İçtimaî / toplumsal ve sosyal hayat bakımından, inat ve tarafgirlik / taraf tutmak son derece zararlıdır. Eğer denilse: Hadis'te “İhtilâfu ümmeti rahmetün.” / “Ümmetimin ihtilâfı (anlaşmazlığı,   görüşlerinin farklı farklı oluşu) rahmettir.” denilmiş. İhtilâf / fikir ayrılıkları ise tarafgirliği, taraf tutmayı iktiza ediyor / gerektiriyor.

     Hem, tarafgirlik / taraftarlık ve taraf tutma marazı / hastalığı; mazlum / zulme uğramış avamı / halkı zâlim havassın / üst tabakanın şerrinden / kötülüklerinden kurtarıyor. Çünkü bir kasabanın ve bir köyün ileri gelenleri birleşseler mazlum halkı ezerler.

     Taraf tutma olsa, mazlum bir tarafa sığınır, kendisini kurtarır.

     Hem, fikirlerin çarpışmasından, akılların farklı ve değişik düşünmesinden hakikat tamamiyle ortaya çıkar.

     Halbuki, Hadis'teki ihtilâf / anlaşmazlık ise, müspet ihtilâftır. Yâni, her biri kendi mesleğinin tamir ve revacına / itibar kazanmasına çalışır. Başkasının tahrip ve iptaline değil. Belki eksiğini gidermeye ve  ıslahına çalışır. 

     Fakat menfî ihtilâf / anlaşmazlık ise, -ki kin güdercesine, düşmanlık edercesine birbirinin tahribine ve aleyhine çalışmaktır. - Hadis'in nazarında reddedilmiştir.

     Çünkü birbiriyle boğuşanlar, müspet, yapıcı ve olumlu hareket edemezler.

     Tarfgirlik, eğer hak namına olsa, haklılara sığınak olabilir. Fakat, şimdiki gibi kin güdercesine, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melce' ve sığınaktır ki, onlara dayanak noktası olur.

     Çünkü, kindar bir şekilde tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana rahmet okuyacak. Eğer karşı tarafa melek gibi bir adam gelse, ona  -hâşâ-  lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.

     Hak namına, hakikat hesabına olan fikirlerin çarpışması ise, maksatta ve esasta ittifak / birlik oluşturmakla beraber; vesile, usul ve metodlar ihtilâf eder / farklı farklı olur. Hakikatin her köşesini gösterir. Hakka ve hakikate hizmet eder. 

     Fakat tarafgirane ve garazkârca firavunlaşmış, kötülüğü çok emreden nefis hesabına, kendini beğendirmeye çalışan ve övünen, şöhretsever bir tarzdaki fikirlerin çarpışmasından; hakikat parıltıları değil, belki fitne ateşleri çıkar.

     Çünkü, maksatta ittifak / birleşme lâzım gelirken, öylelerin fikirlerinin dünyada dahi kavuşma noktası bulunmaz. Hak namına olmadığı için, son derece ölçüsüz ve aşırı gider. İyileşmesi mümkün olmayan bölünmelere sebebiyet verir. Âlemin hâli buna şahittir. Kısaca: “Allah için sevmek.” “Allah için buğzetmek.” “Allah için hüküm vermek.” olan yüksek, yüce prensipler takip edilecek temel prensipler olmazsa, nifak / bozgunculuk, şikak ve ayrılıklar meydan alır.

     Evet “Allah için buğzetmek, Allah için hüküm vermek” gibi düstur ve temel kurallar nazara alınmazsa, adalet ederken zulmedilir. Kaldı ki Allah'ın rızası, sırf O'nun için yapmakla yani ihlâsla kazanılır. Tâbi olanların çokluğu ve başarılar ile değildir. Çünkü onlar, İlâhî vazifeye aittir. İstenilmez. Belki bazen verilir. Evet bazen bir kelime kurtuluş sebebi ve rızaya sebep olur. Sayı çokluğunun önemi, o kadar da dikkate alınmamalı. Çünkü bazen bir tek adamın irşad ve aydınlanması, bin adamın irşadı kadar Allah'ın rızasına sebep olur.

     Hem ihlâs / içtenlik ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifade edip yararlanmalarına taraftar olmaktır. Yoksa “Benden ders alıp sevap kazandırsınlar!” düşüncesi nefsin ve benliğin bir hilesidir. 

     Ey sevaba hırslı ve âhiret amellerine kanaatsiz insan! Bazı peygamberler gelmişler ki, birkaç kişiden başka kendisine uyanları olmadığı hâlde, yine o peygamberlik gibi mukaddes yüce hizmetin sayısız ücretini almışlar.

     Demek hüner, uyanların çokluğu ile değildir. Belki hüner, Allah'ın rızasını kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesin!” diye, görev ve vazifeni unutup, İlâhî vazifeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenabı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah'ın işine karışma.