2) Edebiyat:

     Bugün “Edebiyat” denilince akla ilk gelen, maalesef “Palavra”dır!

     Hayır. O, milletin gönül zenginliğinin teşhir edildiği bir panayırdır. 

     Orda Türk milletinin düşünce tarzı, hayat görüşü, davranışları, kederi, elemi, sevinci vardır. 

     Gelmiş geçmiş, acı tatlı olaylardan birer hakikat çekirdeği saklar.

     Edebiyat milletin topyekûn sesi, feryadı, figanı, haykırışı, kükreyişi, ağlayışı, susuşu; 

     Velhasıl ruh dünyasının aynası. 

     Onda ecdatla karşılaşacak Türk çocuğu birlikte gülecek, birlikte acı duyacak. Çünkü:

     “Dimağa konan dökülebilir, fakat kalbe bırakılanda payidarlık (daimilik) var.

     “Hepiniz edebiyatınızı biliniz ki, hepinizin bir olduğunu bileyim.

     “İlim ve fende bölücülük, edebiyat ve sanatta toplayıcılık vardır.

     “Şerefinin büyüklüğü şümûlünün (içeriğinin) azametindendir.

     “Mesleklerine indikleri vakit yekdiğerini kaybedenler ancak edebiyat ve sanatın huzuruna çıktıkları vakit yekdiğerini buldular.

     “Lisanın yoksa milletin, edebiyatın yoksa milliyetin dilsiz. Ey edebiyatını bilmeyen, belki milletin içindesin, fakat milliyetin içinde değil.

     “İşte bunun için edebiyatına sarılmak aynı zamanda vatanına sarılmaktır.

     “Her edebiyattaki güzelliği tat bu sana servet olur. 

     “Fakat kendi edebiyatını ‘hiç’ mi gördün! Yazık kaybolan bir Türksün!” (İsmail Habib, Edebî yeniliğimiz, 1930.)

     “Göktürk yazıtlarından Yahya Kemal’e kadar edebî şaheserlerini bilmeyen, okumayan, anlamayan ve zevk duymayan, fakat ‘aydın’ sıfatıyla her türlü millî dâvada söz sahibi olmak isteyen bir zümre, bir nesil yetişmiştir.

     “Benzemeye çalıştığımız Batı’da ise, klâsiklerini tanımıyan bir öğrencinin eline lise diploması verilmez.” (Yılmaz Öztuna, Klâsiklerimiz Hakkında, Hayat Tarih Mecmuası, Mart 1967.)

      3) Tarih:

      Tarih anlayışımız da bugün yürekler acısı. O, insanlığın geçmişteki olaylarını yer ve zaman göstererek değerlendiren, insanlığa ışık tutan en büyük kültür kaynağı. 

     Bundan dolayıdır ki, 3000 yıllık insanlık tarihini bilmeyeni, bir Batı mütefekkiri / düşünürü kültürsüzlükle itham eder.

     Tarih bir milletin geçmişteki iyi ve kötü taraflarını gösteren aynasıdır. 

     Faydalı yönlerini almak, mazide milleti hezimetlere uğratan zihniyet ve davranışlardan kaçmak; onları tekerrür ve tekrar etmekten alıkoymak, ancak tarih kültürü ile olur.

     Hele devlet yöneticilerinin en gerekli vasfı tarih bilmesi olmalı ki, herhangi bir durumda yabancı bir devletin yetkilileri ile karşılıklı oturdukları vakit; tarih bilgisi sayesinde, kararlarında bir sarahat / açıklık ve güvenlik olsun. 

     Çünkü milletlerin de bir karakteri vardır.

Maziye inen bir nesil, âtiye güvenle bakar.

Ağaç kök saldığı nisbette, canlanır boy atar.

Önünde bir nûr parlar upuzun,

Tarih olduğu müddetçe, kılavuzun.

(Muhsin Bozkurt)

     İşte, tarihin ehemmiyetini “Kökü mazide olan âti olabilmek.” gibi bir temele oturtmak ve onun tayin ettiği rotada yürütebilmek, gençliği dününden haberli, geleceğinden emin kılmanın tek çaresi.