Mesut Barzani’nin Anayasa’nın kesin hükmüne rağmen Kerkük’te referandum yaptırmaması, tek kurşun atmadan DEAŞ’a teslim edilen Musul’un, ABD’nin eğittiği  Irak ordusuna bağlı Terörle Mücadele Birlikleri tarafından geri alınarak Kerkük’le birlikte Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne kaydırılması ve burada bağımsız bir devlet ilan edilmesi, uluslararası hukukun ayaklara altına alınarak gerçekleştirilen bir soygun operasyonudur. Musul ve Kerkük’ün Bağdat yönetiminden koparılarak Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne bağlanmasının hiçbir hukuksal dayanağı yoktur. Bu operasyon uluslararası bir soygundur. Bu soygun, Ortadoğu’da uzun soluklu etnik ve mezhepsel çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. 

Kerkük referandumu, Telafer sorunu ve Fırat Kalkanı Musul’un DEAŞ’tan kurtarılması operasyonundan bağımsız düşünülemeyeceğine göre, bu hareketlenme, Türkiye açısından da, başta sınır güvenliği olmak üzere, bir dizi olumsuz sonuçlar üretecektir.  

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasının/dağıtılmasının hemen sonrasında I. Körfez Savaş’ıyla yapımına başlanan ve güney sınırlarımız boyunca uzanan ABD/İsrail Koridoru’nun ülkemiz açısından çok olumsuz sorunlar, tehlikeler üreteceğini görebilmek için kahin olmaya gerek yoktu. I. Dünya  Savaşı sonrasında II. Abdülhamit’in petrol haritası çerçevesinde kağıt üzerinde oluşturulan sınırlar, ABD’nin ve İsrail’in de Ortadoğu denklemine girmesinden sonra oluşan koşullar çerçevesinde  yeniden çiziliyor. I. Körfez Savaşı sonrasında Irak’ı 36. Paralel boyunca bölerek bölgedeki 22 devletin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) uygulamaya koyan kürsel sistemin hedefleri belli.. Bölgenin enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrol altına alarak Ortadoğu’da İsrail merkezli bir enerji imparatorluğu kurmak, Akdeniz’i Batı Gölü’ne dönüştürmek.. Bunun için de bölgenin tarihi aktörlerinden Sovyetler Birliği’nin varisi olan Rusya’yı ve Osmanlı’nın varisi olan Türkiye’yi Ortadoğu denkleminin dışına savurmak.. Batılı dostlar bu amaçlarına  kontrollü kaos yöntemi üzerinden ulaşmayı hedefliyorlar, uzun soluklu mezhep çatışmaları kurguluyorlar.. 

Osmanlı’nın mirasını paylaşmak üzere elele veren Batılı dostlarımız, Osmanlı’nın çözülme  sürecini başlatan Kırım Savaşı’ndan (1835-56) bu yana II. Abdülhamit’in petrol haritasını kendi aralarında paylaşırlarken Rusları Karadeniz’in kuzeyinde tutma çabası içinde oldular. II. Dünya Savaşı’nda Hitler’le başa çıkabilmek için Ruslarla elele vermek ve Yalta Konferansı’nda bir takım ödünler vermek durumunda kalan Batılı dostlarımız, Glassnost ve Perestroyka uygulamalarıyla Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının hemen sonrasında, I. Körfez Savaşı’yla (1991) Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) uygulamaya koydular. İkiz Kuleler şoku (2001) sonrasında Afganistan ve Irak’ın işgali (2003), Libya’nın “Arap Baharı” rüzgarlarıyla savrulup kaosa, iç savaşa sürüklenerek işgal edilmesi, Mısır’da seçimle gelmiş Müslüman Kardeşler Lideri Mursi’nin askeri darbeyle iktidardan uzaklaştırılması, 2011’de başlatılan Suriye krizi, Çarlık Rusya’nın düşü olan Tartus ve Himeymim üslerinin elde tutulması konusunda Putin Rusyası’nın direnişi, Ortadoğu denkleminden savrulmamak için ABD/İsrail Koridoru’nun önüne Halep duvarını örmesi.. ABD’nin Rusya’nın arka bahçesi Ukrayna’yı karıştırması, Putin’in ABD’nin bu atağına Kırım’ı ilhak ederek karşılık vermesi, sonuçsuz kalan Cenevre görüşmeleri sonrasında Rusya’nın Suriye’deki çatışmalara savaş uçaklarıyla katılması… I. Körfez Savaşı’ndan “Musul’u DEAŞ’tan kurtarma operasyonu”na uzanan gelişmeleri bu sırayla izledik. 

