Doktora Öğrencisi MAİRAMKAN İSÂBAEVA Hanımefendi ile Şemsü’l-eimme İMAM SERAHSİ hakkında konuştuk.  

Oğuz Çetinoğlu: Sizinle, Meryem Hanım, doğduğunuz ve Türkiye’ye geldiğiniz târihe kadar yaşadığınız Özgen şehrinde toprağa verilen büyük Türk-İslam âlimi Serahsî’yi konuşalım. Genel bir giriş için neler söylemek istersiniz?

Mairamkan İsabaeva: İslam dini Arap yarımadasında ortaya çıkmış ise de, dinin gelişiminde Mâverâü'n-Nehr’li âlimlerin orta asırlardaki hizmetleri takdire şayandır. Orta Asya’nın ilk Müslüman Türk devletini kuran Karahanlılar dönemi eserlerinden Dîvân-ı Lügâti't-Türk, Kutadgu-Bilik ve Atabetü'l- Hakâyık'tan halkımızın çoğu haberdardır. Aynı devrin büyük din bilgini ve fakîhi Serahsî’nin, ilim âleminde herkesçe pek büyük eser olarak kabul edilen Kitâbu'l-Mebsût'u ise onlar kadar tanınmamakta ve yeterince bilinmemektedir. 

Hanefî mezhep birikimi içinde Serahsî’nin ve eserlerinin seçkin bir yeri vardır. Şüphesiz ‘Hanefî fıkhı’ denildiğinde Serahsî ve O’nun eseri el-Mebsût akla en başta gelen isimler arasında yer alır. Serahsî, Hanefilerin hem usûl, hem de furu’unun bize intikal ettirilmesinde önemli bir role sâhiptir. Ayrıca -en azından bize ulaşan bilgi ve belgeler çerçevesinde bakıldığında- Mâverâü'n-Nehr Hanefîliğinin hiç tartışmasız en önemli temsilcisidir. 

Çetinoğlu: Şahsı hakkında günümüze intikal eden bilgiler nelerdir?

İsabaeva: Serahsî’nin tam ismi kendi eserlerinin mukaddimelerinde belirttiği gibi Ebu Bekr Muhammed İbn Ebi Sehl es-Serahsî’dir. Serahsî 1009 senesinde, günümüzde Türkmenistan sınırları içerisinde bulunan  Serahs kasabasında dünyaya gelmiştir. Serahsî künyesi doğduğu yere nispet edilmiştir. Küçük yaşta ilimle meşgul olmaya başlayan Serahsî Buhâra’da ders veren büyük hukukçu Şemsü’l-eimme Halvânî başta olmak üzere es-Suğdi ve Ebu Hafs Ömer b. Mansur el- Bezzâz gibi âlimlerden ilim tahsil eder. Parlak zekâsı ile kısa zamanda şöhret bulan büyük hukukçu, hocası Halvânî’nin ilim okuturken kullandığı post ile mükâfatlandırıldıktan sonra ‘İmamlar Güneşi’ mânâsına gelen ‘Şemsü’l-eimme’ lakabını da hocasından devralır. Serahsî, felsefe ve mantıkta zamanının en dâhi şahsiyeti durumuna gelmiş, kaleme aldığı eşsiz eserler ve yaptığı ilmî münazaralarla namı bütün İslâm âlemine yayılmıştır. 

Çetinoğlu: Sözünü ettiğiniz Mebsût isimli eserini, kuyu hapsinde iken yazdığı biliniyor. Hapis cezâsının sebebi nedir? 

İsabaeva: İmam Serahsi’nin Karahanlı Hakanı tarafından Karahanlı devletinin o günkü başşehri olan Özkent (Özgen)’de zindan kuyusunda hapsedilmesine sebep olan davranışıyla ilgili genellikle iki görüş meşhurdur. Birincisi, hemen her gün, es-Serahsî'nin şikâyetçi olduğu yeni vergiler konulmakta idi. Ve o, bu haksız vergilerin ödenmesine bizzat karşı çıktığı gibi, kabul etmeyen diğer insanların hareketlerini de doğru bularak methetmekte ve bu karşı çıkışın o kimseler için daha hayırlı olduğunu belirtmekte idi. Ayrıca, bu vergilerin ödenmemesi hususunda halkı harekete getiren bir de fetva verdi. Bunun üzerine, düşmanlarının kışkırtmaları sonucu, Hakan Emir Hasan tarafından ‘halk hareketinin sevk edicisi olarak’ 466/1073 yılında Özkent’te (Özgen) şehrin kalesinin kuyularından birine hapsedilir.

