MÜSLÜMAN MİLLETLERİN GERİ KALIŞ NEDENLERİ

Müslüman Milletleri İslâm Dini mi Geri Bıraktı?

Ekonomi tahsili gören iş adamı ve sivil toplum kuruşları gönüllüsü Ali Erat, 2017 yılında yayınlanan 15 X 21 santim ölçülerinde, 86 sayfalık eserinde sıkça ve menfi maksatlarla sorulan bir soruyu cevaplandırmaya çalışıyor. 

7 bölümden meydana gelen muhtevâsı hacminden büyük kitapta, Hz. İdris’in terziliği, kâğıt üretiminin tarihçesi, medeniyetin gelişmesinde coğrafya ve iklimin önemi, dünya ticâret yolları, Süveyş ve Panama kanalları, Avrupa’da matbaacılık, Rönesans ve sanayi devrimi, Elizabeth’in som altından saltanat arabası, Merkantilizm, medeniyetlerin gelişmesinde yazının, kâğıdın, pusulanın, barutun ve matbaanın önemi, Amerika’nın keşfi, Uluğ Bey rahathânesi, İslam’ın ilme verdiği önem, Ortaçağ karanlığını aydınlatan İslâm âlimleri, Ridâniye Savaşı, Ahîlik teşkilatı, Bayezid-i Velî, Selefiyye, Eş’ariyye ve Mâtüridiyye, Süleyman Çelebi ve Mevlid, Ebu Leheb-Ebu Cehil, Mecelle, Dârü’l-Fünûn, Mehmed Âkif’in Avrupa yorumu, İzmir Birinci İktisat Kongresi, Duyun-u Umûmiye, Riba, Zekât, Adalet gibi pek çok konular hakkında efrâdını câmi, ağyarını mâni ölçüsünde bilgiler de veriliyor. 

Eserin müellifi Ali Erat, son yüzyıl içerisinde Müslümanların zelil duruma düşmelerinin sebebini; ‘Avrupa sanayi toplumunu yaratacak bir zihniyet devrimini gerçekleştirirken; ilimde, fende, felsefede dünya çapında isimler yetiştirmiş olan medreselerin, yeni gelişmeleri okumakta yetersiz kalması’ olarak açıklıyor. ‘Müspet ilimler yanında Medreselerden felsefe derslerini bile kaldıran bir zihniyetle dünyayı okumak elbette mümkün olamazdı.’ Diyor. Bu görüşlerini, yukarıda bir kısmı verilen ana ve ara başlıklar altındaki metinlerle temellendiriyor. 

Bilindiği gibi İslâmiyet’in fütuhat yoluyla gelişme dönemi, Emevilerle sona ermiştir. Karahanlılar ve Gazneliler döneminde yetişen İmam-ı Âzam Ebu Hanife, Serahsî, Mâtürîdî, Zemahşerî ve diğer büyük Türk-İslâm âlimlerinin de desteğiyle ilim alanında İslâmiyet Hıristiyan batıdan çok önde idi. Mûseviliğin adı bile geçmiyordu. 

İslam Devleti’nin yüzölçümü Hulefa-i Râşidin döneminde 8.500.000 Km idi. Emevîler döneminde 13.400.000 Km oldu. Osmanlı Cihan Devleti, Sultan Üçüncü Murad Han (1546-2595 / Saltanatı: 1574-1595) döneminde 19.900.000 Km ile en geniş sınırlara ulaştı. (Dünyanın yüzölçümü, toprak olarak 148.600.000 Km olduğuna göre dünyanın sekizde biri Osmanlı Devletinin idi.) İdâre güçlükleri yaşamasına rağmen medeniyette ve teknikte olduğu kadar halkının refahı bakımından da çok iyi durumdaydı. Müslüman Türk âlimler ilim, Osmanlı yönetimi altındaki topraklarda da bağlı milletler gıda mahsulleri üretiyor, himâyesi altındaki küçük devletlerden vergiler alınıyordu.  

16. yüzyıla kadar Müslüman Türkler, fıkhî (amelî) mezheplerden Hanefî, itikad mezheplerinden Mâtürîdîlik mensubu idi. Mâtürîdî mezhebi naklî ilimleri (Kur’ân-ı Kerîm ve hadis) esas almakla birlikte aklî ilimlere de büyük ölçüde değer veriyordu. İran ve Mısır seferleri ile oralardan İstanbul’a getirilen İslâm âlimleri, Eşârî mezhebine mensuptu. Naklî ilimlere daha fazla değer veren Eş’âriler, Mâtürîdî mezhebini geri plana ittiler. Ali Erat Bey’in de ifâde ettiği gibi medreselerden felsefe dersleri kaldırıldı. Oysaki felsefe bütün ilimlerin anasıdır. Ana ihmal edilince, ilmî doğurganlık kısırlığa mahkûm edildi. Öyle ki, medrese talebeleri değil, müderrisleri bile üçgenin iç açıları toplamının 180 derece olduğunu bilmiyorlardı. 

