Mart 2003’de, Prof.Dr.Ali Bardakoğlu, Diyânet İşleri Başkanlığı’na, Prof.Dr. Mehmed Görmez, Diyânet İşleri Başkan Yardımcılığına geldiklerinde, 28 Şubat derin devletinin ve vesâyet rejimin baskısıyla, dînî hayatımızda, Diyânet İşleri Başkanı, Mehmed Nuri Yılmaz zamanında bir kısım bid’atler ihdas edilmişti. Merkezî Sistem ezan, Merkezî Sistem va’az, Merkezî Sistem hutbe bunlardan ba’zılarıydı. Diğer taraftan, Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan ve bütün müftülüklere gönderilen bir “FORMEL HUTBE”de, bin yıldan fazla bir zamandan beridir, Şîa’nın hâkim olduğu memleket haricindeki bütün İslâm âleminde, Buhârâ, Semerkand ve diğer Türk İllerinde, aşağı kıt’a Hindistan’da, Mâverâünnehir Türk İllerinde, Afganistan’da, Yemen’de, Anadolu’da, Rumeli’de, Cum’a ve bayram Hutbe’lerinde Hulefâ-i Râşidîn, Ashab-ı Güzîn, Ehl-i Beyt-i Resûl ve tâbiîn’in zikri terkedilmiştir. Elbette bu zikir, Cum’a ve bayram hutbe’lerinin anşartı değildir. Fakat, bilerek ve isteyerek zikretmeyen hatiplerde, “Ellâ Mezhebiyye ve Şîa hastalığı alâmetidir. 

Hatipler, Cum’a ve bayram hutbe’lerinde, hitâbe’den sonra, hutbe’yi dinlemekte olan cemaatin huzû-huşû’unu bozmamak için, gizlice, Dinimiz Vatanımız, Milletimiz, Ordumuz için du’â ederlerdi. “Allahümme’nsurul İslâma Ve’L-Müslimîn, Ve Kahhiri’L-Keferate ve’l-Fecerate ve’L-Mülhıdîn, Allahümme Eyyidi’l-Kelimete’L-hakkı Ve’D-dîn,” du’â’larını okurdular. 

Bu dönemde bu Formel Hutbe ile, “Allahım! İslâma ve Müslümanlara Yardım Et!” diye başlayan du’â açıktan okutulmaya başlandı. Tabîî ki, tam bir sükût halinde huşû ve huzû içerisinde hutbeyi dinlemekte olan cemaat, Cumbur Cemaatin, “Âmiiin, Âmiiin,” diye yeri-göğü inletircesine bağırmaya başladılar. Ne Cum’a’nın ehemmiyyeti kaldı, ne de huşu, huzû... 

Bu mahzûr ve bid’atleri, zamanında, Prof.Dr.Ali Bardakoğlu’nun, ba’demâ, Prof.Dr.Mehmed Görmez’in Başkanlıkları dönemlerinde, gerek yazılarımızda ve gerekse yüz yüze görüşmelerimizde dile getirdik. Hep, “Haklısınız, en kısa zamanda halledeceğiz,” dediler. Daha önce Diyânet İşleri Başkanlığı yapmış ve hâlen hayatta olanlarla karşılaştığımızda, “Ne diyorsunuz? Bu bid’at karşısında bir tavrınız olmayacak mı,” dediğimizde, “Yâ! Öyle mi? Benim haberim olmadı,” tarzında cevap verdiler. 

Ehl-i Sünnet hassasiyeti olan herkesle görüştüm. Haklısınız, dediler. Hutbeye çıktılar, yine aynı nakarat, Hulefâ-i Râşidîn ve Ashab-ı Güzin’in isimlerini yine zikretmediler. 

