ABD'li rahip Andrew Brunson 9 Aralık 2016'da FETÖ ve PKK ile işbirliği suçlamasıyla tutuklanmıştı. Rahip Brunson hakkında "örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlediği" gerekçesiyle 15 yıla kadar, "Devletin gizli kalması gereken bilgileri siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etmek" suçlamasından 20 yıla kadar hapis cezası talep edilmişti. Mahkeme son kararında Brunson'a ev hapsi verdi. Brunson'a elektronik kelepçe de takılacak. (Türk ve Dünya Basını). 

Bu karar sonucunda; ABD Başkanı Donald Trump, Twitter hesabı üzerinden yaptığı açıklamada, "ABD, büyük bir Hristiyan, aile babası ve muhteşem bir insan olan Papaz Andrew Brunson'ın uzun süreli tutukluğu nedeniyle Türkiye'ye geniş yaptırımlar uygulayacak. Bu masum inanç adamı derhal serbest bırakılmalı! " ifadelerini kullandı. Dahası ABD Başkanı Donald Trump’ın yardımcısı Mike Pence, “Rahip Brunson serbest kalana kadar ABD Türkiye’ye yaptırım uygulamaya hazırlanıyor” dedi...

ABD yöneticileri yüzyıl içerisinde bu gibi küstah tavırlarını hep kullanmışlardır. Aslında, ABD’nin gerek Osmanlı Devleti, gerekse Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı dost görünüp “saman altında su yürütmekteki” becerisine baktığımızda diğer Avrupa Devletleri’nden geri kalmadığı da apaçık ortadadır. 

Yani Amerika’nın Türkiye’deki azınlıklar ve Güneydoğu’da yaşan kardeşlerimize karşı yaptığı propagandasının geçmişi oldukça eskidir. ABD ve Batılı devletlerin yüzyıllar boyunca azınlıklar ve Güneydoğu politikaları konusunda tek amaçları vardır. “4B dediğimiz bölgeye yani Batum, Bakü, Bağdat ve Basra” hattına egemen olmaktır. Yıllar içerisinde buralara girmelerine tek engel ise önceleri Osmanlı ve sonrasında ise Türkiye Cumhuriyeti olmuştur. Bu nedenle de Türk Milleti’ni ve Türkiye Cumhuriyeti’ni rahat bırakmamışlardır. 

Mesela; 14 Ocak 1820 Türkiye ye gelen ilk Amerikan Protestan misyoner Levi Parsons İzmir’e çıkar çıkmaz, Osmanlı İmparatorluğu’nu kast ederek: “Bu günah İmparatorluğu’nu tamamen yıkmak ahdim olsun” diye yazdı ve ardından gelen misyonerler onun için şiirler, destanlar düzdüler. 

Osmanlı Ermenileri arasında çalışmaya başlayan Amerikan misyonerleri, bol paralı ve donanımlı olarak Türkiye’ye geldiler ve bazı Ermenileri çabucak kendilerine çektiler. Fanatik misyonerler, Müslüman Türklerle Hıristiyan Ermeniler arasında ayrılık tohumları ektiler ve Amerika’da Türkler aleyhinde sistematik propagandanın ilk adımlarını attılar. 1830 yılında ise Amerikan Protestan Misyonerleri İstanbul’u merkez yaptılar ve Anadolu’yu üç bölgeye ve birçok “istasyon”a ayırarak Ermeni toplumu arasındaki çalışmalarını yoğunlaştırdılar. Gregoryen Ermenilerin 60 bine yakını Protestan mezhebini kabul etti ve Amerika’nın (ve İngiltere’nin) koruyuculuğu altına girdiler.

Bilir misiniz; 1848 yılında yani 18 yıl sonra; Amerikan Misyonerleri, Osmanlı Devletinde bir Protestan Cemaati yarattılar. Tamamı Ermeniler’den oluşan bu yeni cemaati Osmanlı Hükümeti’ne resmen tanıttılar. Ve 1850 yılında Amerikan Misyonerleri Osmanlı Ermenileri arasında eğitim çalışmalarını hızlandırdılar ve bundan sonraki 35 yıl içinde 80 High School, 8 yüksek kolej ve 16 kız okulu açtılar. Bu kolejlerin açıldığı yere baktığımızda; genellikle Ermeni, Rum, Kürt ve birazcıkta Arap, etnik yapıyı mensup toplulukların yaşadıkları yerlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır, İzmir, Robert Kolej, Üsküdar Amerikan Kız Koleji, Harput (Fırat Koleji), Merzifon, Antep, Talas Koleji, Tarsus Koleji, Samakov (Rumeli Koleji, İzmit, Van, Urfa, Malatya ve Eskişehir gibi… Öğrenci sayısı bir ara 27 bini aşan bu okullara ve kolejlere bütün 19. Yüzyıl boyunca hemen hiç Türk-Müslüman öğrenci alınmadı. Ancak 20. Yüzyıl başlarında tek tük Türkler de misyoner okullarına alınmaya başlandı. 