Böylece Müslüman milletler, ilim sâhasında olduğu kadar refah bakımından da gerilerde kaldılar. Ancak bunu bütün Müslüman milletlere teşmil etmek hatâlı olur. Daha da mühim olanı, Müslüman milletlerden bâzılarının ilimde geri, refahta mağdur olmalarının sebebi asla ve kat’a İslamiyet değildir. Kesinlikle değildir, çünkü İslâmiyet fakirliği emretmiyor, ilmî çalışmaları lüzumsuz görmüyor. Aksine, ‘İlim, Müslüman’ın öz malıdır. Çinde bile olsa, gidip almalı, kullanmalıdır’ Emrini veriyor. Evet! Günümüzde dünyadaki nüfusları 300.000.000’a yakın olan Müslüman Türklerin, Türkiye’de yaşayanları hariç tutulursa, ilim yönünden de refah bakımından da hayli gerilerdedir. Bunun sebebi Müslümanlık değildir. Yaşadıkları coğrafya da değildir. Yönetimleri altında bulunan devlet idârecilerinin Müslüman Türklere tatbik ettikleri âdil olmayan yönetimdir. Türkiye Türklerinin hayat seviyelerinde bir noksanlık izâfe edilecekse bunun suçunu da Cumhuriyet döneminin bâzı devrelerindeki yöneticilerinde aramak gerekir. 

Ali Erat’ın seçkin eserinden alınacak mesajlar bunlardır. Sayın Erat, herkesin anlayabileceği bir dille hedef de gösteriyor: ‘Geçmişimiz övünme vesilemiz değil, ders alınacak hazinemizdir.’ 

Mehmet Aksoy’un editörlüğünde yayına hazırlanan eser; vatanını, milletini seven İslâmiyet’i özümsemiş insanların okuması, okuduklarını derhal tatbike koyması gereken bilgiler ihtiva ediyor.  

Ali Erat Bey’in kendi yayınıdır. Osmaniye’de Hasret Matbaası’nda basılmıştır. Telefon: 0.328-814 78 79, 812 40 83  

ALİ ERAT:

01.01.1939 tarihinde Osmaniye'de doğdu. İlk ve ortaokulu Osmaniye'de, liseyi Adana'da bitirdikten sonra Ankara İktisâdî ve Ticârî İlimler Akademisi'nden 1963 yılında mezun oldu. Askerlik görevini yaptıktan sonra 1965 yılında Osmaniye'de Serbest Muhasebeci ve Mali Müşâvir olarak çalışma hayatına başladı.

Mesleğinin yanı sıra sivil toplum ve siyâsî kuruluşlarda vazifeler üstlendi. 1965 yılında, o günkü ismi ile Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'nin Osmaniye İlçe Teşkilatını ve Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği'nin Osmaniye Şubesini kurdu. 

Diğer sosyal ve siyâsî görevler ve çalışma arkadaşlarıyla birlikte gerçekleştirdiği hizmetler: 

* Rahime Hatun Kız Meslek Lisesi Yaptırma Derneği Başkanlığı. O dönemde okul binası yapıldı. *Osmaniye'de yayınlanan üç gazetenin kuruluş aşamasında bulundu, Çataloluk Gazetesi'nin kurucusu ve yöneticisi, Yeni Osmaniye Gazetesi'nin 3 yıl mesul yazı işleri müdürü oldu, yayınına devam eden Hasret Gazetesi'nin kuruluşu içerisinde bulundu, 7 yıl mesul yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Bu gazetelerde yazılar yazdı. *Osmaniye Meslek Yüksek Teknik Okulunu açmak için dernek kurdu, heyet başkanı olarak Osmaniye ve Ankara'da gereken çalışmaları yaptı. Okulun kuruluşu tamamlanıp hizmete açıldı. Bu okul, bugünkü Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi'nin nüvesini teşkil eder. *Osmaniye'de ilk olarak Anonim Şirket kurdu. *Osmaniye'de açılan Öncüler Tuğla Fabrikasında Yönetici, Kale Kireç Tuğla Fabrikasında hissedar ve İdare Meclisi Başkanı olarak görev yaptı. *Ortağıyla birlikte Örnek Hayvancılık Çiftliği kurdu. *Adana İktisâdî ve Ticârî İlimler Akademisi’nde Lisans Üstü Master derecesi aldı. *1986 yılında, Osmaniye'yi il yapmak için ileri gelen insanların katılımı ile Osmaniye'yi Güzelleştirme ve Tanıtma Derneğinin kuruluş çalışmalarına katıldı. *Turizm ve Seyahat Acentesı sâhibiolması sebebiyle Osmaniye'yi turizm yönünden tanıtmak için çalışmalarda bulundu. *Türk Hava Yolları'nın bir uçağına ‘Osmaniye’ isminin verilmesi çalışmalarına öncülük etti. *Milliyetçi Hareket Partisi kademelerinde seçim çalışmalarına katıldı. *Osmaniye Mâlî Müşâvirler ve Muhasebeciler Odasını arkadaşlarıyla birlikte kurup başkan seçildi.  