Proje aslında FETÖ’nün projesiydi; Tespitlerimize göre, FETÖ, Şerîri Deccâl, devrin aciz Başbakanı, Bülend Ecevid’e, “Alevî Kardeşlerimiz, kendi inançlarına göre, Hazreti Alî Kerremellâhu Vechehû Hazretlerinin dışındaki sahabeyi sevmezler. Türkiye’de, birlik ve beraberliğin te’mini için, Alevî Kardeş’lerimizin bu hassâsiyyetlerini dikkate almamız lâzımdır. Onun için Cum’a ve bayram hutbe’lerinde, Hulefâ-i Râşidîn ve Ashab-ı Güzîn’in isimlerinin zikredilmemesi, Millî Birlik ve beraberliğimiz için isâbetli olur,” demiş, bu istikamette devrin Diyânet İşleri Başkanı, Mehmed Nuri Yılmaz’a ta’limat verilmiş, o da, Formel bir hutbe hazırlatarak bütün il ve ilçe müftülüklerine gönderilmiştir. Vak’a, tıpkı, “Bir deli bir kuyuya bir taş atmış, bin akıllı bu taşı çıkaramamış,” gibidir. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, ne Diyânetten, ne taşra teşkilatından, ve ne de Dinî mevzu’larda hassâsiyeti olanlardan bir ses geliyor. 

Ehl-i Sünnet’in esâs kâidelerinden birisi, fevkalâde hassas oldukları bir husus, fark gözetilmeden, mertebelerine göre, Hazreti Ebû Bekr es-Sıddık’ı da, Hazreti Muâviye, radiya’llâhu anh’i de, Müslüman olmadan önce, Uhud’da, Hazreti Hamza radiya’llâhu anh’u şehîd eden, Hazreti Vahşî’yi de, aynı derecede sevmektir. 

İlâhiyatçılar grubunu –bu güruhu- bir yere kadar anlayabiliyorum. Zirâ, tamamı olmasa bile, kâhir ekseriyyeti, “Ellâ Mezhebiyye” mensup oldukları için, Hulefâ-i Râşidîn ve Ashab-ı Güzîn hakkında hassâsiyyetleri bulunmuyor. Beni asıl ürküten, ehl-i Sünnetten, ehl-i Tarîkatten olduklarını her fırsatta tekrarlayanların tavırlarıdır. Mübâreklerin hepsi, “Sus-pus”!... 

Bilindiği gibi, 15 Temmuz 2016 FETÖ. Darbe-i Hükûmet, işgal ve isti’lâ hareketinden i’tibâren, Cum’a ve bayram hutbe’leri, Ankara-Diyânet İşleri Başkanlığı, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmaktadır. 03.08.2018 tarihinde hazırlanan Yurdumuzun genelinde ve gönül Coğrafya’mızdaki bütün camii’lerde okutulan hutbe, zaman zaman, bizim, yıllardır dile getirdiğimiz ba’zı hususları ihtiva etmesi bakımından câlib-i Dikkat idi. 

03.08.2018 tarihli Hutbe’den: 

“Kıymetli Müslümanlar! Va’az ve hutbeler, birer eğitim yuvası olan camii’lerin, insanlığı imana, irfana, ahlâka da’vet eden sesleridir. Camii’n ve cemaat olmanın âdabı olduğu gibi, hutbe dinlemenin de bir âdabı vardır. Hutbe okunurken huşû içinde hatibi dinlemek dinî bir gerekliliktir. Yanındakiyle konuşmak, başka şeylerle ilgilenmek, cep telefonuyla meşgûl olmak, hutbe’nin özünden uzaklaşmaya, mesajını kaçırmaya ve sevabından mahrum kalmaya sebep olur. Sevgili Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem, bir mü’min’in hutbe esnasında göstermesi gereken duyarlılığı şöyle ifade etmiştir; “Cum’a günü imam hutbe okurken konuşan arkadaşına; Sus! desen bile hatalı bir iş yapmış olursun.” (Buhârî Cum’a Babı, 36) 

“Va’az ediliyor veya Kur’ân-ı Kerîm okunuyorsa, can kulağı ile dinleyelim. Cum’a namazının geçerlilik şartlarından biri olan, hutbe’nin, namazın bir parçası olduğunu unutmayalım. İlgi, alakamızı sadece hatibe ve hutbe’ye verelim. Sözün en güzelini dinleyip ona uyanlardan olalım. Her dâim, Allah’ın huzurunda ve ibâdet halinde olduğumuzun idrâkiyle yaşayalım.” 

