‘’Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.’’ (Gazi Mustafa Kemal Atatürk)

Cumhuriyetimizin 94’üncü kuruluş yıldönümünün kutlanacağı günümüzde ülkemiz oldukça kritik bir süreçten geçmektedir. 

Bu önemli süreçte; emperyalizmin tüm acımasızlığıyla kurgulanan çok tehlikeli bir oyunun/ların tehdidi, bu tehdidin yaratabileceği tehlikeler ile karşı karşıyayız. 

Bu tehdidin hedefinde; Ulus-Devlet yapımız, Laik ve Demokratik Cumhuriyetimiz, Misak-ı Milli hudutları ile belirlenmiş Vatan topraklarımız, milletimizin birlik ve beraberliği, en nihayetinde vatanımızı iç ve dış tehditlere karşı koruma ve kollama görevini üstlenmiş kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ve güvenlik güçlerimiz vardır.

Pekiyi bu tehditler nedir?

Kısaca bir bakalım:

Ülkemizde özellikle yıllardan beri yaşanan ama son dönemde giderek artan iç ve dış odaklı P.K.K terörünün, son dönemde DAEŞ, FETÖ ve bu hainlerin yan kollarının yurdumuza vermiş olduğu zarar nedeniyle önemli sayıda can kaybımız, ülke ekonomimizin, enerjimizin, büyük bir kısmının bu alçaklıkların önlenmesi için bu yönde kullanımı vardır.

2007’de başlatılan ve sahte dijital belgelerle ordularımıza, bilim insanlarımıza, kimi siyasetçilere, v.d’lerine kaşı kurgulanan Ergenekon, Balyoz kumpas sürecinin ülkemiz, toplumumuz üzerindeki çarpıcı etkileri henüz atlatılmış değildir, bu yargı süreci beraatlarla sonuçlanmış olsa da, kimi davalar hala sürmektedir.

Ülkemizi ele geçirmek adına darbe teşebbüsünde bulunan kan emici FETÖ alçaklarının geçen yıl 15 Temmuzda giriştikleri bu hainlik; ülkemizin tüm katmanlarında önemli bir süreç başlatmış, milletimiz vatan topraklarımızın ne denli büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını anlamıştır. Böylesine büyük bir tehdidin başarıyla savuşturulması; Büyük Türk Milleti’nin vatanına olan sadakatinin ne denli büyük olduğunu gösteren tarih sayfalarına kan ve can bedeli ödeyerek yazılmış şanlı bir destandır. Bu akıl tutulmalı sürecin Yüce Türk Adaletinde yargılanması devam etmektedir.

Ülkemizin AB, ABD ve son zamana kadar da Rusya ile Suriye krizi nedeniyle uluslararası ilişkilerimizde yaşanan, giderek tırmanan soğukluk şimdilik durağan bir görüntüye bürünmüş olsa da; bu ülkelerle yaşanan bu olumsuz sürecin ülke ekonomimize verdiği zarar ortadadır.

Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle, ülkemize sığınan milyonlarca göçmenin ekonomimize yüklediği ağır maliyet rakamsal olarak giderek büyümekte, Avrupa ülkelerinin bu yükü paylaşmak adına vermiş oldukları söz, yardım olarak ülkemize gelmemekte, ya da geciktirilmektedir.

Ülkemiz, küresel ekonominin olumsuz etkilerini de hissetmekte, yurttaşlarımızın büyük bir bölümü geçim sıkıntısını her geçen gün biraz daha fazla hissetmekte, işsizlik rakamları giderek büyümektedir.

Devletimizin yönetimsel olarak yeni bir düzene geçirilmesiyle ilgili yapılan referandum ve öncesinde yaşanan siyasi atmosferin yarattığı gerginlikler de dikkate alındığında; siyaseten oldukça ayrışmış görüşlerin, türlü olumsuzlukların yaşandığı iç barışı özlemiş, sevgi ve saygıya odaklı bir geleceğin düşünü kuran, böylesine uzlaşı ortamını özleyen bir toplum olduğumuz da önemli bir gerçektir. 