KUŞBAKIŞI:

ATEŞTEN KELİMELER:

Ömer Lekesiz’in yazdığı bu kitaptaki metinler, şiir çözümleme yazıları değildir; sekiz şiirde yer alan bâzı imgelerden hareketle üretilmiş sekiz öznel şerhtir.

 Metinlerdeki edebî niyet, her biri bir yıldız olan şerhlerin dünyasından uzakta olanları, taklidî bir dille de olsa, şerh dilinin arkeolojisine yöneltmektir.

 Bu yüzden metinlerde zikredilen âyetler, simgeler, imgeler geniş bir coğrafya ve kültürden seçilmiştir.

Temmuz 2018’de yayınlanan eser, kitap kâğıdına basılı, karton kapak içerisinde 136 sayfa, 13,5 X 21 santim ölçülerindedir. (Tanıtım bülteninden)

ŞULE YAYINLARI: Alayköşkü Caddesi Nu: 2 Kat: 4 Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-528 23 57 Belgegeçer: 0.212-528 25 89 e-posta: ş[email protected]  www.şuleyayinlari.com  

TÜRKİYE’DE DİN POLİTİKALARI VE DİN-SİYÂSET İLİŞKİSİ

Dr. Sinan Ateş, 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 296 sayfalık eserinde; Osmanlı klasik dönemi din uygulamalarından Tanzimat dönemine, oradan da Cumhuriyet döneminde 1960 askerî darbesine kadar geçen zaman diliminde yaşanan lâiklik tartışmalarını teşrih masasına yatırıyor. Bu süreçteki din siyâset manâsebetlerini o dönemin belgeleri üzerinde inceliyor. 

Temmuz 2018’de okuyucu ile buluşturulan eserin adı, ‘Türkiye’de Din Siyâset…’ ise de; Rusya’da dinden uzak bir millet yaratma çalışmalarını da anlatıyor. Lenin ve Stalin’i örnek alarak; Kamboçya’da Kızıl Kmerler gerilla teşkilâtını kurup askerî idâreye karşı harekât başlatan Komünist anarşist, sonra da başbakan olan Pol Pot’un, Çin’de Mao’nun, Küba’da Fidel Kastro’nun, Romanya’da Çavuşesko’nun, Çekoslovakya’da Dubçek’in din aleyhtarı çalışmalarını tahlil ediyor. (s: 97-99) Türkiye’deki uygulamaları, giriş mâhiyetinde kısaca özetledikten sonra (s: 106), Demokrat Parti’nin muhalefet yıllarında din politikası ve din-siyâset ilişkisi geniş bir şekilde veriliyor. (s: 109-166)

Sonraki bölümde 1950-1960 yılları arasında Türkiye’de din-siyâset ilişkisi hakkında bilgiler yer alıyor.  (s: 170-266)  Bu bölümdeki alt başlıklar şöyle: *Arapça Ezan Yasağının Kaldırılması, *Radyoda Kur’ân-ı Kerîm Yayınları, *Din Eğitimi Alanında Yapılan Çalışmalar, *Demokrat Parti Döneminde Dinî Kurumlar ve Hareketler

Bu bölümde ayrıca, İslâmî hareketler ve cemaatler, Nurculuk, Süleymancılık, Ticânilik ile dinî yayınlar olarak Sebilürreşad, Büyük Doğu, Hür Adam, Din Yolu, Müslüman Sesi, Ehl-i Sünnet isimli mecmualar ve gazetelerle diğer İslamcı yayınlar hakkında bilgiler var.  

