24 Kasım 2016 Perşembe günü tüm Türkiye’de “Öğretmenler Günü” olarak kutlanılacak ve anılacaktır. Bu gün yani hafta dolaysıyla İlk Maarif Nazırı(Eğitim Bakanı) olan ve eğitim-öğretim için büyük çabalar harcayan Emrullah Efendi’yi hatırlatmak istedim. 
Osmanlı Devleti Maliye Nazırı(Maliye Bakanı) Cavit Bey eli sıkı bakanlardan birisidir. Bütçe görüşmeleri sırasında Maarif Nazırı Emrullah Efendi söz alarak ülkenin aydınlanması ve kalkınması için binlerce mektebe ve öğretmene ihtiyaç olduğunu ve de dolaysıyla bütçede mektep yapımı ve öğretmen yetiştirilmesi için çok paraya ihtiyacı olduğunu özetleyen bir konuşma yapar. Maliye Nazırı Cavit Bey; Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye hitaben şöyle der; “….bıktım senin mekteplerinden Nazırı olmuşsun ama bir türlü Maarifi(eğitimi) yönetemiyorsun!” Emrullah Efendi ise yarı şaka ve de yarı ciddi şöyle cevap verecekti; “Sayın Nazırım Şu mektepler olmazsa elbette ki Maarifi çok güzel idare ederdim. Ama benim görevim, benim bütün meselem, benim bütün sıkıntım benim bütün amacım mekteplerin çoğalması ve bu ülkenin ilmen kalkınmasıdır. Mektepler yoksa Maarif bakanlığı neden olsun ki!”  Bu cümle yıllarca Emrullah Efendi’yi sevmeyenler tarafından yanlış anlatılmış ve yanlış örneklemeler olarak kullanılmıştır. Ancak Emrullah Efendi’nin Cavit Bey’e söylemiş olduğu bu cümlenin alaycı olarak kullanılmasının yaygınlaştırılmasında daha çok Tevfik Fikret’i sevenler tarafından yapıldığı inancı kuvvetlidir. 
Bir de Emrullah Efendi zamanına kadar İstanbul doğumlu ve İstanbul’da medreselerde okuyan erkekler askerlikte muaftı; ama Emrullah Efendi bu uygulama ya kalksın ya da Tüm Osmanlı ülkesinde uygulansın dediğinde de tepki almıştı!
Gelelim Emrullah Efendi’nin eğitim ve öğretimde yapmak istediklerine:
“Eğitim tarihimizde genellikle Tûba Ağacı Nazariyesi ve ondan doğan tartışmalarla ön plana çıkan Emrullah Efendi, Türk eğitim düzenine prensip­ler, yasa ve yönetmelikler ve sağlam bir örgüt kurma çalışma ve girişimleriyle de çok yararlı olmuştur. Emrullah Efendi de işe yükseköğretimden başlamak gereğini vurguladı. Tarihte unutulmaz bir eğitim Bakanı tipi ortaya çıkarmıştır. Bu bakımdan hayatı, görüşleri ve çalışmaları bir bütün olarak değerlendirilmesi ve bilinmesi gereken bir şahsiyettir. 1858’de Lüleburgaz'da doğdu.  1908'de Kırkkilise (Kırklareli) mebusu olarak Meclis-i Mebusan'a girdi. 1910'da Maarif Nâzırı oldu.  1914'de Yeşilköy'deki evinde öldü. Cenazesi büyük tören­lerle kaldırıldı. Mezarı, Fatih Camii avlusundadır.
Eğitim tarihimizde Emrullah Efendi, genellikle “Tûbâ Ağacı Nazariyesi” adı verilen bu fikir sistemi ile tanınmıştır. Cennetteki Tûba ağacının da kökü yukarıda olduğu için “Tûba Ağacı Nazariyesi” olarak anılan bu görüş, İttihat ve Terakki’nin ideoloğu olan Ziya Gökalp’i de etkilemiş ve partinin eğitim politikasının önemli bir ilkesi olmuştur. Ancak yaşadığı dönemde pek ortaya çıkmayan bu fikir sistemi, onun ölümünden sonraki yıllarda iyice işlenmiş; taraftarlarıyla ve karşı çıkanlarıyla beraber siyaset ve kültür hayatının önemli tartışma konularından biri olmuştur.
Emrullah Efendi’nin görüşlerine katılmayanların başında Türk eğitim tarihinin bir başka önemli ismi olan devrim Darülmuallim(Yüksek Öğretmen Okulu) Müdürü Mustafa Satı Bey gelir. Satı Bey’e göre; Tûba Ağacı gibi tepeden kuruluş ve tepeden beslenme Osmanlı’nın sağlıklı bir eğitim sistemi kuramayışının nedenidir. Yükseköğrenimini güçlendirmek için sadece öğretim elemanlarını değil, öğrencisini de iyi hazırlamalıdır.