İkincisi ise, şehrin Emir’i çocuk sâhibi câriyelerini hür kimselerden olan hizmetindeki erkeklerle evlendirir. Emir, ulemadan bu konu hakkında fikrini sorar. Hepsi onaylayıp iyi yaptığını söylerler. Fakat Serahsî bir hatâ işlediğini belirtir. Çünkü erkekler daha önce hür kadınlarla evlenmişlerdi. İşte bundan dolayı bu hür kadınların yanına bu câriyeler kuma gelmiş olur der. Emir ise câriyeleri boşarım der. Bundan sonra tekrar nikâhlarını yeniler ve âlimlerden fikrini sorar. Hepsi yine iyi yaptın derler. Yine Serahsî hatâ yaptığını belirtir. Ümmüveled boşandıktan sonra şeriat belirlediği süre içinde iddet beklemesi gerektiğini belirtir. İddeti bitmeyenlerin nikâhı söz konusu olamadığından, bu da doğru değildir der. 

Çetinoğlu: Eserini nasıl yazmış?

İsabaeva: İmam Serahsî kuyuya hapsedildi. Fakat öğrencileri O’nu bırakmadılar. Hapsedildiği kuyunun başında toplandılar. Böylece dersler devam etti. Herkesçe beğenilen otuz ciltlik el-Mebsut, işte bu kuyudan, öğrencilerine yazdırmasıyla, on dört yılda meydana gelmiştir. İnsanı hayrete düşüren kuvvetli bir hâfızaya mâlik bulunan İmam Serahsî, hapisliği esnasında kütüphanesini kullanmaktan men’ edilmiş; ‘gücünün yettiği ve yokluğun verdiği imkân nispetinde’ eserlerini birbiri ardınca bu kuyu-hapiste imlâ etmiştir. el-Mebsût'un meydana gelişi şu seyri izlemiştir. Hanefi mezhebinin kurucusu İmam Azam Ebû Hanîfe Numan b. Sâbit'in (m. 699-767), ders halkalarındaki açıklamaları, verdiği fetvalar ve yaptığı ictihatlar seçkin öğrencisi İmam Muhammed eş-Şeybânî (m. 749-804) tarafından yazıya geçiriliyordu. Daha sonra bu notlar yine İmam Muhammed tarafından Kitâbü'l-Mebsût (Kitâbü'l-Asl), el-Câmiu’s-sağir, el-Câmiu’l-kebir, es-Siyeru’s-sağir, es-Siyeru’l-kebir, ez-Ziyadât, Ziyadâtü’z-ziyadât adlarıyla kitap hâline getirildi. Tevatür derecesinde nakledilen bu kitaplar zahiru’r-rivâye diye bilinmektedir. O’nun bu eserlerinin çok geniş ve hacimli oluşu daha az okunmasına yol açmış, bunun üzerine Hâkim eş-Şehîd el-Mervezî (m. 945), bunları özetleyerek el-Kafi'yi (el-Muhtasar) kaleme almıştır. İmam Serahsî, bu eserin de çok kısa oluşu sebebiyle anlaşılamadığından okunmadığını fark ederek el-Mebsût'u yazdırmıştır.

Çetinoğlu Mebsût’tan başka eserleri de bulunuyor… 

İsabaeva: Evet! Kuyunun üst tarafında bulunan talebelerine el-Mebsût’tan başka Usûlü'1-Fıkh, Şerhu's-Siyeri’l-Kebîr, Ziyâdâtü’z-Ziyâdât, Şerh-u Camii’s-Sağir, Şerhu’l-Camii’l-Kebir’i imla ettirdi. Serahsî gündüzleri oruç tutmuş, geceleri uzun nafile namazlar kılmış, soğuk-sıcak demeden bir çok güçlüklere göğüs gererek ilmî faaliyetine devam etmiştir.

Çetinoğlu: Türklüğü hakkında neler söylemek istersiniz?

İsabaeva:Türk bölgesi Horasan’da doğmuş, Maveraünnehir’de yetişmiş büyük bir Türk-İslam âlimi ve hukukçusu olan Serahsî’nin, Buhâra’da tahsil görmesi, orada ders vermesi, eserlerini Özkent (Özgen) hapishanesinde yazmış olması, hayatının hicri 480’den sonraki son ve serbest yıllarını bir Türk bölgesi olan Fergana (Merginan)’da geçirmesi, eserlerinde özellikle Türklerden ve onların ergenliğe eriş çağlarından bahsetmesi O’nun Karahanlı âlimlerden olduğunu, Türk soyuna mensup olduğunu göstermektedir. 