Temmuz 2018’de yayınlanan kitapta müellif, sâdece dinî hâdiseler hakkında geniş, faydalı ve arşivlik bilgiler vermekle kalmıyor; Cumhuriyet dönemine ait vergi-mâliye, sosyal, siyâsî, askerî politikalar hakkında da okuyucuyu bilgilendiriyor. Dış politikamız da ihmal edilmiyor. Varlık Vergisi, sebep ve neticeleriyle birlikte; Demokrat Parti’nin doğuş ve gelişme sebepleri teferruatlı olarak tahlil ediliyor.  Ana meselenin dışına çıkılmadan geniş bir yelpâzede açıklamalarda bulunuluyor.

Kitabın, ‘Sonuç’ başlıklı bölümünden dikkat çekici cümlelerden birkaçı: (s: 277-281)

  • İkinci meşrutiyet ile birlikte Türkçülük düşüncesi ön plana çıktı. Osmanlıcılık fikirlerinin hepsi ilmî ve teknik açıdan batılılaşmayı savunuyordu. Dolayısıyla bu fikir akımlarının hepsi modernist idi. Bu gruplar, Batı’da olan müesseselerin Osmanlı’ya ithal edilmesini savunurken, İslâmî terminolojiyi meşruiyet aracı olarak kullandılar. Meselâ Namık Kemal, meşrutiyet ve meclis düşüncelerini İslâmî terminolojide yer alan müşâvere ve istişâre kavramlarıyla tevil etmeye çalışmıştır. Batıcılık fikri ise bu akımların ötesine geçmişti ve toptan batılılaşma taraftarıydı. Ayrıca dinin devlet sâhası dışına çıkarılmasını istiyordu. Türkçü akım ise dinde millîleşme taraftarı idi. 
  • Laiklik, Fransa’da ortaya çıkmış bir kavram olup Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte resmen uygulanmaya başlanmıştır. Kısa bir müddet sonra da eğitim, kültür ve ekonomi başta olmak üzere hayatın her alanına dâhil edildiği görülmektedir. Ancak Türkçe ezanın mecbûrî tutulması, şapka inkılâbı gibi reformlar, toplumun belirli kesimleri tarafından benimsenmemiş ve berâberinde bâzı tepkiler ortaya konmasına sebep olmuştur. Bu tepkiler, erken Cumhuriyet döneminin politikaları dâiresinde bastırılsa da, bilhassa 1946-1950 yılları arasındaki çok partili hayata geçiş süreci ile birlikte, daha fazla tenkit edildiğinden bâzı uygulamalar kaldırılmış; din dersleri okullara seçmeli ders olarak konulmuş, Kur’ân kursları açılmaya başlanmış, Meşrutiyet döneminin tanınmış İslâmcılarından Şemsettin Günaltay, Başbakan olmuş, Sebilürreşad gibi İslamcı derginin tekrar yayınına izin verilmiştir. 
  • Seçmen,  orta seviyede olsa bile, dinî hassasiyetlere sâhip olan bir topluluktu. 
  • 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti, liberalleşme sürecini hızlandırmıştır. 

Yazar; ‘Sonuç’ bölümünde; ‘Türk Milliyetçiler Derneği’nin irticâî sebeplerle kapatıldığı’nı ileri sürmektedir. Bu görüşün doğru olduğunu söylemek hâyli zordur. Umûmî kanaat, Türk Milliyetçiler Derneği’nin, İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi siyâsî parti hâline dönüşüp Demokrat Partiye rakip olacağı endişesidir. İrticâî faaliyetlerde bulunanlara hapis cezâsı verilirken, Dernek mensuplarının hiç birine hapis cezâsı verilmemiştir. Çok cüz’i bir para cezâsı verilerek kararın temyiz yolu da kapatılmıştır.  

282-296. sayfalar arasındaki bölüm, ‘Kaynakça’ başlığını taşıyor. Bu bölümde; ‘Arşiv Belgeleri’, ‘Resmî Yayınlar’, ‘Gazete ve Dergiler’, ‘Kitap ve Makaleler’, ‘İnternet Kaynakları’ ara başlıkları altında, hamûlesi bilgi olan yerli ve yabancı 360 adet kaynak yer alıyor.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.  İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50 

Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

KONEVÎ’NİN KONYA’SINDAN FERYAT!

Erdoğan Aslıyüce, bu eserinde büyük bir mutasavvıf, âlim, edip, şâir ve aynı zamanda ünlü bir tabip olan Sadreddin Konevî’yi anlatıyor. 1208 yılında Malatya’da doğdu. Muhyiddin Arabî’den dersler aldı. Şam, Halep, Kahire ve Bağdat’ta kalarak 35 yaşında iken Konya’ya geldi. 