Bu arada Emrullah Efendi Galatasaray Lisesi ile ilgili talihsizlikte yaşamıştır. Çünkü kendisi 10 günlük bir süre de(30 Temmuz-10 Ağustos 1908) Mekteb-i Sultani müdürlüğünde de bulunmuştur. 1869 Genel Eğitim Yönetmeliğinde her il merkezinde kurulması istenilen, ancak Gala­tasaray Sultanisi dışında açılamayan bu kurumları, yaptığı tartışmalı düzenleme ile taşraya yaymayı başarmıştır. Emrullah Efendi’nin, idadileri sultaniye çevirirken büyük fırtınalar kopmuştur Ama bir o kadar gürül­tüler koparan bir de "Mekteb-i Sultani" olayı vardır.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Mekteb-i Sultani'de meydana gelen çeşitli karışıklıklar yüzünden, okulun müdürlüğüne 30 Aralık 1908'de Tevfik Fikret atanmıştı. Tevfik Fikret, bu okuldaki kısa süreli müdürlüğü sıra­sında hem okulun bina ve temizlik durumunda, hem öğrenci, öğretmen ve diğer okul mensuplarının disiplin ve devam durumlarında, hem de okula yeni bir manevi hava vermekte çok başarılı oldu. Düzen, disiplin ve temizliğin yanı sıra okulun ders programında da bazı düzenlemeler yaptı. Pek çok eğitim malzemesi getirterek öğretimi mümkün olduğu kadar pratikleştirmeye çalıştı. Ama Emrullah Efendi 1910 yılı başlarında birçok eğitim kurumlarında öğ­retmenlerin derslere devam etmediklerinin belirlendiğini ve kasten görev­lerine gelmeyen öğretmenlerin maaşlarından kesinti yapılması hakkında bir genelge yayınladı. 
Bakanlığın bu genelgesi Mekteb-i Sultani’de uygulanmadı ve okul müdürü Şair Tevfik Fikret istifa etti. Bakanlık istifa eden müdürün yerine Matematikçi Salih Zeki Bey’i atadı. Atama yazısında, parantez içinde "bir şair yerine bir âlim" yazıldığı için ortalık karıştı, kamuoyu harekete geçti. Okuldaki bazı öğretmenler görevlerinden ayrıldı, bazı öğrenciler okulu terk etti; okul müdürlüğü ile öğrenciler arasında sert bir mücadele başladı. İttihat ve Terakki sorunun çözümlenmesi için toplantılar yaptı. Meclis'e bu konuda soru önergeleri verilmeye başlanıldı. Bakanlar Kurulu, Meclis-i Mebusan Baş­kanı, Sadrazam sorunla ciddî bir şekilde ilgilenmek zorunda kaldılar. Ülke gazeteleri bu hususta ikiye ayrıldılar. Sorun, 10-20 Nisan 1910 tarih­leri arasında basın hayatının en güncel konularından biri olmakta devam etti.
Emrullah Efendi, Bakanlığın tüm ülkeye bir genelge yayınladığını, Mekteb-i Sultani’de bakanlığa bağlı bir okul olduğu için bakanlığın emirleri dışında kalamayacağını belirtiyordu. Ona göre, hiçbir okul mü­dürüne ayrıcalık verilemezdi; yoksa Devlet işlemez hale gelirdi. ”Âlim” ve “şair” sözcükleri karşısında da Bakanlık yayınladığı bir yazısında:
"... şâir ve âlim sıfatlarının kullanılmasındaki mananın, bakanlık tarafından; bundan böyle Mekteb-i Sultani’de edebiyat ve sosyal derslerden ziyade fen bilimlerine daha çok önem verileceğinin vurgulandığı açıklanıyordu”.
Emrullah Efendi, bu sorunun tartışmaları sırasında; "iş, şahıslarla değil; prensip ve idarî düsturlarla görülür," diyerek yönetimde esaslı ilkelerinden birini uygulamak istemiş, başarılı da olmuştur.
Emrullah Efendi, yükseköğretim konusundaki düşüncelerini, iki bakanlığı sırasında büyük ölçüde gerçekleştirme imkânını bulmuştur. Bu alandaki çalışmaları da şöyle sıralanabilir: “Avrupa dillerini iyi bilmeliyiz,” diyen Emrullah Efendi, Dârülfünun’da, yüksekokullar için bir “Lisan Şubesi” açmıştır. Bu şube­de Fransızcanın yanı sıra İngilizce, Almanca, İtalyanca ve Rusça dilleri de öğretilecekti. Edebiyat Şubesine bağlı olarak açılan bu bölümde, isteyenler için öğrenecekleri dilin edebiyatları da anlatılacaktı. Sabah ve akşam istekli devam ediyordu.
Emrullah Efendi ayrıca, Arapçanın yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla Darülfünun’daki Tefsir ve Hadîs derslerinin Arapça okutulmasını da sağlamış, Mısır, Kafkasya vs.. yerlerden Dârülfünun’a okumaya gelen öğrenciler için de Arapça ve Farsça dersleri koydurmuştur. “ Öğretmenliği bir meslek haline getirme çalışmaları, XX. yüzyıl başlarında Osmanlı eğitim kurumlarında her kaynaktan öğretmen vardı. Her kademedeki okullardan mezun olanlar, hatta okul yüzü görmemişler bile öğretmen olabiliyorlardı. Meslekteki maaşları da geçimlerine yetme­diğinden, öğretmenliğe ek olarak ikinci bir iş tutuyorlar; bu da görevlerini önemli ölçüde aksatıyordu.”