Özellikle AB müzakerelerinin başlamasıyla birlikte yapılan düzenlemelerle başlayan, Türkiye’nin gelişmiş ülkeler seviyesine erişmesi için atılan bu olumlu adımlar:  

Sanki birilerinin bu gelişmeleri engelleyen bir düğmeye dokunmasıyla durmuş; yukarıda sıralamış olduğum böylesi olumsuz bir sürece girilmiş, türlü tehditlerin oluşturduğu tuzaklı senaryolar; özellikle mazisi insanlık tarihi ile başlayan, bizi büyük bir millet yapan niteliklerimize dil, din, ülkü, millet, vatan, devlet, bayrak beraberliğimizin bozulmasına yöneltilmiştir!

Unutulmasın ki;

Büyük Önderimiz Atatürk’ün, milletimizden almış olduğu güç, bu gücün oluşturduğu Millet-Ordu beraberliğimizin yarattığı o olağanüstü fedakârlıklarla gerçekleşen bağımsızlık savaşımız sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti; gerçekten de bir Türk mucizesidir. Bu vatan, devletimiz; hala bölgesinin en demokratik ve en güçlü ülkesidir. 

Günümüzde yaşananlara baktığımızda; böylesine güçlü bir devletin, bölgesel gücünü zayıflatabilmek adına türlü senaryolarla karşı, karşıya olduğumuz bu tehdidin büyüklüğünü, yaratabileceği tehlikelerin neler olabileceğini düşünmek bile, yurduna gönülden bağlı olan her yurttaşımızı üzmekte, geleceğimizle ilgili endişelere sevk etmektedir.

Bundan bir buçuk asır önce milletimize dayatılan Sevr maddeleri adeta yeniden masanın üzerine getirilmeye çalışılmaktadır.  

Yaşadığımız bu son vatan topraklarımız; 

Ülkemizin jeostratejik, jeopolitik konumu nedeniyle tarihin her döneminde tehdit altında olmuş, türlü tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Tarih sayfalarımız, bu tehditlerin, bu tehlikelerin örnekleriyle doludur.

Bölgenin enerji kaynaklarını kullanmaya, kendi stratejik menfaatleri için yeni bir uydu devlet kurulmasına (sözde Kürt devleti) yönelik gayretleriyle öne çıkan, başını A.B.D’nin çektiği kimi ‘Emperyalist Güçler’; 

2010 yılında Tunus’tan başlayan/başlattıkları ‘Arap Baharıyla’ devşirilen, emperyalizme biat eden yönetimlerin iş başına gelmesiyle, bu tehdit daha da belirgin bir hale gelmiştir.

Bu kritik dönemde ülkemizin uluslararası ilişkileri değerlendirildiğinde ise;

‘’Stratejik derinlikten’’, ‘derin bir yalnızlığın’ yaşandığı bir süreçle karşı, karşıya olduğumuz görülecektir!

Özellikle böylesine özel bir coğrafyada yaşayan devletimizin; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ söylemiyle hayata geçirmiş olduğu bölgesel uygulamaları, bugünlere değin özellikle dış ilişkilerimizde ülkemizin barışa odaklı tercihini gösteren en önemli niteliğimiz olmuştur.

Pek tabiidir ki, ülkemizin toprak bütünlüğünü, milletimizin milli menfaatlerini tehdit söz konusu olduğunda, devletimiz bu sürece müdahale etmelidir. Günümüz olayları değerlendirildiğinde; devletimizin tüm tehdit ve tehlikeleri defedecek güçte ve kararlılıkta olduğu da görülecektir.

Dünyanın hiçbir milleti doğuştan asker olma niteliğine sahip değildir. Bu nitelik sadece Türk Milletine ait bir özelliktir. 

Bu niteliğimizi, hala yurt topraklarımızda ‘Her Türk Asker Doğar’ sesleri ifade etmektedir. Dünyanın hiçbir aile ocağından erkek evlat ellerine kınalar yakılarak; asker ocağına, vatan görevine gönderilmemektedir. Günümüzdeki kimi aykırı seslerin, aymaz ifadelerine rağmen; bu ata yadigârı töremiz, sonsuza kadar böyle sürecektir. 

Ve dünyanın hiçbir ülkesinde kendi milletinin sinesinden çıkan başka bir ordu yoktur. Bu sadece Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerine nasip olan; Atatürk’ümüzün Yüce Türk Milletine güveninin, bu güvenin öz kaynağını oluşturan bir gerçektir.

