“Ey insanlar, biz sizi bir erkek (Âdem) ve bir kadından (Havvâ) yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık.” (Hucurat, 13)

X

     Yani, sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki toplum ve sosyal hayata ait münasebetlerinizi / aranızdaki ilişki, alâka ve bağlarınızı bilesiniz, birbirinize muavenet ve yardım edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize / bir diğerinize / bir başkasına karşı inkâr ile yabanî bakasınız, husûmet ve adâvet yâni düşmanlık edesiniz diye değil.

     Ayet'in ifade ettiği yüce hakikat ve gerçek; toplum hayatına aittir. Ayet'in işaret ettiği “tanışma ve yardımlaşma”yı açacak olursak:

     Nasıl ki bir ordu fırkalara / askerî birliklere, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere, tâ takımlara kadar ayrılır.

     Tâ ki her nefer ve askerin muhtelif / çeşitli, birçok münasebet ve ilişkileri ve o ilişkilere göre vazife ve görevleri tanınsın, bilinsin.

     Ta ki, o ordunun efradı / fertleri yardımlaşma prensip ve düsturu altında hakîkî genel bir görevi yapabilsin.

     Ta ki, toplum ve sosyal hayat; düşmanların hücumundan korunsun. Yoksa kısımlara ayrılış; bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı düşmanlık beslesin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin diye değil.

     Aynen bunun gibi, Müslümanların toplum yapısı büyük bir ordu hükmünde olup; kabile, taife ve topluluklara ayrılmıştır.

     Fakat bin bir, “bir, bir”ler adedince birlik yönleri var. Nitekim Hâlık'ları (Allah'ları) bir, Rezzak'ları (Rızık vericileri) bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir; bir, bir, bir; binler kadar bir, bir...

     İşe bu kadar bir birler kardeşliği, muhabbeti / sevgiyi ve birliği gerektiriyor.

     Demek kabile, taife ve topluluklara yani milletlere ayrılış, ayetin ilan ettiği gibi, tanışma, yardımlaşma içindir. Birbirini inkâr etme, birbirini kabul etmeme yani reddetmek için değil, birbirlerine karşı düşmanlık beslemek için hiç değil.

     Milliyet fikri asrımızda çok ileri gitmiş. Bilhassa dessas / çok aldatıcı Avrupa zalimleri, bunu İslâm'lar içinde menfî / olumsuz bir surette uyandırıyorlar; tâ ki parçalayıp onları yutsunlar.

     Çünkü milliyet fikrinde nefse ait bir zevk var. Gaflet edercesine, kul olduğunu unuturcasına; açık  gerçekleri göremeyecek şekilde bir lezzet var. Uğursuz / kötü bir kuvvet var. Onun için, bu zamanda toplum ve sosyal hayat ile meşgul olanlara “milliyet fikrini bırakınız” denilmez.

     Fakat, milliyet fikri iki kısımdır. Biri müspet / doğru, diğer kısmı ise menfî / yanlış, olumsuz, uğursuz ve zararlıdır. Çünkü başkasını yutmakla beslenir. Diğerlerine düşmanlıkla devam eder. Bu ise, birbirine düşmanlık beslemeye ve keşmekeşliğe / karışıklığa ve kavgaya sebep olur. Onun içindir ki, hadis'de denilmiştir:

     “İslâm, Cahiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği kaldırmıştır.”

     İşte bu hadis-i şerif, kesin bir surette menfî / olumsuz / negatif ve yıkıcı bir milliyeti (yani ırkçılığı) ve unsuriyet fikrini (kavmiyetçiliği) kabul etmiyor.

     Çünkü, müspet / olumlu ve mukaddes / kutsal İslâmiyet milliyeti ona ihtiyaç bırakmıyor.

     Evet, acaba hangi unsur (ırk) var ki, sayıları bir buçuk milyardır?

     Ve o İslâmiyet yerine hangi unsuriyet (ırkçılık) fikri var ki, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem de ebedî kardeşleri kazandırsın?

     X

     Evet, menfî milliyetin yâni ırkçılığın tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle, Emevîler; bir parça menfî milliyet / ırkçılık fikrini siyasetlerine karıştırdıkları için, hem İslâm âlemini küstürdüler, hem de kendileri çok felâketler çektiler.