Çetinoğlu: İlim sâhası İslam Hukuku ile mi sınırlı? 

İsabaeva: İmâm Serahsî yalnızca bir fakîh değil, mütekellim, münazaracı idi ve son derece müttakî, âbid bir zâttı. Zâten, fakîh ve âlim bir kişi, takva yönüyle de Allah-ü Teâlâ’ya yakın ve O’na itaatkâr bir insan olmadıkça âlim kabul edilemez. 

Çetinoğlu: Şahsiyeti, karakter yapısı hakkında neler söylemek istersiniz? 

İsabaeva: Onuncu yüzyılda yaşayan bu şahsiyet her şeye rağmen doğru bildiğini Hakan’a dahi söylemekten çekinmediği için neredeyse 15 yılını Özgen zindanında geçirmiştir. Bu zindan hayatı sonraki nesiller için paha biçilmez eserlerin ortaya çıkması için fırsat olmuştu. 

İmam Serahsî nasihat ve hakkı tavsiyede bulunan, kimseden çekinmeyen bir zât olduğu gibi, Mâverâü'n-Nehr'deki büyük âlimlerimizdendir. Hayatının ancak son üç yılını hürriyet ve rahatlık içinde geçirebilmiştir. Fakat hapiste geçen bu onbeş yıl zarfında kıymetli eserlerini ne gibi şartlar altında meydana getirdiği, insanı çok hayrete düşüren bir durumdur. es-Serahsî'nin, Allah-ü Teâlâ'nın hükümlerinin çiğnenmemesi, hakkın gizlenmemesi ve bâtıl ile karıştırılmaması hususunda, iyiliği tavsiye edip, kötülükten uzaklaştırmada gösterdiği gayret, bunun için çektiği cefa ve katlanmaktan kaçınmadığı eziyetler; günümüz modern nev-zuhur müçtehidlerinin ve kendilerine âlim süsü verip, bazı kimselerin gönlünü hoş etmek, efendilerine yaranabilmek için uydurma fetvalar, gayr-ı İslâmî içtihâdlar ortaya atanların asla unutmamaları ve mutlaka ders almaları, es-Serahsî'yi örnek edinip Allah'ın âyetlerini az bir bahâ karşılığında satmamaları hususunda gayet müessir bir vak'adır. 

Ayrıca Serahsi’nin; hocasından ders aldığı bir kış gününde, bağırsaklarının bozulması sebebiyle, abdest yenilemek için evine veya odasına giderse dersi kaçıracağı düşüncesiyle, dershanenin önünden geçen buz tutmuş nehirden, buzu kırarak birçok defa (kırk kere) abdest aldığı, böylesine bir ilim âşığı olduğu bilinmektedir. 

Çetinoğlu: Yalnız Türk dünyasında mı biliniyor? İslam âlemindeki yerinden söz eder misiniz? 

İsabaeva: Günümüzde sâdece Türk Dünyasında değil, bütün İslam âleminde Serahsî’nin eserleri üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmaktadır. Mebsût aynı zamanda onuncu yüzyılda yaşayan insanlar hayatından bize örnekler veren tarihî kaynakça mahiyetindedir.  

Serahsî, çileli ve bereketli bir ömür sürdükten sonra 483/1090 yılında vefat etmiştir. Türbesi Kırgızistan Cumhuriyeti Oş iline bağlı Özgen şehrinde bulunmaktadır. 

Çetinoğlu: Sovyetler Birliği döneminde, hatta Özer Ravanoğlu’nun söylediğine göre 3-5 sene öncesine kadar Serahsî’nin mezarı, kabrinin yeri bilinmiyordu… 

İsabaeva: Devirler her zaman için iç açıcı özellik taşımamıştır. Bunun en canlı örneğini Türkistan’ın SSCB döneminde görmek mümkün. Var olan değerlerimizin tahrif edilmesi için olanca gücüyle çalışılmıştır. Geçmiş tarihimiz, geçmişteki büyük şahsiyetlerle beraber yakılıp, yıkılmıştır. Kimi zaman başarılı olmuşlarsa da kimi zaman başarılı olamamışlardır. Nitekim İmam Serahsî de öyle tarih sahnelerinden silinmeye yüz tutmuş şahsiyetlerden sadece biri idi. Bağımsızlık sonrası kazanılan millî değerler başında en parlak geçmişimiz gelmektedir. Bize düşen görev de geçmişimizi, büyük şahsiyetleri eserleriyle beraber sonraki nesillere aktarmaktır.

