Bu günler’de, içinde, “Mâşâ Allah!”, “İnşâ Allah!”, “Vallâhi”, “Billâhi”, kelime’lerinin geçtiği, süt, yoğurt, ayran ve peynir firmasının bir reklâm filmi televizyon kanallarında dönmektedir. 

“Mâşâ Allah!”, “İnşâ Allah!”, cümleleri CEnab-ı Hakk’ın ezelî ve zâtî sıfatlarından “Meşiyet” sıfatının mahlûkata, insanlara ve cin’lere taalluku i’tibâriyle inşikak etmiş cümlelerdir. 

“Meşiyyet”, sıfatının taalluku, Kur’ân-ı Kerim’de: 

“Velev Şâ Allah!” olarak, Bakara 20, 220, 252, 253, Nisâ 90, Mâide 48, En’am 35, 107, 137, 148, Yunus 16, Nahl 35, 93, Mü’minûn 24, Şûra 8... 

“Velev Şâ’e”, Nahl 9, “Bimâ Şâ’e”, Bakara 255... 

“Velev Şâ’e Rabbüke, “Velev Şâ’e Rabbünâ”, “Lev Şâ’er-Rahmân”, Yunus 99, Hûd 118, En’âm 112, Fussilet 14 

“İnşâ Allah!”, Yusuf 99, Kehf 69, Furkan 10, Kasas 27, Sâffât 102, Fetih 28. 

“İnşâ’e”, En’âm 41, Hûd 33, Tevbe 28...

“İllâ Mâşâ Allah!,” En’am 128, A’raf 188, Yunus 49, Kehf 32, Âlâ 7

“Felev Şâ’e,” En’am 149, Furkan 45.... 

“Femen Şâ’e”, Kehf 29. 

“Men Şâ’Allah!” Nahl 87, Zümer 68... 

“İn Şâ’e,” Ahzab 24 âyetlerinde geçmektedir. 

Günlük konuşmalarımızda en fazla kullandığımız cümleler, “Mâşâ Allah!”, “İnşâ Allah!” cümleleridir; Gerçek mü’minler, gaybı bilmedikleri için geleceğe dâir tasavvurlarını ancak “Meşiyeti İlâhiyye’ye” havale ederek ifade edebilirler. “Şu işimi şu metodlarla yapmayı neticelendirmeyi düşünüyorum, fakat Allah izin verirse, Allah dilerse,” her işinin âkibetini Allah’a havale eder. 

“İNŞÂ ALLAH!,” “(Hep beraber Mısır’a gidip) Yusuf’un yanına girdikleri zaman, ana babasını kucakladı, “güven içinde Allah’ın iradesiyle Mısır’a girin!,” dedi.” (Yusuf 99) 

(Rivayete göre, Haz.Yusuf ile birlikte hükümdar ve bütün halk onları karşılamaya çıkmışlar ve saf tutmuşlardı. Karşı karşıya geldiklerinde Haz.Ya’kup, Haz.Yusuf ve orada bulunanlar atlarından indiler ve iki Peygamber birbirlerini kucakladılar.) “Musa, İnşâallah, dedi, sen beni sabreder bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem.” (Kehf 18/69) 

“(Şuayb) dedi ki; bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; yoksa sana ağırlık vermek istemem. İnşâallah! Beni iyi kimselerden (işverenlerden) bulacaksın.” (Kasas 28/27) 

“Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa gelince (erişince); Yavrucuğum! Rüya’da seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün ne dersin? dedi. O da cevaben; Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” (Saffât 37/102) 

“Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (İnşaallah demedikçe) hiçbir şey için “bunu yarın yapacağım” deme. Bunu unuttuğun takdirde Allah’ı an ve; “Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olan bir yola iletir” de.” (Kehf 16/23, 24) 

Günlük hayatta, geleceğe aid herhangi bir va’d’de bulunduğumuzda, söz verdiğimizde mutlakâ Allah’ın ilmine, irâdesine, meşiyyetine havale eder. “İnşâ Allah!” deriz. Fakat günümüzde bu cümlelerin lagiv olarak, (boş yere) kullanıldığına da maalesef, şâhid olmaktayız. Ticârî hayatta haftanın Cum’a günleri tahsil ve te’diye günüdür. Alacaklı, borçlu’ya alacağını, Cum’a günü mutlaka tahsil etmesi gerektiğini, çünkü kendisinin de ödemeleri olduğunu söyler. Borç’lu, “İnşâ Allah!” öderim,” der, doğrusu budur. Fakat, alacaklı, “İnşâ Allah’ı, Mâşâ Allah’ı,” yok, benim mutlaka tahsil etmem gerekir,” diyor. Aslında bu, İrâde-i İlâhî’yi, Meşiyyet-i İlâhiyye’yi inkar ma’nasına gelir ki, söyleyenleri küfre götürür. 

