Türkiyemizin ateş çemberinden geçtiği bir dönemi yaşıyoruz. Her taraftan sıkıştırılıyoruz. Dün Bulgaristan, Bosna - Hersek, Kıbrıs, Azerbaycan; bugün Irak, Suriye ve iç güvenliğimiz ve vatanın birlik ve bütünlüğü gibi hayatî mes’eleler gündemi doldururken; kimi komşu ülkeler -tabiatiyle halkı değil- idarecilerinin bize karşı yersiz ve yanlış, menfî politikalar gütmeleri; özellikle Ermenistan’ın -2015 yılı içinde olmamız hasebiyle- bilhassa Hristiyan âlemini arkasına alarak haddini bilmez bir eylem içinde olduğu bir sırada; dış dünyanın Sevr iştihalarının yeniden gündeme gelip kabardığı, maddî-mânevî iç gailelerle uğraştığımız esnada; hele çok yakın geçmişte Londra civarında bir şatoda, bütün dünya Türkiye uzmanlarının bir araya gelerek, iki gün üstüste Türkiye’yi teşrih / ameliyat masasına yatırarak istikbalini / geleceğini hesaba katarak, yorumlarda bulunup köstekleyici tedbirlerin düşünüldüğü bir ortamda Millî Birliğin Yeri ve Önemi bir kat daha ehemmiyet arzediyor. Ama merak etmeyin hesapları tutmayacak. Türkiye’nin içte ve dışta maddî-mânevî yükselişine sed çekemiyecekler. Ay-Yıldızlı bayrağımız yeniden yükselecek. Eski şevketini tekrar kazanacak inşallah. Onlar istemeseler de.
İstiklâl Savaşı’nı zaferle sonuçlandırmamızın çok sebeplerinden başta gelen iki ana veçhesi vardır. Bir: Dışta birlik arayışları. İki: İçte birlik temennî ve temini. Bu ikisi, hem Millî Mücadelemizin hazırlayıcısı ve başlatıcısı olmuş. Hem de İstiklâl Harbi boyunca önemlerini koruyarak, milleti hür ve bağımsızlık günlerine ulaştırmış, geleceğe giden yolumuzu da aydınlatır olmuştur. 
Nitekim Birinci Cihan Harbi sonunda Suriye ve Irak; Osmanlı İmparatorluğunun Birlik ve Beraberliğini bozduklarına pişman olmuşlar ve bu davranışlarının kendilerini; Batılı devletlerin emperyalist kucaklarına atacağını çok geçmeden fark etmişler; tekrar bize teveccüh edip yönelmişlerdi. İngilizlerin Darü’l-Hilafe yani Hilafet merkezi olan İstanbul’u işgalleri, Âlem-i İslâmı galeyana getirmiş. Meselâ Hindistan müslümanları ayaklanmış, dışta birlik olmanın nümune-i imtisali / örneği olmuşlar, İngilizleri endişeye sevk ederek, daha fazla üzerimize gelmelerini frenlemişlerdir.
Velhasıl bu birlik, Âlem-i İslâmı yanımızda görenleri düşündürdü. Baktılar ki, yirmi ölüp üç yüz dirileceğiz; üstümüzdeki baskıları hafifletmek zorunda kalmışlardır. Kaldı ki, Mustafa Kemal’in Millî Mücadele başında Ankara’da beyne’l-İslâm / İslâm Uluslar arası bir kongre yapmak istemesi, dışta Birlik ihtiyacının; Ankara’da 23 Nisan 1920’de T.B.M.M.’ni açması ise, içte Birlik zaruretinin somut birer göstergeleridir.
Türk Gençliğine Hitabesi’nde: “Birinci vazifen Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir!” derken de, bu neticeye evvel emirde Birlik ve Beraberlikle ulaşılabildiği için, dolaylı olarak Birlik ruhuna temas edilmekte, ancak yine bu Birlik bilinci muhafaza edilmek şartiyle İstiklâl ve Cumhuriyet’in ilelebet muhafazasının mümkün olabileceği nazara verilmektedir. 
Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Nutku’nda: “Bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.” Dedikten sonra: “Bundaki muvaffakıyeti Türk Milleti’nin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârâne yürümesine borçluyuz.” der. Devamında: “Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler yapacağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk Milleti MİLLÎ BİRLİK VE BERABERLİK’le güçlükleri yenmesini bilmiştir.” (Atatürk, Türk Gencinin El Kitabı, Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğünce Derlenmiştir. 3. Basılış, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1973, s. 9-10.)
