Meşrutiyet / Cumhuriyet / Demokrasi ve Hürriyet'in İslâm'da yeri vardır. Hem de baş köşede...Nitekim Asr-ı Saâdet / Saâdet Asrı ve Hz. Muhammed zamanında bu hususların müşahhas / somut örnekleri tarih sayfalarında şerefli yerlerini almıştır.

     Bir misâl verilecek olursa:

     Meselâ, Köylüler koyunlarını bir Çoban'ın sürüsüne katmış olsunlar. Fakat Çoban tembel ve muavini / yardımcısı kayıtsız, köpekleri de değersiz! Böyle bir durumda Köylüler; bu Çoban'a tamamen itimat edip güvenseler ve rahat bir uykuya çekilseler; biçare / zavallı koyunları müstebit kurtlar ve  hırsızlar ve belâlar içinde bırakmış olsalar mı daha iyidir? Yoksa Çoban'ın kifayetsiz ve yetersizliğini bildiklerinden, gaflet uykusunu terkedip, evlerinden çıkıp; gidip koyunlarının etrafında halka tutarak; beceriksiz ve dikkatsiz Çoban'a bedel; bizzat koyunlarının başına geçerek sürüyü tamamen kendi öz emniyetlerine alarak, bizzat kendileri koyunlarının muhafız ve koruyucusu olsalar; hiçbir kurt ve hırsızlara aradıkları fırsatı vermeseler mi daha iyidir?

     İşte bu sahiplik şuuruna her zaman ve her hususta ihtiyaç var.

     İşte bu örnek; bizlere millet hâkimiyetinin, mes'ele ve sorunlara milletçe eğilmenin ve milletçe çıkış yolu aramanın ehemmiyet ve önemini gözler önüne sermektedir.

     Yani milletin mevcudiyet ve varlığını göstermesi lâzım.

     Mevcudiyet ise, milletin birbiriyle ittihadı, birleşmesi ve kenetlenmesiyle ortaya çıkar.

     1910'larda: “Acaba daha Sultan Hamid gibi padişah tahta çıkmayacak mıdır? Eski hâl olmayacak  mıdır?” sorusuna şöyle cevap verilir:

     “Acaba sizin şu siyah çadırınız parça parça edilip yandırılsa, külü havaya savrulursa, o külden yeniden çadır edip oturmak kabil midir (mümkün ve olası mıdır)?”

     “Neden?” diye sorulunca da:

     “Zira eskiden bin adamdan yalnız on'u mütenebbih (uyanık) iken, istibdat o dehşetli kuvvetiyle karşısında duramadı, parçalandı. Şimdi istibdadın kuvveti bin'den bir'e indi. Tenebbüh ve iltihab - ı ezhan (zihinlerin uyanış ve aydınlanması) bir'den bin'e çıktı.”

     Evet padişahlığın; eski güç ve haliyle yeniden ihyası / canlandırılması imkânsızdır. Binaenaleyh ya yeni hâl ya izmihlâl (yâni çöküş).

     Kaldı ki bugün Meclise dayalı bir sistem var.

     Ondan asla geri dönülmemeli.

     Akıldan bile geçirilmemeli.

     Daha da yerleşmesi ve pekişmesi için,

     Elden gelen gayret ve çaba gösterilmeli.

     Çünkü; akıl için yol birdir.

     Velhasıl: 

     Millet; hakkını, hukukunu bilmeli. 

     Millet; meşru mânâdaki Hürriyet ve Serbestliği iyice idrâk edip özümsemeli. 

     Millet; hak deyince akan suların bile durduğunu unutmamalı. 

     Millet; Adaleti düşünürken; Hz. Ali'nin tayin edip atadığı hakim ve yargıçları vazife ve görev başına uğurlarken; onlara sarfettiği şu cihan-baha öğüt ve meşru emirlerini; başındaki devlete bir güzel hatırlatmanın da -her zaman- yolunu bulmalı:

     “Siz ey yargıçlar! Müslümanlara karşı âdil olunuz. Çünkü onlar sizin din kardeşiniz. Müslüman olmayanlara karşı da âdil davranın. Zira onlar da sizin, insan olarak kardeşiniz.”

     Yoksa, milletin cehalet ve bilmezliği; başındakileri millete müstebit kılar. 

     Başındakileri; milletin başına yerli yersiz, haklı haksız üşüştürür.

     Millet; iş başındakileri kendine; kendi elleriyle musallat eder!