“Sur-İçi”nin en meşhur mesirelerinden Florya, 1957 İstimlakine kadar, öz varlığını sürdürebilmişti. Deniz banyosu ve kır mesiresi olarak adeta eşsiz sayılabilecek Florya’nın bir özelliği de; bizzat Gazi Hazretleri tarafından keşfedilerek, canı gibi sevdiği Ulus’una kazandırmış olmasıdır. 
Kara tarafı tamamen yeşillik ve küçük ormanlar, deniz tarafı ise; cıvıl, cıvıl oynaşarak, gümüş tepsi içinde sunulan nadide mücevher görünümü ile insanı büyülercesine kucaklayıp, bağrına basan bir görünümle, sizleri kendine çeken, berrak sularının hışırtısı içinde kendi başına buyruk yaşayan iç deniz Marmara.... 
Adeta gizli yaşarcasına, tüm güzelliklerini saklayabilen Florya, Gazi Hazretleri tarafından keşfedildikten sonra, nihayet kendini insanlığın hizmetine sunmaya mecbur kalmıştı: (1935). 
Bu meşhur ve sihirli Mesire’nin adı, “Florina”dan gelmektedir. Şöyle ki; Arnavutluk’taki, “Florina Kasabası” sakinlerinden meşhur “İskender Çelebi” bu mahalde nefis bir “Av-Köşkü” inşa ettirdikten sonra, bu mahalin adı “Florina”ya dönüşmüş; Daha sonra halk deyimi ile “FLORYA” olmuş. 
Bilindiği gibi; İskender Çelebi, Kanuni Sultan I.Süleyman Hân’ın, (1520-1566) Defter-Başı’sı ve Devlet işlerinde hayli tesirli bir şahsiyet olmasına rağmen; uğradığı korkunç bir siyasi iftira neticesi, idama mahkûm edilerek, hayatından olmuştur. 
Florya adının (Flûrya)dan ileri geldiğini dikkatlere çeken kaynaklar da vardır. Dolayısıyla bu açıdan da incelenmesi lâzımdır. 
Bir kaynak, Florya mesiresinden söz ederken: “Rumeli kesiminde, Marmara Denizi sahilinde, Yeşil-Köy’ün batısında yer almış; Plaj, Dinlenme Tesisleri, Villalar ve tabii güzellikleriyle meşhur bir yazlık mahal olduğu” kaydı düşmüş.
Ancak, bu kayıt günümüz için geçerli değildir. Marmara Denizi’nin kirlenmesiyle birlikte, meşhur “Marmara-Plajları” önemini yitirerek metruk hale düşmüştür. 
Keza, villalar ve lüks dinlenme tesisleri de, eski değerinden çok şey yitirmiştir... 
KALİTERYA VEYA GALATARYA
Günümüzde (Şenlik-Köy) adıyla bilinen meşhur, Galatarya’nın asıl adı (KALİTERYA) olup, halk deyimi ile “GALATARYA”ya dönüşmüştür. 
Günümüzde ise, bu mahal öylesine değişmiştir ki, bir Mesire Köy’den ziyade, şehir mahallelerini andırmaktadır. 
FLORYA TRENİNİ BEKLEYEN TEHLİKELER(!)
<KIZILDERİLİLER VE MASKELİ HAYDUTLAR...>
Benim neslimin tanıdığı “Florya ve Galatarya”, 1942-1954 yılları arası son demlerini yaşamasına rağmen, yine de varlığını muhafaza edebilmiştir. 
Henüz (9-10) yaşlarında olduğum yıllarda, Yeni-Kapu Tren Garı’ndan tren kompartımanına zar, zor erişebildiğimiz zaman, tren düdüğünü acı, acı öttürdüğünde, adeta yüreğim yerinden oynardı zira macera başlıyor demekti... Neydi bu macera? Neler olacaktı?... Çok basit: Zeytin-Burnu, Yeni-Mahalle arasındaki uzun mesafede ilk Kızılderililer, bilahare maskeli haydutlar trenimize saldıracaklar ve babalarımız, amcalarımız, onlarla kıyasıya çatışacaklardı. Her zamanki gibi bu sefer de çatışma pek zorlu geçerken, mezkûr mahalde devriye gezen bir “Rancer Süvari Bölüğü” duruma müdahale ederek bizleri koruyacaktı. 
Trenimizi ve bizleri kurtaran Rancer Süvari Bölüğü, uzaklaşırken, arkalarından el sallayarak teşekkür eden bizler, onların süratle uzaklaştıklarını izlerken: (Ah! diyordum, bir büyüsem de bu kurtarıcı Süvarilerden olsam!...) 
