Bu yıl yeni eğitim öğretim yılı kapsamında yeni bir müfredat hazırlandı. Üstelik ne psikolog ve pedagoglara, ne çocuk gelişim uzmanlarına, ne de eğitim alanında küresel düzeydeki organizasyonlara ya da öğretmen ve akademisyenlere sorulmadı! Peki, yeni müfredat hangi ekseriyette bir bütün halini aldı? Sanıyorum ki; her birimiz cevabını biliyoruz. 

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, merkezi hükümet bütçesinin yüzde yirmilik kısmını eğitime ayırdığını belirtip, yeni derslikler ve yeni okullar yapıldığından dem vurur iken, saray gibi okullar inşa ettiğini söyledi. Nedenini ise daha kaliteli eğitim vermek için olduğunu da konuya iğneledi, ama kaliteli bir eğitim nasıl verilir hiç düşündü mü? Daha önceki dönemlerde eğitime on bir milyar lira ayrılıyordu, şimdi ise bu rakam yüz yirmi iki milyar lira civarlarında seyrediyor. Siyasiler işi rakamlar ile ifade ederek, göz boyamaya devam ederek, güya iş yapıyorlar! Fakat görülen o ki; ne derslik, ne okul sayısı arttırılması ile olacak şeydir bu, ne de saray gibi okulların inşası ile! Beş yüz seksen bin üzerinde öğretmen ataması gerçekleşti, ama her birimiz biliyoruz ki; bu kaliteli bir eğitimin ön ayağı olamaz!

Dönemin en karanlık yıllarını yaşıyoruz. Ya da henüz daha kötüsünü şimdilik görmüş değiliz. Eğitim öğretimin bu denli kara bir lekeye bulandığı şu zamanlarda, gözü kapalı bir şekilde bir uçurumun ucunda bizi tutan son kara parçasına ayağımızı sürte sürte altımızdan kayıp gidişine göz yummaya benzetiyorum. Nasıl böylesi bir trajedinin içerisinde aktif rol oynadığımızı da artık kestiremiyorum. Türkiye yoksul, hem de her açıdan! Çünkü yaşam standartları, sosyal statüleri alaşağı edilmiş bir durumda. Türkiye cahil, hem de her açıdan! İstatistik veriler ile de bunu pek ala bir biçimde anlayacağımız üzere de kısmen değil, resmen! Üçüncü dünya ülkelerinin bile arkasından nal toplar bir haldeyiz. İnsanımız kendi dilinde okuduğunu dahi anlamaktan aciz ve cehalet ülkenin her yerinde vücut bulmuş bir şekilde kol geziyor! 

Ezbere dayalı eğitim sistemimizin nedense hiçbir zaman düşünen eğitim sistemine evrilememesinde bir anlaşma öne çıkıyordu; Fulbright! Daha önce okudu iseniz; Sovyetlerden kaçıp, sıkışıp kaldığımız batı blogundan günden sonraki süreçte yarı sömürge durumuna getirilmiş ve Marshall yardımından yararlanmıştık. Türkiye'nin Fulbright eğitim komisyonunu açtırma talebi sonrası ise Nato'ya girmek istemiş ve Kore Savaşı'na askeri birlikler göndermişti. Sonrasındaki süreçte ise Birleşik Devletleri'nin de isteği ile uçak üretimi yapılacak fabrikaları kapatıp, traktör fabrikaları açmıştı ve de tarım ülkesi olarak kalmıştı ya, işte halen oradayız! Belki de artık değilizdir bile! Gram ilerlememizin sebebi doymak bilmediğimiz hatalardan kaynaklı. Ve artık hata lüksümüz yok iken, her şey gözler önünde!

Bugünlerde o dönemi andıran küresel çaplı krizlerin eşiğinde değiliz, ama durumu küçük bir kritik yaptığımızda gerçekten de bir eşikteyiz. Laik eğitimde; öğretim programları ve ders içerikleri  bilimsel ilkelere dayanır, yönetici ve öğretmenler objektif davranışlar gösterir, çocuk ve gençler bağnazlıktan uzak tutulurdu. Eğitim başlığının yurt genelinde genel tandaslara binaen geniş bir çevreye etki ediyor olması köklü değişimler olarak algılanıyor. Ve bu da sürekli değişen bir tür revizyon anlamına geliyor. Tüm bunlar neticesinde ise insanlar tedirgin olmakta haklı çıkıyorlar. 

Uzun lafın pek bir kısası; gelecek nesillerin daha donanımlı olabilmesi için müfredatın yenilenmesi ihtiyacı doğurmuş olabilir, ama çağın gereği, ferdin ve toplumun ihtiyaçları doğrultusunda müfredatı yenileme çalışmalarının bu doğrultudan uzak hazırlanması ve müfredatlar yenilenirken farklı kültür ve medeniyet havzalarının katkıları belirginleştirilmeye çalışılma konusu başlı başına bir tatava iken, yenilenen müfredatlarda sadeleştirme ve içerik yoğunluğunun azaltılması ön planda tutulmuş deniliyor, ama müfredat uygulanır iken her türlü farklılığı kapsayıcı ve hassasiyeti koruyucu olmaya odaklanılmamıştır. Fakat biliyoruz ki; aydınlık gelecekler bizim olacak. Er ya da geç.