Şanlı Türk Ordusu, her zaman iç ve dış düşmanlara ve özellikle ülkeyi bölmek isteyenlere karşı cansiperane ve büyük bir fedakârlıkla mücadele etmiştir, etmeye devam etmektedir. 

Güvenlik güçlerimizin vatanına sevdalı evlatlarının da her kritik dönemde olduğu gibi yurt içinde vermiş olduğu şanlı mücadele asla unutulamaz.

Devletimizin üniter yapısına, bölünmez bütünlüğüne kalkan bütün eller; Türk milletinin vatanına olan sevdası, devletine sadakati, milletine, bayrağına bağlılığının verdiği güç ile Güvenlik güçlerimiz ve Şanlı Türk Ordusu tarafından kırılacaktır. 

Her karış toprağı Şehit Kanları ile yoğrulmuş vatanımıza kast edenlerin akıbetini şanlı tarih sayfalarımız çok net bir şekilde anlatılmaktadır.

Şu husus da unutulmamalıdır ki! 

Tarihin gerçeklerini göz ardı edenlere en çarpıcı yanıtı, yine tarih sayfaları verir. Tarihi yeniden yazdıklarını söyleyenler bu hususu da asla göz ardı etmemelidir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, üniter bir devlettir, yani kendi bünyesinde farklı kanunların geçerli olduğu farklı yönetim bölgeleri yoktur. 

Günümüzde bunun hayalini kuranlar, bu hayalleri Kandil’de, İmralı’da, yurt dışında kimi ülkelerde kurgulayanlar; milletimizin ezici çoğunluğunun vermiş olduğu kararla, tepki ile bunun olamayacağını anlamış olmalıdırlar! 

Ama daha da önemlisi TBMM de bu odakların sözcülüğünü yapanlarda anlamalıdırlar! Çünkü böyle bir ayrışmaya, oyuna Yüce Türk Ulusu asla müsaade etmeyecektir. 

TBMM’nin yetkisi tüm Türkiye topraklarını kapsar, her Türk vatandaşı bu topraklar üzerinde eşit muamele görür. 

Söz konusu üniter devlet yapısı, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünün, iç huzurunun, büyük devlet olmasının en büyük teminatıdır. 

Üniter devlet yapımızın temelinde, Anayasamızda yer alan milliyetçilik ilkesi vardır. Büyük Kurtarıcımız, Önderimiz Atatürk’ün adını taşıyan bu milliyetçiliğin temelinde; 

Etnik kökeni, dini, dili her ne olursa olsun kendisini Türk olarak tanımlayan herkes Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı sayılır. Türk kültürünü paylaşan, kendisini Türk Millet’inin ayrılmaz bir parçası olarak gören herkes Türk’tür, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin birinci sınıf vatandaşıdır. 

Büyük Atatürk’ün ‘’ Ne Mutlu Türk’üm Diyene ‘’ sözüyle özetlediği bu milliyetçilik tanımı, son derece akılcı ve isabetli bir tanımdır. 

Laik, Demokratik ve Sosyal Hukuk Devleti nitelikleri ile pırıl, pırıl parlayan; bölgesinin en güçlü ülkesi konumunda ki vatanımızın, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin 94’ncü kuruluş yıl dönümünün gurur ve onurunu yaşadığımız bu önemli günde;

Devletimizin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Silah Arkadaşlarını rahmet, şükran ve hasretle anarken; vatan topraklarımız uğruna hayatlarını seve seve feda eyleyen tüm şehitlerimizi, gazilerimizi minnet duygularıyla anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Vatan onlara minnettardır.

Yazımı; Atatürk’ümüzün Türk Genç’liğine seslenişi ile bitirmek istiyorum;

‘’ Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen milli felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu, ‘Türk gençliğine’ emanet ediyorum.

Ey Türk gençliği! 

Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. Gelecekte dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyet’ini savunmak mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu imkân ve koşullar, çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve Cumhuriyetine göz koyacak düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve aldatıcı düzenlerle aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve daha korkunç olmak üzere, memleketin dâhil’inde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, yurduna girmiş olan düşmanların siyasi emelleriyle birleştirebilirler. Millet, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.

Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu ortam ve koşullar içinde dahi vazifen, Türk Bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’’

‘’ Korkma Sönmez Bu Şafaklarda Yüzen Al Sancak..’’