Çok zengin bir zat olan Hoca Cihan’ın, zamanın tabiplerinin devâ bulamadığı saralı oğlu Ali Han’ı tedâvi edince Hoca Cihan oturduğu konağı O’na verdi. Konak’ta 1274 yılında vefatına kadar öğrenci yetiştirdi., Kitaplar yazdı. 

YESEVÎ YAYINCILIK: Küçük Ayasofya Mahallesi, Küçük Ayasofya Caddesi, Hüseyin Ağa Medresesi Nu: 13. Sultanahmet, Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-63850 12, Belgegeçer: 0.212-63835 47 e-posta: [email protected]  

KISA KISA / KISA KISA…

1-CEMİL MERİÇ’İN DÜNYASI Seçme Metinler: Hazırlayan Mustafa Armağan / Ketebe Yayınları  

2- DÜŞMANLA OYNAMAK: John Carlin. Çeviren Elif Ersavcı. Ayrıntı Yayınları.                                                                                         

3- AŞK’TAN AŞK’A: M. Mustafa Emlik. Yakın Plan Yayınları.                                                                                                                       

4- NASREDDİN HOCA’NIN BİRİ BİR GÜN: İsmail Güleç. İz Yayıncılık.                                                                                                        

5- KOCATAŞ YALISI ANILARIM: Yusuf Mardin. Boğaziçi Yayınları. 

DERKENAR:

SEBEP YERİNE NEDEN… PEKİ AMA NEDEN?

Sebep’ kelimesinin yerine ‘neden’ kelimesi kullanılıyor. ‘Ne’ zamirine isim hal eki olan ‘den’  getirilmek suretiyle yapılan ve soru edatı olarak ‘niçin’ ile beraber kullanılan ‘neden’, bir isim olan ‘sebep' kelimesini karşılayamıyor. 

Bu hususu örnekler üzerinde görelim: ‘Bu işin sebebini söyleyiniz’ cümlesinde ‘sebebini’ yerine ‘nedenini’ getirebildiği halde, ‘bu işe sebep olanlar zâlimdirler’, ‘bu işe siz sebepsiniz’, ‘ne sebepledir bilmiyorum, böyle oldu’, ‘bu hâle kim sebebiyet verdi’, ‘bu sebeple böyle yaptı’ ‘bu şekilde konuşmanızın sebebi nedir’ cümlelerinde ‘sebep’ yerine ‘neden’ kelimesi konulamamaktadır. Sebep kelimesini atarsak, çeşitli ifâde şekillerinden mahrum kalıp sâdece bir şekle sâhip olacağız. Bu ise, dilin zenginliğini kaybetmesi demektir. Bu yüzden sebep kelimesinin atılmaması gerekir.

Ayrıca ‘nedeni nedir’ gibi dangul-dungul cümleler ortaya çıkacak, güzel Türkçemiz çirkinleşecektir. 

Esasen ‘neden’ kelimesi bir isim çekimi eki taşıdığı için, ‘nedeni’ şeklinde ikinci bir çekim ekini alması tuhaf kaçmaktadır. Sebep kelimesinin muhâfaza edilmesi şarttır. Ancak, ‘neden’ kelimesi dilin şive ve selikasına aykırı düşmeyecek şekilde, yâni normal olarak ‘neden böyle düşünüyorsunuz’, ‘neden gelmedin?’ ve benzeri cümlelerde kullanılabilir.  ‘Neden’ kelimesinin asıl ve uygun kullanım yeri de budur. Çünkü bu cümlelerde ‘neden’ yerine ‘ne sebeple’ kelimeleri kullanılamaz. Her ‘sebep’ kelimesinin yerine ‘neden’ kelimesini koyuvermek ise dil cinâyeti değilse de tam bir dil zevksizliğidir.  

Ayrıca ‘sebep’ kelimesini başka bir şekilde de karşılamak, meselâ ‘bu sebeple’ yerine ‘bu yüzden’ demek de mümkündür. ‘Bu yüzden’ daha çok menfî sebep için kullanılır: ‘Sis yüzünden vapur seferleri yapılamadı’ gibi. Dil zenginliği değişik anlatış şekillerine sâhip olmaktır. 

Türkçemiz zengin ve zarif bir dildir. Zenginliğine ve zarâfetine halel getirmemeliyiz. 

Türkçemiz, dil bayrağımızdır. Bayrağımıza gösterdiğimiz saygıyı Türkçemize de göstermek mecbûriyetindeyiz.