Yani Amerikan Misyonerleri, daha sonraki tarihlerde Ermeni ihtilalcilerini desteklemiş, Taşnak ve Hınçak komitelerinin gizli kuryeliğini üstlenmişlerdir. Osmanlı makamları, kapitülasyonlar yüzünden misyonerlerin mektuplarını açamıyorlardı. Buna rağmen Merzifon Amerikan Koleji’nde görevli Kayayan ve Tumayan adlı iki misyoner 1893’te suçüstü yakalanmış, Ankara’da yargılanıp idama mahkûm edilmişler, fakat Amerika ve İngiltere’nin baskılarıyla serbest bırakılıp Londra’ya gönderilmişler, oradan Türkiye düşmanlığını sürdürmüşlerdir.

1894 yılında Ermeni sorunu ilk defa Amerikan Senatosu’nun gündemine getirildi. Sason’da Ermeni ayaklanması dolayısıyla Louisiana Senatörü Newton Blanchard tarafından Senatoya sunulan ve 3 Aralık 1895 günü kabul edilen tasarısıyla Türkiye haksız yere suçlandı ve kınandı. Yine aynı yıl ABD Hükümeti, güya Ermenileri ve misyonerleri korumak için, Osmanlı kara sularına bir savaş gemisi gönderdi. Mersin ve İskenderun limanlarına demir atan geminin komutanı Amiral Selfridge, Halep Valisine ve Mersin Mutasarrıfı’na ağır mektuplar gönderdi. 

1909 yılında ise ABD Hükümeti tekrar, Adana olayları dolayısıyla Osmanlı sularına iki savaş gemisi gönderdi. "Marblehead" ve "San Fransisco" adlarındaki bu savaş gemileri yerel makamlara ve Türk Hükümetine gözdağı verdiler...  Sonra ABD Cumhurbaşkanı W. Wilson dünya barışı için güya kendine göre 14 maddelik bir ilke yayınlayacaktı. En kötüsü ise;  Osmanlı Devleti'nde Türklerin yoğunlukta olduğu bölgelerin egemenlikleri sağlanacak, diğer bölgelerdeki uluslara da kendi kendini yönetme hakkı tanınacaktır. Nihayetinde Sevr Antlaşması’nda şöyle denecekti: Madde 88-93, Osmanlı, Ermenistan Cumhuriyeti'ni tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek (ABD Başkanı Wilson 22 Kasım 1920'de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan'a veriyordu.)

Bugün Misyoner Papaz Brunson’un gittiği yerlere bakar mısınız? Başta Diyarbakır/ Sur olmak üzere birçok yerde bölücü çalışmalar yapıyor. PKK ve FETÖ ile görüşüyor, Güneydoğu’yu karıştırmak istiyor. Kilise de bile Türk halkını küçümser cümleler kullanıyor. Yani tıpkı yüzyıl önce Parsons’un yaptığı gibi buradaki gençleri Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı örgütlemeye çalışmıştır. Suçüstü yakalanınca bas bas bağırmaya başlamıştır. 

Kısacası; dün Parsons İzmir’de idi, bugün Brunson İzmir’de ve kötü fikirlerini yaymaya çalışmaktadır. Yani dün bölücü “Misyoner Parsons ve -bugün- Papaz Brunson; 100 yıldır aynı amaç,” devam etmektedir!..  Bize düşen ise bugün Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı gibi dik durarak; ABD’nin tehditlerini ciddiye almadan, onlara gereken cevabı vermektir ki; zaten verilmiştir!.. 

Kısacası, devlet ve millet olarak çok çok dikkatli olmalıyız. Nasıl ki; Osmanlı Devleti zamanın da Parsons’un çalışmalarına ilkin itibar edilmemiş ama sonra yüzbinleri bulan Ermeni militanları yetiştirmiştir. Öyleyse bugün de tarihten ibret alarak; “Brunson bir rahip ne yapabilir ki diyerek hafife almamak gerekir!” Bu kötü niyetli adamların ve bunun benzeri insanların sinsice çalışmalarına fırsat vermeden hukuk kurallarını uygulayarak engellemek çok önemlidir.

Meşhur bir Çin atasözü şöyle der: “Taşı delen suyun gücü değil damlaların sürekliliğidir.”