Kazakistan milli maçı öncesinde Volkan Demirel’in yaptığı davranışa yorum yapmayan neredeyse hiç kimse kalmadı. Eşiktekinden beşiktekine, kabzımaldan kebapçıya (!) herkes konuda yorumcu oldu çıktı. Bu arada spor yazarları (!) da tabi ki. İzninizle ben de olaya ve sonrasındaki gelişmelere farklı bir noktadan bakmak istiyorum…
İşin şakası bir tarafa gerçekten, ülke gündeminin ana maddesi haline geldi olay. Hepimizin, herkesin bildiği o hadiseyi fazlaca uzatmadan kısaca bir hatırlayalım isterseniz…
Türk Telekom Arena’daki maç öncesi ısınan Volkan’a tribünlerin bir noktasından ağza alınmayacak ağır küfürler ve hakaret içeren gelince Volkan önce dönüp o tribüne eliyle ‘sus’ işareti yaptı. Küfürler dinmeyince de soyunma odasına gitti ve maça çıkmadı. Fatih Terim’in izniyle stadı da terk eden Volkan daha sonra, hukuki ve cezai işlemler göz önüne alınarak, stada geri çağrıldı ve arkadaşı Emre Belözoğlu’yla birlikte stada geldi. Maç sonunda da, Fenerbahçe Kulübü’nün korumalarıyla, basın mensupları arasında bir arbede yaşandı.
Düşünüyorum da, neresinden tutarsan tut, neresinden bakarsan bak anlaşılması oldukça zor bir olay. Ve bu olayda haklı olan, yaptığı doğru olan hiç kimse yok. Yani taraftar yanlış; Bir Milli maç öncesi, kendi ulusal takımının kalecisine ana avrat küfredip, ağza alınmayacak sözler söylüyor. Volkan yanlış; Profesyonel bir futbolcunun göstermesi gereken sabrı gösterip olay sırasında susup, bunu maç sonrası basın aracılığıyla halka duyurup büyüklük gösterebilirdi. Ancak o ne yaptı? En kolayını seçti ve sahaya takımıyla birlikte çıkmadı. Fatih Terim yanlış; Türkiye Futbol Direktörü olarak, oyuncusunu ikna edip her ne olursa olsun sahaya çıkmasını sağlayabilirdi. Hadi bunu yapmadı. En azından stadı terk etmesine izin vermemeliydi. Maç sonrası olaylara karışan basın mensubu arkadaşlarımız haksız; Her ne olursa olsun, benzerini görmediğimiz bu olayda, insanların sinir ortamlarını göz önünde bulundurarak, konuyu ilk etapta bu kadar tırmandırmayabilirlerdi. Bu zaten ekstra bir durumdu ve mutlak surette üzerine ertesi gün üzerine gelişmeler olacaktı. Olayı sıcağı sıcağına bu kadar çomaklamamak daha doğru olabilirdi. Olaya karışan ve o basın mensuplarına fiili müdahalede bulunan korumalar haksız; Orada, o mahalde ne işleri vardı. Her şeye karşın haber alma özgürlüklerini, mesleklerini yani gazetecilik görevlerini yapan o insanlarla neden polemiğe girip, işi arbede ortamına taşıdılar.
Yani anlaşılan o ki, olayın içindeki tüm unsur ve kişiler, işin çivisinin çıkmasında başlıbaşına birer etken.
Olay henüz sıcaklığını koruyor. İlerleyen süreçte üzerine ne tür gelişmeler yaşanacak bilemeyiz. Ancak bildiğimiz ve gün gibi açıkta olan bir şey var. O da, artık Milli takım mefhumunun neredeyse ortadan kalktığı ve kulüpçülük ve beraberinde gelen fanatizmin, bilinen tüm değerlerin önüne geçtiği. Doğal olarak da, bu durum, zaten sıkıntılı bir süreçte olan ülke futboluna hayli olumsuz yansıyacak.
Sanırım bu durumda tam anlamıyla bir çözüm olmasa da yapılması gereken, belirli bir süre Milli maçların, İstanbul, Ankara, İzmir ve Trabzon gibi büyük şehirlerin dışında, yerlerde oynanmasıdır. Örneğin, Kayseri, Eskişehir, Samsun, Gaziantep gibi futbolun hayli yoğun sevildiği ancak üç büyüklerin hegemonyasında olmayan şehirler bu iş için hayli doğru adreslerdir.
Bu arada aklıma gelmişken, olayda hiçbir şekilde taraf olmamasına karşın, Bursaspor’un çok sevdiğim ve değer verdiğim hocası Şenol Güneş’in de işin içine aktif bir rol üstlenerek girmesini hayli yadırgadığımı belirtmeliyim. Kuşkusuz, herkesin olduğu gibi Şenol hocanın da bu anlamda görüş ve düşünceleri vardır. Ancak bu görüş ve düşünceler, zaten toz duman olmuş, gözün gözü görmediği bu ortamda ayrıştırıcı değil, birleştirici olmalıdır.
Evet kaba hatlarıyla yaşadığımız olay ve gelişmeler bu doğrultuda. Bence hepimiz, herkes bu olayı kendi bildiğimiz doğrulara endeksli değil, yukarıda da vurgulamaya çalıştığım gibi, olması gerektiği gibi görmek ve o doğrultuda değerlendirmeliyiz. Eğer çıkıp ta, ‘kırk kafadan kırk buyruk’ üretirsek, mevcut çözümsüzlüğü körükler ve işi hepten içinden çıkılmaz bir hale sokarız.
Dilerim bu olay, ‘Bir musibet, bin nasihatten iyidir’ atasözünün haklılığını bir kez daha haklı çıkartır.
Kalın sağlıcakla…