Geçtiğimiz günlerde, Bayram ziyaretimi gerçekleştirmek üzere toplu taşıma araçlarının bulunduğu merkeze gittim.

Gittim gitmesine ancak; bildiğim, tanıdığım yer sanki o yer değil!

Fiziki konumu aynı olsa da, çehresi değişmiş. 

Her zaman gördüğüm modern ve sakin tavırlar içinde olan insanlar telaşlı adımlarla bulundukları yerden ayrılma çabasında. 

Ben ise etrafımda olup biteni gözlemlemeye çalışıyorum.

Bulunduğum duraklardan sahil beldelerine ulaşılıyor. Havanın sıcaklığı nefes aldırmıyor.

Yol boyu gördüğüm yabancı çehreler, dillerini bilmediğim bir lisan ile konuşuyorlar. 

Bir erkek ardında simsiyah giyinmiş sadece gözleri görünen iki kadın ve yanlarında boy boy bir sürü küçük çocuk. 

Bir yandan yürüyorlar, diğer yandan birbirleri ile itişiyorlar. Kadınlar ise çocukları çekiştiriyor. 

Aynı düzen içinde yol boyu karşılaştığım farklı kişiler beni şaşkına çeviriyor. 

Durağa geldiğim zaman ayakta araç bekleyen yaşlılar görüyorum. Büyüklere duyulan saygıdan bir haber, oturma yerlerinde yine aynı tipler oturmuş kendi aralarında gürültülü bir şekilde konuşuyorlar. 

Sahil beldelerine giden bütün duraklarda aynı tipte insanlar. 

Şaşırıyorum. 

Ne kadar çoklar. 

Sanki her yerdeler. 

Sanki ben doğup büyüdüğüm, yaşadığım şehirde değil de yabancı bir yerde olduğum hissine kapılıyorum bir an. Neyse aracın gelmesi ile çabuk toparlanıyorum. 

Varacağım yere gidiş maceramı bu şekilde tamamladıktan sonra, dönüş yoluna geliyor sıra. Yine aynı merkezdeyim. 

Bu kez evime dönmek üzere otobüs bekliyorum. 

Yine aynı düzen içinde, benzer tipte kişiler sürekli yol boyu yanımdan geçiyor. 

Sonunda otobüs geldi ve geçip boş bir koltuğa oturuyorum. 

Kafamı kaldırdığımda gördüğüm manzara bir hayli canımı sıkıyor. Tam karşımdaki koltuğa oturan iki Suriyeli erkek gözlerini dikmiş bana bakıyor, aralarında bilmediğim bir dilde konuşuyorlar. 

 İyice bozulan moralim tavan yapmış durumda. 

Etrafımda bulunan herkesin aynı dıyguları taşıdığından o kadar eminim ki. Sanki ‘gık’ desem o an otobüste bulunanlar başlarına çökecek. 

Sağ salim durakta indiğim zaman sinir katsayım hayli yükseklerde...

....

Büyüklerimiz bizi yetiştirirken, insanlara yardım etmeyi, bir lokmayı bölüşmeyi öğretti. Komşumuz aç iken bir tabak yemek uzatmayı, derdine deva olmak için elimizden geleni yapmayı öğretti.

Bunları öğretirken büyüğe saygıyı, küçüğe sevgiyi, emanete ihanet etmemeyi, 

Bizim olmayan hiçbirşeye el uzatmamayı, akrabaya, komşuya yan gözle bakmamayı,

Nezaket ve hoşgörünün ne kadar önemli olduğunu,

Dahası bizler büyütülürken, 

VATAN SEVGİSİNİ,

BAYRAK AŞKINI,

ŞEHİT VE GAZİ’ nin ne demek olduğunu öğretti.

Kiminle konuşsam her yerde  aynı cümleler kuruluyor. 

‘Savaşta ülkesini terk edip kaçanlar vatan hainidir. 

Taşı sıksa suyunu çıkaracak güçte ve kuvvetteler. Ülkemize geldikleri günden beri çıkardıkları olayları basından hepimiz takip ediyoruz. 

Çocuk istismarından tutun da, bizim insanlarımızla girdikleri çatışmalar ortada. 

Benim ülkemde, benden fazla hak sahibi, benden fazla söz sahibi olan, çağdaşlıkla hiçbir alakası olmayan bu kişiler gelip Vatan’ıma yerleşemez’. Deniliyor. 

Madur edebiyatı  ile biz onlar için üzülürken, onlar vatandaşlarımıza saldırmakta hiçbir mahsur görmüyorlar. 

Türk’ü, Kürt’ü, Alevi’si, Laz’ı, Çerkez’i zaman birlik zamanı. 

Sen, ben kavgasını bırakıp, bir olmak zamanı. 

Unutmayalım ki;

BU VATAN HEPİMİZİN.

Sevgi ile kalın.