1991 yılında bağımsızlık sonrası her alanda olduğu gibi, Kırgızistan'da da dînî alanda SSCB döneminde üstü ört-bas edilen çok değerli kaynakların ortaya çıkmasına yollar açıldı. Öyle Mebsût’un değeri anlaşıldı, sonra da araştırmalar neticesinde mezarı bulundu. 2009 yılında inşasına başlanan türbesi, 2012 yılında tamamlandı.  

Çetinoğlu: İlmî eserlerinin özelliklerinden bahseder misiniz?

İsabaeva: İnsanoğlunu imtihan etmek üzere yaratan ve yeryüzünde kendisine halife kılan Yüce Allah, ilk insandan itibâren aynı zamanda vahiy aracılığıyla insanlığa doğru yolu göstermiştir. Din, yalnızca bir inanç meselesi olmayıp insanın Yaratıcısı ile olan ilişkilerini düzenlediği gibi insanlar arası ilişkileri de düzenlemektedir. 

Serahsî, eserlerinde yer verdiği diğer bütün görüşler ve mezhepler hakkında tarafsız şekilde ve objektif bir bakış açışıyla tahlil yapar. Derin ilmî anlayışıyla meydana getirdiği eserlerinde, açıklamalarına kuvvet vermek üzere, Kur’an-ı Kerim âyetleri ve Peygamber (s.av.)’in hadisleri yanında târihî olaylardan da yararlanmıştır. Meseleleri ele alışı ise felsefî mâhiyette olup Hanefi mezhebinde konuları tahlil ederek ele alan belki de ilk hukukçu Serahsî’dir. O, siyasî kararların arka planlarına nüfüz eden anlayış kudretine ve ikna yeteneğine sâhiptir. Serahsî, Hanefî mezhebinden usûl-i fıkıh âlimi, kelam âlimi ve müctehîddir.

Çetinoğlu: Serahsî’nin eserleri, o devrin ilim anlayışı gereğince şerhtir. Fakat şerh etiği asıl eserlerin önünde bir konuma sâhiptir. Bir ilahiyat doktora öğrencisi olarak bunu nasıl yorumluyorsunuz? 

İsabaeva: Mezheplerin teşekkülü ile beraber, fıkhî hükmün elde edileceği kaynak kavramına mezhep birikimi de eklenmiştir. İlahî vahye dayanan İslam'ın iki temel kaynağı Kur’ân ve sünnettir. Bu iki temel kaynağı anlama, yorumlama ve hayata uygulama çerçevesinde bir takım ilmî faaliyetler ortaya çıkmıştır. Bunların belli başlıları ise fıkıh ve fıkıh usulüdür. Zamanla gelişen fıkıh, kendi dalında müçtehit âlimleri yetiştirmiştir. Âlimler tarafından yazılan kitapların, halk tarafından kolayca anlaşılabilmesi için sonra gelen âlimler tarafından âlimlerin kitaplarına açıklamalar yazılması mecburiyeti hâsıl olmuştur ve bu eserler, asıllarından daha fazla okunmuştur. 

Çetinoğlu: İmam Serahsî’nin ilmi hakkında neler söylemek istersiniz?

İsabaeva: İmam Serahsî siyâsî sebeplerle hapsedilmişti O halde kendisi, târihî hâdiselerin arka plânında mevcud siyâsî maksatlar hakkında kanaatlerini söyleyince buna şaşmamak gerekir. Meselâ Rasûlullah'm Mekke müşrikleri ile H.6/M. 627 yılında yapmış olduğu -zahiren Müslümanların çok aleyhinde görünen Hudeybiye Anlaşması’nı hiçbir târihçi veya Peygamberin hayatını yazan hiçbir müellif, -Hazret-i Ömer gibi önde gelen bir sahâbînin muhalefetine rağmen- Peygamberimizin bu tarz hareketinin ikna edici bir îzahını verememiştir. İmam Serahsî Şerhu's-Siyeri'l-Kebîr isimli eserinde bunu şöyle îzah eder: ‘Peygamber (sav) bu şartı Müslümanlarm menfaatına uygun olduğu için kabul etti. Filhakika Peygamber, bu iki halktan (Mekke ve Hayber ahâlisi) her biri üzerine yürüdüğü takdirde ötekisinin, Mekke ile Hayber arasındaki yolun ortasında bulunan Medine’yi istilâ etmesi hususunda Mekkeliler ile Hayber Yahudileri arasında gizli bir anlaşma vardı. Peygamber buna vâkıftı ve anlaşmayı da bunun için yaptı.’ Günümüzdeki İslam târihçileri de bu görüşü kabul ederek, Anlaşmanın görünürde Müslümanların aleyhine olmakla birlikte, sonradan Müslümanların lehine büyük neticeler sağladığını belirtmektedirler. 