Emrullah Efendi ilk bakanlığı sırasında, öğretimdeki seviye düşüklüğü­nün memur öğretmenler yüzünden olduğuna hükmederek, “memur-muallimlere” karşı bir temizlik hareketine girişmiştir. Bu kişiler ya me­murluğu ya da öğretmenliği seçmek zorunda kalmışlar ve çoğu da memur­luğu tercih etmişlerdir.
Meclisteki bir konuşmada: "Bir talim ordusu, bir muallim ordusu yetiştirmek fikrindeyim. Benim nazariyem budur. Kâtipleri, hâkimleri muallim yapamayız... “Muallimlik bir meslektir,” diyen Emrullah Efendi, bakanlığı sırasında bir “muallim sınıfı yaratmaya, bu sınıfa ehemmiyet kazandırmaya” çalışmıştır. Bunun için bir taraftan “seyyar muallimleri,” “yıllıkçı muallimleri” kaldırmaya çalışıyor; bir yandan da öğretmenlerin maaşlarını arttırma yollarını arıyordu. Bütçeye bu hususta ödenekler koy­duruyor, ders saatlerini arttırarak, ders öbekleri oluşturarak, tatil günlerinde de çalışmış sayarak fazla maaş vermeye çalışıyordu. Öte yandan öğretmenlerin terfilerini bir kurala bağlayarak ve emeklilik kurumu, kurarak, öğretmenliği, yolu belirlenmiş ve geleceği güvence altına alınmış bir meslek haline getirmek istiyordu. Ülkemizde ancak çok çok sonraları ger­çekleşecek olan ilkokul öğretmenlerine Devlet bütçesinden maaş verilmesi ilkesinin yasal hazırlıklarını yapıyordu.
Öğretmenlerin meslek içi eğitimlerini sağlamak için de bir yandan İstanbul'da merkezî kurslar açmayı, bir yandan da müfettişlerin işbaşın da eğitim yapmalarını gerçekleştirmeye çalışıyordu. Emrullah Efendiye göre; okulun en önemli elemanı ve eğitimin temeli öğretmendir. Oysa Türk eğitiminde bu yoktur. Taşra ilkokulları için 70.000 öğretmen gereklidir. Bakanlığın elinde çok para da olsa, bunların yüzde birini bile bulamayacaktır. Onun için şu anda mevcut olmayan bu öğretmenlerin yetişmeleri gerekti.”
“Öğretmen yetiştirmek için Dârülmualliminler’de yeni düzenlemeler gereklidir. Bu okulların hepsi yatılı olmalıdırlar. Buradaki öğret­menleri Devlet yetiştirmeli ve istediği yere yollamalıdır. “Benim bütün ümidim Dârülmualliminler’dedir. Muallimler köye gitmeli, köyü aydınlatmalıdırlar. Muallim köyünün öğüt vereni, velinimeti olmalıdır. Biz böyle muallim istiyoruz,” diyen Emrullah Efendi, eğitim ve öğretim konusunda büyük çabalar harcamıştır. Çalışmaları eksik olabilir ama bizim bu çalışmalarda örnekler almamız elbette ki yararlı olacaktır.  
Bir de Emrullah Efendi zamanına kadar İstanbul doğumlu ve İstanbul’da medreselerde okuyan erkekler askerlikte muaftı; ama Emrullah Efendi bu uygulama ya kalksın ya da tüm Osmanlı ülkesinde uygulansın dediğinde de tepki almıştı!
Dün Emrullah Efendi’nin yaptıkları ve yapacaklarına karşı çıkanlara ve hak vermeyenlere; bugün şaşıyorum. Oysa bugün bile Emrullah Efendi’ye hak vermemek elden değil!  
Sonuç; evet Emrullah Efendi’nin dediği gibi “Muallimlik öğretmenlik) bir meslektir.” Öğretmen yetiştiren kurumlar dışında mezun olan her yüksekokulu mezunu öğretmen olmamalıdır Nasıl ki, bir öğretmen hekim, veteriner, avukat, mühendislik diploması olmadan bu meslekleri yürütemiyor ise; bu ve benzeri meslekten olanlarda öğretmenlik diploması olmadan öğretmen olmamalıdır. Öğretmenlik mesleğine alınacak olanlar ve bu mesleği seçecek olanlar ise; “bu ülkenin geleceğine yön verecek kişileri yetiştirenler” olacağı için de titiz davranılmalıdır. Beni ve bizleri yetiştiren bütün öğretmenlere saygılarımı sunuyorum! Bu ülke çocuklarının yetişmesi için canını ve kanını veren tüm öğretmenlerime de Allah’tan rahmet diliyorum.