Medeniyet denilince aklımıza bir milleti asli değerleriyle ifade eden dil, sanat, ilim, teknik, felsefe ile söz konusu milletin gelenek ve görenekleri gelir.
Tabiatiyle aynı coğrafyada yaşayan insanların ortak bakış ve düşünüşleri söz konusudur.
Milletlerin usul ve üslupları pek benzeşmediğinden milliyetini belli ediverir.
Bu husus daha çok sanat eserlerinde ve gelenek ve göreneklerde kendini belli eder. 
Sanat eserlerine dikkat edildiğinde mesela musîki de, mimari de,  net olarak kendini gösterir.
Zamanımızda maalesef bazı konularda benzeşmeler artmakla beraber temel meselelerde farklılık devam edebilmektedir. Örnek olarak mabetlerimizi gösterebiliriz.
Milletlerin yüzlerce sene içinde biriktirdikleri değerlerin kolay kolay değişemeyeceği de malumdur. Bir başka örnek olarak da dili alabiliriz. 
Farklı milletlerin kullandığı ortak kelimeler dahi telaffuz edilişleri sebebiyle farklılık göstermektedir.
Bir takım malzemeler-eşyalar vardır ki onu sahip milletten ayrı düşünemeyiz. Kimi iklim şartlarının, kimi itikadi, ahlaki sebeplerle var olmuştur. Bunlarda ayırıcı sebeplerdir.
Tabiatiyle medeniyetlerin var olabilmesi asırlarca emek ve gayretle mümkündür.
Zamanla gelişerek, olgunlaşır ve hükmünü icra eder. Bu da millet kavramını oluşturan insanların inançları, zevkleri, yaşadıkları iklimin icabettirdikleridir.
Medeniyet aynı zamanda nesilden nesile devredilen maddi manevi mirastır. Ki kolay yok edilemez. Ancak beslenmedikçe zaafa uğraması da mümkündür.
Burada inancın, güvenin, ilmin, sanatın devamlılığı ve işletilmesi zaruridir. Bunu eğitimle teşvikle ve kişilik sahipleriyle desteklemek meselenin olmazsa olmazıdır.
Nelerle övündüğümüze bir bakalım. Ve bu övündüklerimizin nasıl ve ne zaman, hangi şartlarla oluştuğunun muhasebesini yapalım, bizi nerelere götürecektir.
Muhakkak surette bilebildiğimiz tarihin bir öncesi vardır. Şu halde arzumuza anlayışımıza göre koyacağımız bir tarih ışığında ifade edeceğimiz bir başlangıç bizi hataya düşürebilir.
Bilmediklerimizin yanında bilebildiklerimizin kifayetsiz olduğunu bizi kesin bilgilere götürmediğini görürüz.
Kâğıdın, kitabın, matbaanın icadı daha dün gibidir. Elimizde ne kadar belge olabilir. Dolayısıyla bir medeniyet inşa etmenin ne kadar zaman aldığını hayal etmek bile kolay değildir.
Sahip olduğumuz medeniyeti geliştirmek daha ileri seviyelere götürmek, yükseltmek borcundayız.
Eldeki değerleri yaşatabildiğimiz müddetçe ‘biz olarak’ var oluruz… Umursamazlıklar, sloganlar, nutuklar bizi neticeye götürmeye yetmez. 
Ağaç dikme iyidir, sevaptır güzeldir demek yerine, ağacı dikersek meyvesini biz yiyemezsek de bizden sonrakiler yer ki o zaman iyi olur, sevap olur.
Medeniyet dediğimiz fiiliyatla meydana gelmiştir ve fiiliyatla devam edecektir.
Günümüzde çeşitli kazılarda meydana çıkan eski eserler bize pek çok işaretler vermekte ve pek çok şey söylemektedir.
Dünya var oldukça devam edecek olan mücadeleler dikkate alınmalı ve gereken yapılmalıdır. İcatlar keşifler ilmin, sanatın, fikrin gayretin dahası var olmanın semeresidir.
Doğru tahlil edildiği takdirde nerede durduğumuz, nereden çıkmamız icabettiğini keşfedebiliriz. Bir başka manada bir durum muhakemesi yapmadan olmaz. 
Samimi bir durum muhakemesi nereden başlamamız ve ne yapmamız lazım geldiğini bize hatırlatacaktır.
Medeniyet dediğimiz zaten bu değil midir? Egomuzu bir yana bırakıp ilmin, inancın icabını yerine getirmek değil midir?