Gerçi, her zaman himaye eden Baba ve Amcalarımız oldukça, himaye açısından kimseye ihtiyaç kalmazdı ama; o üniforma yok mu! İşte o bizleri büyülemekteydi!... 
HAVUZLU-BAHÇE MESİRESİ
Bugün artık tarihe karışmış ve sadece görebilmiş olanların hayallerinde yaşatabilecekleri meşhur, “HAVUZLU-BAHÇE GAZİNOSU” ve çevresindeki ağaçların altında piknik yapacak ailelerin birer ağaç seçerek altına kilimlerini serip, sabahın erken saatlerinde kahvaltı hazırlamaya çalışan ailelerin hanımları, keza, “Küçük-Çekmece”ye giderek, ızgaralık et alacak olan babalarımızın yola çıktıklarında, peşlerine takılarak, bizleri faytona bindirmeleri için yalvar, yakar oluşlarımız ve kabullendikleri zaman da sevinçten havalara uçmamız vs. unutamadığım çocukluk hatıralarım arasında her daim baş köşeyi almışlardır... 
Nasıl almasın ki, o müthiş heyecanı tekrar yaşayacaktık ve “Kızılderililer ile yüzleri maskeli haydutlar, bu sefer de faytonumuza saldıracaklar(!)”, tekrar kıyasıya bir mücadele başlayacaktı... 
Hemen her daim olduğu gibi bizim velilerimiz galip gelmekte ve bizleri gururlandırmaktaydılar. 
Nefis kum ve plajlarıyla maruf, plajlarıyla nam salmış Florya’nın merkez mahali, o yıllarda “Florya-Tren Garı” idi. Daha evvel belirttiğimiz gibi, Gar’ın kara tarafı; Tren İstasyonu’na bakan ve pek nefis et ızgarası kokuları saçan “İçkili Gazinolar” mevcuttu. 
Pek nefis et ızgarası kokuları saçan diyoruz. Çünkü, içkili gazinolar olmalarına rağmen, alkollü içkiden ziyade, iştah kabartan ızgara et kokuları, bütün çevreyi sarmaktaydı... 
Mis gibi kokan; Izgara Köfte, Şiş-Köfte, Şiş-Kebabı, Pirzola, Biftek vs. kokuları Florya’daki sakinleri adeta büyülemekteydi. Zira bu etler, meşhur “Trakya Kıvırcığı” etleri idi. Yöre hayvanlarının otlandıkları haraların çimleri “Kekikli” oldukları için, kesim hayvanının etine ayrı bir lezzet katmaktaydı. 
Havuzlu-Bahçe Gazinosu meşhur havuzundan dolayı mezkûr adla anılmaktaydı ve havuzunun içinde iki ailenin piknik yapabileceği büyüklükte bir de işlemeli çardağı vardı. Bu mekanda piknik yapmak isteyen aileler; gazinodan tabak-çanak kiralar ya gazinonun veya kendilerinin birlikte getirdikleri meze ve ızgara etlerle mükemmel bir piknik yaparlardı. Mezkûr havuzun bir de iki Kuğu’su vardı ki, küçük havuzda süzülüp, dururlardı. 
MAHSUM FLÖRTLER
ANLAYIŞLA KARŞILANAN GENÇLER!...
Ağaçlar altına yerleşmiş ailelerin semtlerinden olan gençler, yanık oldukları kızları yakından görebilmek, onlarla ip atlayıp, muhtelif oyunlar oynayabilmek arzusu ile, mezkûr ailelere yakın mesafede adeta umutsuzluk içinde çimlerin üzerine otururlar, bu durumu ezelden bilen kız anaları ise, bilmemezliğe gelir onlara yiyecek verip, oyun oynamaları için müsaade ederlerdi. 
Havuzlu-Bahçe’nin havuzu içinde bir de nefis işlemeli fıskiyesi vardı ki, 2004’te ziyarete gittiğimde, mezkûr fiskiye yoklara karışmış ve sadece restore edilmiş olan bir kaç musluklu çeşmesi mevcuttu. 
Florya’nın meşhur gazinolarından birisi de “GÜL CEMÂL” gazinosu idi. (1956-1957) istimlakine kadar varlığını sürdürebilmiş olan bu gazino, “Sungurlulu” bir Ermeni olan, “Istepan TALASLIOĞLU”na aitti. Bu meşhur Gazinocu’nun yeğeni “Aslan ile ağabeyi Çopur Manuk” benim yakından tanıdığım iki değerli biraderdi. Gazinoculuk hayatları trajik bir sonla noktalanmış olduğu için, bu bahsi deşmek istemedim. Yeni bir yazımda buluşabilmek umudu ile, cümle okuyucularıma hayırlı haftalar diliyorum efendim. Saygılarımla.