“MUSUL’U ÇALMA OPERASYONU” 

Ortadoğu’daki gelişmeleri bu kronoloji çerçevesinde değerlendirdiğimizde, yarınları okumak için kahin olmak gerekmiyor. 19 Ekim’de yayınlanan “Musulu Çalma Operasyonu” başlıklı yazımızda “Musul ve Kerkük uluslar arası hukuka uygun operasyonlarla Irak’tan koparılacak, Kürt Bölgesi Yönetimi’ne aktarılacak” demiştik. Yazımızın mürekkebi kurumadan Irak Kürt Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani, “Musul’u kurtarınca bağımsızlık ilan edeceğiz” deyiverdi. 

Yıllar öncesinde Büyük Ortadoğu Projesi’nden (BOP) ve olası sonuçlarından söz edildiğinde, bunun bir komplo teorisi olduğu, BOP’un Amerikalı bazı düşünce kuruluşlarının fikir jimnastiği ürünü olduğu söyleniyordu. “Kıvırcık Kafa” Kaddafi’nin Libyası’ndan İran’a uzanan Ortadoğu coğrafyasını Cehennem’e BOP’u hayata geçirme uygulamalarının spontane gelişen halk hareketlenmeleri olduğu savunuluyordu. 

ABD’nin küresel liderliğini Ortadoğu’nun enerji kaynakları üzerinden sürdürme planlarından söz edilmiyordu;  Amerikan ekonomisinin sağlığını, doların saygınlığını korumanın BOP’un hayata geçirilmesini zorunlu kıldığı söylenmiyordu. Çünkü, BOP hayata geçirilmesi, insan haklarının, uluslararası hukukun çiğnenmesi demekti. BOP hayata geçirilmesi, “Arap Baharı” gibi yalanlarla çoğu Müslüman olan Ortadoğu ülkelerinin kaosa, iç savaşa sürüklenerek parçalanması, milyonlarca çocuğun, masum insanın katledilmesi demekti. BOP hayata geçirilmesi, yüzlerce yıllık Türkmen kentlerinin yakılıp yıkılması, Ortadoğu’daki Türk izlerinin, Türk varlığını yok edilmesi, İsrail merkezli enerji imparatorluğu için gerekli olan yeni bir demografik iklimin oluşturulması demekti. O nedenle, BOP söz konusu olduğunda, “komplo teorisi” narkozlaması yapılıyordu.. 

Ortadoğu’nun enerji kaynakları ve dağıtım yolları, tarihin bugüne kadar benzerini görmediği bir katliam dizisiyle kontrol altına alınıyordu. Ortadoğu’nun en zengin petrol rezervleri olan Kerkük ve Musul, uluslararası hukuk kuralları olabildiğince eğilip bükülerek, I. Körfez Savaşı sonrasında Irak’tan koparılan Kürt Bölgesi Yönetimi sınırları içine kaydırılıyordu. 

BOP uygulamalarının bundan sonraki adımlarını Ortadoğu Cehennemi’nde yaşanacakları Irak Kürt Bölgesi Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin 28 Ekim’de yaptığı açıklamadan okumak mümkün: “Musul DEAŞ’tan kurtarıldıktan sonra Bağdat Hükümet ile bağımsızlık için görüşeceğiz. Herşey yolunda giderse, üç ay içinde Musul’u DEAŞ’tan kurtarırız. Musul’u kurtarır kurtarmaz Bağdat’taki muhataplarımızla bağımsızlığımız konusunda görüşmelere başlayacağız. Uluslara arası toplum da nihayet gerçeği görmeli. Kürdistan’ın bağımsızlığı için referandum yapılacak.” Bu açıklamada Irak Anayasası’nın 140 Maddesi’nin emri olan Kerkük referandumundan söz edilmiyor. Çünkü yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimi olan Kerkük resmen Bağdat Yönetimi’nin sınırları içinde, ama bugün Irak Kürt Bölgesi sınırları içinde ve PKK’nın kontrolünde.. 

“MUSUL’U KURTARINCA BAĞIMSIZLIK İLAN EDECEĞİZ”

Komediye bakar mısınız.. ABD’nin ve Batılı koalisyon ortaklarının 2014’ten bu yana DEAŞ’ın elinden alamadığı (!) Musul’u, Neçirvan’ın ABD ve Irak ordusu destekli peşmergeleri üç ay içinde kurtarıyor. Ve.. kurtarır kurtarmaz bağımsızlık ilan ediyor. Tam bir “yangından mal kaçırma” durumu.. 