Bunun içindir ki, düşmanlarımız, her şeyden evvel, bizi birlikten mahrum etmenin yollarını hep arar olmuşlardır. Nitekim Kahire’de Osmanlı Paşası İngiliz komutanına sorar: “Şu anda Kahire’ye doğru bir Osmanlı Ordusu’nun gelmekte olduğunu duysanız ne yaparsınız?” cevap verir: “Ne mi yaparız, tabii ki kaçarız! Deli miyiz biz çarpışacak kadar. Ama biz, İstanbul’un başını öyle ağrıtır, iç gailelerle, iç çekişmelerle onu öyle meşgul ederiz ki, Kahire’ye ordu sevkedecek imkânı ona asla vermeyiz!”
M. Kemal yine bir sözünde şöyle der: “Beni seven arkadaşlarıma tavsiyem şudur: ‘Şahsınız için değil, fakat mensup olduğunuz millet için EL BİRLİĞİYLE çalışalım. Çalışmaların en yükseği budur.’ -1935- “ (a. g. e., s. 17)
Zâten inancımız da, bunu âmirdir: “Allah’ın rahmeti topluluk yâni Birlik, Beraberlik içinde olanların üzerinedir.”
“Bilelim ki, kazandığımız muvaffakıyet (başarı), milletin kuvvetlerini birleştirmesinden ileri gelmiştir.” (a. g. e., s. 18)
Hakikaten, İstiklâl Savaşı’nın en büyük hazırlığı, halkın Birlik ve Beraberliğini teminde çekilen güçlüktür. Nitekim İstanbul’daki idareci zümreden ve bir kısım samimî fakat muhakemesiz aydınların menfî tutum ve davranışları, bir kısım halkı tereddütlere sevketmiş, Ankara’nın işini zorlaştırmıştı.
Nitekim, Millî Mücadele’nin Meclis’le işe başlamasının çok sebeplerinden biri de Birlik ve Beraberliğin sağlanmasına en büyük katkıda bulunacağının bilincinde olunmasıdır. Bundan dolayıdır ki, İstiklâl Savaşı’nın hazırlık döneminde M. Kemal Paşa; öncelikle Millî Birlik ve Beraberliği sağlamıştır. Milleti aynı ortak amaç etrafında birleştirmeyi gerçekleştirmeden, yâni kalbî, dimağî ve manevî ittihat ve birliği sağlamadan Kurtuluş Savaşı’nı topyekûn başlatmamıştır. Gerçekten bağımsızlığımızın kazanılmasında Birlik olma duygusu baş rolü oynamıştır.
“Eğer aynı muvaffakıyetleri, zaferleri ileride de kazanmak istiyorsak, aynı esasa dayanalım, aynı yolda yürüyelim. -1923-” (a. g. e., s. 18) diyerek de, Birlik ve Beraberliğin, milletin istikbâle yönelik hayat yolunda, önemini hiç kaybetmeyen bir ışık olduğuna dikkatleri çekmiştir.
Birlik ve Beraberliğin ehemmiyeti tarihimiz boyunca hep hissedilmiş, bilinmiş ve korunması yolunda hassasiyetle durulmuş ve millet; âdeta bu hususta teyakkuz durumuna getirilmiştir. Nitekim Yavuz Sultan Selim; Anadolu Birliği’nin temininde çekilen meşakkat ve sıkıntıları ve bu uğurda -fisebilillah- akan kanları çok iyi bildiğinden âdeta vasiyeti hükmünde olan şu dörtlüğü bizlere yol gösterici bir yâdigâr olarak bırakmıştır:
“İhtilâf u tefrika endişesi,
Kuşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.
İttihatken; savlet-i a’dayı def’a çaremiz.
İttihat etmezse millet; dağdar eyler beni.”
Yâni demek istemiştir ki, benden sonra milletimin bölük pörçük olması, bölünme endişesi, kabrimde dahi beni rahatsız eder. Düşman saldırısını def’ etme çaresi; Birlik ve Beraberlikten geçerken, millet; Bir ve Beraber olmazsa, ciğerim dağlanır benim.