“Andolsun ki Allah, Resûlü’nün rü’ya’sını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediklerinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fethi verdi.” (Fetih 48/27)

Kulların İrâde-i Cüz’iyyeleri, meşiyyetleri (dilemeleri) sınırlıdır. İrâde ve meşiyyetin tahakkuku, Allah’ın İrâde-i Külliyesinin, Meşiyyet-i İlâhiyye’sinin tahakkuku ve kulların irade ve meşiyyetleriyle yapmaya çalıştıklarını, Hallâk-Hâlık sıfatlarının tecellisiyle yaratmasıyla mümkün olabilir. 

Bir menkıbe kitabında okumuştum; Evvel zaman içinde, çiftçi bir köylü akşam refikasıyla hasbihâl ederken, “Hanım, yarın hava açık olursa çift sürmeye, kapalı-yağmurlu olursa da değirmene un öğütmeye gideceğim,” demiş, hanımefendisi, “Bey, böyle kat’î konuşma! Bakalım, Rabbim ne diler?” demiş, beyi ısrarla, “Hava ya açık ya da kapalı-yağmurlu olur, her iki halde de birinden birisine giderim,” demiş! Biraz uyuduktan sonra, kapıları çalınmış, iki zaptiye, “bir hususta aramanız var! Seni Zaptiye Merkezi’ne kadar götüreceğiz,” derler, alıp-götürürler. Bir hafta – on gün sonra gecenin bir vaktinde serbest bırakılır, evinin kapısını çalar. İçer’den eşi “kimdir o?” deyince, “İnşâ Allah! Ben senin kocanım,” diye cevap verir.

MÂŞÂ ALLAH! “(O), göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Bir şeyi dilediğinde ona sadece “Ol!” der, o da hemen oluverir.” (Bakara 2/117) 

“O, göklerin ve yerin eşsiz, yaratıcısıdır. O’nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O’dur.” (En’âm 6/101) 

Allah’ın “Bedî”, sıfatı Kur’ân-ı Kerim’de yukarıda meâllerini verdiğim bu iki âyet-i Kerime’de geçmektedir. Gökleri ve yeri ve bütün mahlûkatı Allah bir misli daha önce olmayan derîn, bensiz bir güzellikte yaratmıştır. Kullar bu güzellikler karşısında derîn bir hayrete düşerler ve bu hayretlerini ifade etmek için, iki cümle evet! Sadece iki cümle kullanırlar. “Fe Sübbâne’llah!”, “Mâşâ Allah!” Allah’ın Esmâ ve Sıfâtı’nın tecelli’leri karşısında, kulların hayrete düşmeleri güzel bir şeydir; Allah’ın Resûlü, “Allahım! Zât’ın ve Sıfât’ın hakkında hayretimi ziyadeleştir,” buyurmuştur. 

Densizin birisi yıllar önce bir müzik parçası bestelemiş, sözlerinde derîn hayreti ifade eden, “Mâşâ Allah’ı, Fe Sübnâne’llâh’ı, başına vav, Be-TE harfleri ilâve edildiğinde Kasem (yemin) ifade eden Lafzatullah’ı ma’nasız, mantıksız, yersiz kullanılması en azından, Mukaddes metin’lere hakarettir. Parça içinde kullandığı diğer kelimelerin hiçbirisinde, hayreti mucip bir ifâde ve mefhum olmadığı, hele hele, Allah’ın Bedî, Sıfâtının herhangi bir tecellisi bulunmadığı halde, hayret ifade eden cümlelerin kullanılması, mukaddesât ile istihza’dır. 

Ebû Dâvud, Tirmîzî ve İbn-i Mâce’nin Ebû Hüreyre’den rivâyetlerine göre: 

Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

- Üç şey vardır ki, ciddî’si de ciddî’dir, şakası ciddî’dir; Nikah, talâk (boşanma), ve Ric’î (dönülebilinir talâk’tan (boşanmadan) dönmek için kullanılan lafız’lar.” Bir başka rivâyette, bu üç şey, Nikâh, talâk (boşanma) ve yemin’dir.” Evlenmelerine dînî bir mahzur bulunmayan çift, iki şâhid huzurunda, şakadan bile olsa icab ve kabulü ifade eden kelimeler kullanmaları halinde bu nikahtır. Boşanma ve yemin de aynıdır. 

Türk San’at Mûsikî’sinde “Mihrab” tema’lı şarkılar vardır. “Mihrabımı elinle yıktın, Mihrabım diyerek yıllarca taptım,” gibi. Ma’lûm, Mihrab, cami’lerde, kıble cihetini gösteren ve imamların cemaatle namaz kılarken durdukları en ileri makamdır. 

Son yıllar’da, daha ziyâde, spor câmia’sında, çok fahiş kabul edilemez bir ta’bir kullanılmaktadır. Favori kulüp’lerimizin stadyum’ları için, hâşâ! “Ma’bed”, teşbihinde bulunuyorlar. Falanca kulübün spor ma’bedi, filanca kulübün spor ma’bedi gibi... Ma’bed, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle ta’rif edilmiştir; “Onlar, başka değil, sırf” Rabbimiz Allah’tır,” dedikleri için haksız yere yurt’larından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile def’edip önlemeseydi, mutlâk surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol zikredilen, manastırlar, kiliseler, havralar ve mescid’ler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz, Allah, güçlüdür, gâlibtir.” (Hac 22/40)