Irak Kürt Bölgesi Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani bağımsızlık ilanı için neden bu kadar acele ediyor? ABD’li hukukçuların hazırladıkları Irak Anayasası’nı 140. Maddesi’ne göre Kerkük’ün statüsü için referandum yapılması gerekmiyor mu? Musul da Kerkük gibi “tartışmalı bölge değil  mi? Bağdat Hükümeti Musul’un Kürt Yönetimi’ne bağlanmasına karşı çıkmayacak mı?

“Musul’u DEAŞ’tan kurtarma” kamuflajı altında yürütülen operasyonun hedefi bellidir. 19 Ekim tarihli “Musul’u Çalma Operasyonu” başlıklı yazımızda ayrıntılarını anlatmıştık; “Kerkük referandumunu beklerken, Musul operasyonu başlatıldı. Yapılmak istenen sır değildir; Kerkük ve Musul “uluslar arası hukuka uygun olarak” Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne bağlanacak ve ana gövdeden koparılacaktır. Bu post-modern işgal sonrasında Barzani’yi neler beklediğini hep birlikte göreceğiz” demiştik. 

BARZANİ ANAYASA HÜKMÜNE RAĞMEN REFERANDUMA GEREK YOK DİYOR

 “Kürt Koridoru” görünümlü ABD/İsrail Koridoru Halep’te duvara toslayınca çağdaş haramiler koridorun başına, Musul’a döndüler. Kerkük, Musul’un işgali sırasında kargaşadan yararlanılarak Irak Kürt Yönetimi Bölgesi’ne bağlanmıştı. Türkiye’nin Başika’da asker bulundurmasından rahatsız olan Irak yönetimi Kerkük’ün el değiştirmesine nedense ses çıkarmamıştı.

Bu defa iş ciddi; post-modern işgal adım adım gerçekleştiriliyor. Bugüne kadar birkaç kez ertelenen Kerkük referandumu basit bir halk oylaması olmayacaktır. ABD’li hukukçuların yazdıkları Irak Anayasası’nın 140. maddesi gereğince yapılacak Kerkük referandumu, Irak’ın petrol zenginliğinin  geleceğini belirleyecektir. 

Kerkük referandumu, ordusu dağıtılan bir ülkenin, uygulanan bir referandum oyunuyla, sahip olduğu petrol zenginliğini kendi eliyle bir başka yönetime teslim etmesi gibi çok önemli bir sonuç doğuracaktır.” 

Kerkük konusunda söylediklerimizde haklı çıktık. Irak Kürt Bölgesi Yönetimi Lideri Mesut Barzani, kendisine özerklik hakkı veren Irak Anayasası’nın 140. Maddesi’ne rağmen,  “Referandum’a gerek yok, Kerkük bugün sınırlarımız içindedir” diyor. Irak Kürt Bölgesi Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, “Musul’u kurtarınca bağımsızlığımızı ilan edeceğiz” diyor.   

Mesut Barzani’nin Anayasa’nın kesin hükmüne rağmen Kerkük’te referandum yaptırmaması, tek kurşun atmadan DEAŞ’a teslim edilen Musul’un, ABD’nin eğittiği  Irak ordusuna bağlı Terörle Mücadele Birlikleri tarafından geri alınarak Kerkük’le birlikte Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne kaydırılması ve burada bağımsız bir devlet ilan edilmesi, uluslararası hukukun ayaklara altına alınarak gerçekleştirilen bir soygun operasyonudur. Musul ve Kerkük’ün Bağdat yönetiminden koparılarak Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’ne bağlanmasının hiçbir hukuksal dayanağı yoktur. Bu operasyon uluslararası bir soygundur. Bu soygun, Ortadoğu’da uzun soluklu etnik ve mezhepsel çatışmaların yaşanmasına neden olacaktır. 

Kerkük referandumu, Telafer sorunu ve Fırat Kalkanı Musul’un DEAŞ’tan kurtarılması operasyonundan bağımsız düşünülemeyeceğine göre, bu hareketlenme, Türkiye açısından da, başta sınır güvenliği olmak üzere, bir dizi olumsuz sonuçlar üretecektir.  

Allah yardımcımız olsun..