Demek ki, neymiş? “Cum’a namazının geçerlilik şartlarından birisi, Hutbe imiş.” Hutbe, Cum’a namazının bir cüz’ü ve geçerlilik şartı olduğu için, Cuma’nın sahîh olması, umulan sevap ve Cum’a namazının bir haftalık geçmiş sağîre-küçük günahlara-Kebîre’den içtinap şartıyla- Keffâret-i Zünûp olması için, “İmam Minbere çıktığı andan i’tibâren, ininceye kadar, kelâm, (konuşma) da yoktur, salât, (namaz) da yoktur,” düsturu ile, hutbe okunurken, cemaat, ma’zereti bulunmayanlar, tahiyye’de oturur gibi kıbleye müteveccihen otururlar, sağa-sola bakmazlar, konuşmazlar, sual sorana cevap vermezler, namaz içinde dünya kelâmı nasıl namazın fesadına sebep ise, hutbe dinlerken, dünya kelâmı da hutbenin sevabını izâle eder. Namazda olan birisi için, dışardan birisinin fatiha okuması halinde, “Vele’d-Dâllîn” demesinden sonra, insiyâkî olarak, “Âmîîîn” demesi dünya kelamıdır. Ya da birisinin, buna hutbe okuyan hatip de dâhil, du’â ve iltica ifade eden bir kelime telaffuz etmesi halinde, hutbe dinleyenin, “Âmiiin” demesi de dünya kelamıdır. Sükût, huşû bozulduğu için Cum’a’nın bütün faziletini ve Cum’a’dan beklenilen ma’nevî hâsılayı izâle eder. 

Cemaat, hutbe dinliyorken, etraftan veya hutbe okuyan hatip’ten Sevgili Peygamberimizin has ismi, “Muhammed” zikredildiğinde, insiyâkî olarak getirilen Salâvât-ı Şerife de dünya kelamı kabul edilir. 

Öyleyse, Cum’a ve bayram hutbelerini hazırlayan arkadaşlarımıza çok büyük vazife düşmektedir. 

Daha önce, def’aâtle şahid olduk; Hamdele ve salvele kısmından sonra, hitâbe başlamadan du’â ile başlanıyor. “Aziz Kardeşlerim. Cum’a’nız mübârek olsun!” Bütün cemaat, en gür nidalarıyla, “Âmiiiiiin” diye camii inletiyorlar. Peygamberimizin mübârek isimleri, has ismi, zikredilmeden de, başka isimleri ve sıfatlarıyla da ifade olunabilinir. “Fahr-u Kâinât Efendimiz,” “Resûl-ü Ekrem Efendimiz,” “Âlemler Şerefine Yaratılmış Resûlullah Efendimiz,” gibi isim ve sıfatlar kullanıldığında, cemaat Salavât-ü Şerife getirmezler. 

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğündeki hutbe hazırlayan Değer’li Kardeşlerim. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında-Medreseler kapatıldıktan sonra-Gazî’nin emirleriyle, devrin Ankara Meb’usu ve ilk Diyânet İşleri Reisi olan, Merhûm Rıfat Börekçi tarafından, örnek 52 hutbe hazırlanmıştır. İlk baskı numûneleri Diyânet İşleri Başkanlığı arşivlerinde mevcuddur. Bu hutbeleri örnek alarak Hamdele ve Salvele ile birlikte, Hulefâ-i Râşidîn’in ve Ashab-ı Güzîn’in zikredildiği, hitâbe metnin du’â ve iltica kelimelerinin telaffuz edilmediği, cemaat’in huzurunun devamı için, Sevgili Peygamberimizin Has isminin zikredilmediği, hitâbe’den sonra, “Elâ İnne Ahsene’L-Kelâmi, Kelâmüllâh’dan sonra, mutlaka, “Allah’ın katında kâbûle vâbeste din, ancak İslâm’dır,” âyet-i Kerimesinin okunduğu, cehrî du’â’ların mahfiyete çekildiği –Bırakınız hatip, istediği du’â’yı gizlice okusun! Sakın ola da son paragrafının tamamı du’â ve istiâze olan hutbeler hazırlamayınız! 

Bu asgarî şartlarda ve mükemmeliyyette, “Formel bir hutbe” hazırlayıp bütün müftülüklere gönderiniz. Bundan sonra hazırlanacak hutbeler de bu düstûr ve şartları ihtiva etmelidir...