MEVLANA’YI ÇIKARTAN ORTAM Miladi 13. asırda Horasan’ın Belh şehri her türlü inançtan insanların kaynaştığı, hareketli; kısaca çok sesli bir şehirdi. Çeşitli düşüncelerin kol gezdiği bir mekandı. Başta Müslümanlar olmak üzere Hıristiyanlar, Zerdüştler, Budistler iç içe yaşıyorlardı. Tabii Yunan düşünceleri bütün bunlara renk katıyordu. İlim, San’at ve Tarikat faaliyet ve etkinlikleri birbiriyle yarışır vaziyetteydi. Her birinin kaynaştığı bir merkezdi; zamanın meşhur ve çok ünlü, tarihi Belh şehri. Madalyonun bir tarafı renkli ve canlı olup, fıkır fıkır insan kaynayan bir şehir manzarası arz ederken; öteki yanı İslam’a aykırı düşen inanç ve görüşler yüzünden, Müslümanlar manen şaşkınlık geçiriyor; kimi inançlarında tereddüte düşüyor; daha doğrusu düşürülüyor! Ehl-i Sünnet dışındaki Mutezile mezhebi fikirleri; münakaşa ediliyor, tartışılıp duruyordu. Abbasiler zamanında eski Yunan filozoflarının klasik / muhalledat / eski fakat her asırda okunuşta kalmayı bilen eserler; tamamen Arapça’ya tercüme edilip / çevrilmişti. İşte bu çeşit eser ve yapıtları mütalaa edip / okuyan bazı İslam alim ve bilginleri; İslam inançları ile gayri İslam / İslami olmayan akide ve inançları; birbirleriyle uzlaştırmaya ve bağdaştırmaya çalışıyorlardı! Tabiatıyla halka da yansıyan bu durum; halkı tedirgin ediyor, onları tereddüt ve acabalara sevk ediyor… Bazı konularda akide ve inançları temelden sarsılıyor, bambaşka fikri temellere oturtulmak isteniyordu. Bu da haliyle zihinlerde çeşitli istifham ve soruların doğmasına; itikad ve inan kalesinde gedikler açılmasına sebebiyet veriyordu. Mutezile mezhebi, Emeviler devrinde ortaya çıkan; sırf akla, ölçüsüz şekilde dayandırılan bir düşünce sistemiydi! Kul; fiil ve eyleminin yaratıcısıdır, derlerdi! Böylece “Kader”i inkâr durumuna düşerek; hak mezheplerden ayrılmışlar, dalalet / sapkın fırka ve gurupların birincisi olmuşlardı! Vasıl b. Ata; Hasan Basri Hazretlerinin talebesi / öğrencisi idi. Günah-ı Kebire / Büyük Günah işleyenin ne mü’min / inanan, ne de kâfir / inanmayan olmadığını; üstelik bu durumda tövbe etmeden ölenin ebedi / sonsuz olarak cehennemde kalacağını söylemiş; bu görüşüyle hocasından itizal etmiş yani ondan ayrılmıştı! Böylece Mutezile taifesi / mensupları: “İnsan kendi ef’al-i ihtiyariyesini / kendi isteğiyle yapmak istediğini, bizzat kendisi halkeder / yaratır!” diyorlar! Bu fiillerde, Kaza ve Kader’in tesir ve etkisini inkar ediyorlardı! Bu yüzden kendilerine “Kaderiyeciler” de denmekteydi. X Aynı zamanda Mutezile görüşünde olanlar: “Çirkin şeylerin halkı / yaratılması Allah’a ait değildir!” diyorlardı! Halbuki her şeyin biri mülk /dış, diğeri melekut / iç olmak üzere iki ciheti / iki yönü vardır. Mülk / Dış ciheti bazı şeylerde güzeldir. Kimi şeylerde de çirkin görünür. Tıpkı aynanın arka yüzü gibi. Melekut / İç tarafı ise, her şeyde güzel ve şeffaftır. Aynanın dış yüzü gibi. Öyleyse; çirkin görünen şeyin yaradılışı; çirkin değildir, güzeldir. Aynı zamanda o gibi çirkinlerin yaratılışı, güzellikleri ikmal ve tamamlamak içindir. Demek ki, çirkin şeylerin de bir çeşit güzellikleri vardır. İşte bundan dolayıdır ki, bu hususta İtizal Ehli olan Mutezile’nin: “Çirkin şeylerin halkı / yaratılması Allah’a ait değildir!” dedikleri bir safsatadan başka bir şey değildir. X Yine onlar der ki: “Medar-ı teklif / teklif ve sorumluluk sebebi olan fiil ve şeyler, kendi zatında, ahiret bakımından, ya güzelliği var, sonra o güzelliğinden dolayı emredilmiş; veya çirkinliği var ki ondan ötürü yasaklanmış. Demek şeylerde / cansız varlıkların hepsinde, ahiret ve hakikat bakış açısından olan güzellik ve çirkinlik, zatidir / kendisine aittir. İşte Allah’ın emir ve yasaklaması ona bakar!” Fakat hak mezhep olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: “Cenab-ı Hak bir şeye emreder, sonra güzel olur. Yasaklar, sonra çirkin olur.” Demek, emir ile güzellik; yasaklamakla, çirkinlik tahakkuk eder / gerçekleşir. Yani güzellik ve çirkinlik, mükellefin / Allahın emir ve yasakları karşısında sorumlu olan kişinin, onu bilmesine bakar ve ona göre kesinlik kazanır. Bu güzellik ve çirkinlik ise, görünüşte olan ve dünyaya bakan yüzde değil, belki ahirete bakan yüzdedir. Mesela, sen namaz kıldın veya abdest aldın. Oysa, namazını ve abdestini bozacak bir sebep, aslında varmış… Fakat, senin ondan hiç haberin olmadı. Senin namazın ve abdestin hem doğru ve kusursuz hem de güzeldir. Bu durum karşısında Mutezile der: “Hakikatte çirkin ve bozuktur. Lakin Senden kabul edilir. Çünkü cehlin var, bilmedin ve özrün var.” Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, dinin bilinen kurallarına uygun olarak işlediğin amel ve ibadetin için, “Acaba tam olarak yapabildim mi?” deyip, vesvese ve kuruntu etme. Fakat “Kabul oldu mu?” de ve bu şekilde yersiz gururdan kaçın. X İşte miladi 13. yüzyıl Anadolu’su da çok kültürlü bir yapıya sahip olup, etrafında cereyan eden fikri, dinsel ve felsefi akım ve dalgalanmalardan nasibini alıyor; bünyesinde yetişip yeşerecek olan Mevlana incisine sessizce sedeflik yapıyor; içten içe kozasını örüyordu. [email protected]