriye’de İran’la farklılıklarımız olduğunu biliyoruz. Bunları da ele aldık. Kimin nerede hata yaptığına değil, şu anda ne yapmak gerektiğini ele aldık” diyordu. Başbakan  Davutoğlu’nun sürpriz  İran ziyareti ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin önümüzdeki günlerde Türkiye’ye gelecek olması, her iki ülke açısından da, bölgede olağanüstü gelişmeler yaşanmakta olduğunun işaretleri sayılmalıdır. 

Görüldüğü gibi, Musul’un IŞİD/DEAŞ’tan kurtarılması operasyonu, Ortadoğu’da yeni ve her yönde sonuçlar üretebilecek bir sayfa açılmış olacaktır.

Hayırlısı..