Zaferler dendiği zaman Türk Tarihi’nde hep Ağustos ayı akla gelir. Bütün kış ve bahar aylarında yapılan sıkı bir hazırlıktan sonra ordu bizzat padişahın komutasında sefere çıkar, düşmanla Ağustos ayında karşılaşır ve birkaç saat içinde kazanılan parlak bir zaferle başkente dönülürdü. Yani; “her sefer, bir zafer getirir” parolası hâkimdi. İşte bu zaferlerden iki örneği; 
Birincisi; 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi. Türkler’e Anadolu kapılarının  açıldığı ve Alparslan’ın askerlerinin Bizanslıları yenerek kazandığı savaş. İkincisi; yine şan ve şerefle onurla ve gururla her yıl coşkusunu yaşadığımız 26 Ağustos 1922’de Mustafa Kemal önderliğinde başlayan Büyük Taarruz 30 Ağustos 1922 de kahramanca mücadele ile zaferle sonuçlandı. 
Engin denizlerin ortasından kopup gelen fırtınalar dalgalar gibi İç Asya Türk denizinden kaynayıp gelen büyük Türk göç dalgaları, Anadolu yaylalarını vurmuştur. Onlar büyük kafileler halinde Anadolu’ya ayak bastıktan sonra; taşıyla, toprağıyla, ovaları ve yaylaları ile bu toprakları kazanmak, kendilerinden sonra gelecek Türk nesillere buraları ikinci ve ebedi bir yurt, bir cennet vatan olarak armağan etmek istemişlerdir. Doğu’da beliren Türk tehlikesinin Anadolu ve köhnemiş Bizans, hatta daha geniş bir ifade ile Batı Hıristiyan dünyası için ne kadar ciddi bir tehlike oluşturduğunu anlayan Bizans İmparatoru Romen Diyojen; çok büyük bir ordu ile hareket ederek Doğu Anadolu’ya gelmiştir. 
Amacı; imparatorluğun kaybedilmiş topraklarını geri almak, Türk tehlikesini bertaraf etmek ve İslam Dünyası’na iyi bir ders vermekti. Doğu sınırlarının emniyeti de bu şekilde sağlanmış olacaktı. Malazgirt Zaferi; şüphesiz Anadolu’nun kapılarını Türkler’e açmakla kalmamış, aynı zamanda dünya siyasi tarihinin mecrasını da Türkler’in lehine olarak değiştirmiştir. 
Sultan Alparslan’ın; ‘‘ben bu kılıçla elim takatten düşünceye kadar çarpışacağım dinini, vatanını, sultanını seven ardımca gelsin’’ deyip büyük bir inanmışlık ve cesaretle ordusuyla Bizanslıları bozguna uğratmış olması bizlerin Anadolu topraklarına hâkim olmasının önünü açmıştır. 
26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt’te büyük bir zafer kazanılmıştır. Bu zafer öyle bir şahlanıştır ki; Selçuklu Sultanı Alparslan’ın komutasındaki 50 bin kişilik iman erleri Türk Ordusu’nun, 200 bin kişilik Bizans Ordusu’nu yerle bir ettiği “Malazgirt Şahlanışı’dır.” Selçuklu Sultanı Alpaslan komutasındaki 50 bin kişilik Türk Ordusu, Romen Diyojen komutasındaki 200 bin kişilik Bizans Ordusu’nu 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt’te hezimete uğratmıştır. Sultan Alparslan bu zaferle Anadolu’nun tapusunu Müslüman Türk Milleti’ne hediye etmiştir. Malazgirt zaferiyle Anadolu sonsuza kadar Müslüman Türk yurdu olmuştur. Buradan yürüyüşe geçen Türk akıncıları önce İstanbul’da konaklamışlar ve sonra Avrupa ortalarına kadar ilerleyerek, Hıristiyan toprakları üstünde çok güçlü bir dünya hâkimiyeti kurmuşlardır. Daha sonra da Türkler muhteşem bir medeniyetin Türk-İslam Medeniyeti’nin de temsilcileri olmuşlardır.
Şanlı tarihimize baktığımızda görürüz ki; üzerinde yaşadığımız toprakların vatan olması kolay olmamıştır. Zaten vatan bir kuru toprak parçası değildir ki. Vatan; uğruna can verilen topraktır. Şairin ifade ettiği gibi; 
“Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, 
Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Malazgirt Zaferi’yle birlikte Anadolu’da yeni bir anlayış hâkim olmuş, asırlar boyunca devam edecek olan barış, kardeşlik ve hoşgörü medeniyetinin temelleri atılmıştır. 1071’de Anadolu topraklarına ekilen barış ve hoşgörü tohumları yeşererek bütün coğrafyayı kaplamış ve bu coğrafyada yaşayan bütün halklara barış, sevgi ve hoşgörü temelinde ortak yaşama kültürünü yerleştirmiştir. O gün ortaya konan ruh, o gün yeşeren yüksek idealler, asırlar boyunca her zorlukta, her mücadelede olduğu gibi; Mustafa Kemal önderliğindeki, İstiklal Savaşı’mızda da bize ilham vermiş, bu toprakların vatanımız olarak payidar kalmasını sağlamıştır. 
Kısacası; 26 Ağustos Malazgirt Zaferi vesilesiyle, sizlere açık seçik şunu söyleyebilirim ki; Malazgirt ruhu Türk Milleti’nde yüzyıllardır asla ve asla eksilmemiştir. Milletimizin “Malazgirt Şahlanışı” ruhundaki var olan; vatan, demokrasi ve bağımsızlık aşkının en son örneğini, 15 Temmuz’da “hain FETÖ darbecileri” karşısında verilen muhteşem savunmada gördük. “15 Temmuz Şehit ve Gazileri” de tıpkı Malazgirt, Hittin, Miryekefalon, Niğbolu ve  Dandanakan’daki kahramanlar gibi savaşıp kanları ve canları ile bu vatanın tapusuna imzalarını tekrar atmış oldular. Malazgirt Zaferi’nden; bu güne kadar, bu cennet vatan için kanını ve canını feda eden tüm şehitlerimize Allah’tan rahmetler diliyorum.