İmam Serahsî’nin hukuk eserleri bir halkın hayatını aksettirir. O’nun devrinin iktisadî, içtimâî meseleleri hakkındaki atıfları pek çoktur ve bunlar muntazam bir şekilde devşirilip incelenmeye değer.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim Meryem Hanım. Doktora çalışmalarınızda başarılar dilerim. 

Kaynaklar: 

1 Mâverâü’n-Nehr: Türkistan’da Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasında kalan topraklar.

2 Serahs: 900’lü yıllarda Horasan bölgesinin önemli bir şehri idi. Horasan bölgesinin bir bölümü günümüzde İran, Serahs şehri ise eski önemini kaybetmiş bir yerleşim bölgesi olarak Türkmenistan sınırları içerisindedir.  Serahs şehrinin bulunduğu Horasan bölgesi, Hz. Ömer döneminde H 16, M 637 senesinde İslâm ordusu tarafından fethedilerek İslâm diyârı hâline geldi.

3 ümmüveled: Efendisinden çocuk doğuran câriye.

4 iddet: Herhangi bir sebeple evliliğin sona ermesi hâlinde, yeniden evlenmeden önce kadının hâmile olup olmadığının anlaşılarak, hâmile ise doğacak çocuğun babasını tespit edilebilmesi için beklenmesi gereken süre.

5Horasan: Güneybatı Türkistan’da bulunan târîhî ve coğrafi bölge. Günümüzde bir bölümü İran, bir bölümü Afganistan ve üçüncü bölümü de Türkmenistan sınırları içerisindedir. Târihî Merv, Herat, Nişâpûr, Tûs şehirleri ile Dandanakan Ovası bu coğrafyadadır. 

6 mütekellim: Kelamla meşgul olan kimse, kelamcı.

7 müttakî: Takvâ sâhibi. Cenab-ı Allah’ın emir ve yasaklarına hassasiyetle riâyet eden kimse. 

8 âbid: Dîni vecibelerini hassasiyetle yerine getiren kimse

9 takvâ: Dînî emir ve yasaklara riâyet etme mevzuunda dikkatli davranılması. 

1 vahiy: Cenab-ı Allah’ın peygamberine iletmek istediği mesajlarını, doğrudan doğruya veya Cebrail vâsıtasıyla bildirmesi. 

1 kelam: Lûgatteki karşılığı ‘söz’dür. Cenab-ı Allah’ın varlığı, birliği, peygamberlik ve âhiret gibi îman esaslarından bahseden, bu esasları aklî ve naklî delillerle İslam inançlarına uygun olarak ispat etmeyi maksat edinen ilim, ilm-i kelâm. Aynı zamanda Allah’ın bir sıfatı ve Kur’ân’da sesle ifâde edilen sözlerdir.

1 müşrik: Lûgat mânâsı, bir şeyde ortak olmak demektir. İslâmî kavram olarak Cenab-ı Allah’a; ilah, rab, mâbût oluşunda, sıfat ve fiilleinde eşi ve ortağı bulunduğunu iddia eden kişiyi ifâde eder.

12Hudeybiye Anlaşması: Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (sav) Efendimiz ile Mekkeli müşrikler arasında Mekke’nin fethinden iki yıl önce, hicretin 6. yılında, Milâdî takvime göre 628 yılında yapılan antlaşma. Olay şöyle cereyan etti: Hz. Peygamber ashâbıyla birlikte Mekke’ye hareket etmişti. Yolda, Hudeybiye kuyusu yakınında konakladı. Bunu haber alan Mekkeli müşrikler 200 kişilik bir süvari birliği hazırladı. Hz. Peygamber ise, savaş amacıyla yola çıkmadığını, sadece umre yapmak için geldiklerini elçisi aracılığıyla Kureyşlilere bildirdiyse de onlar bu isteği kabul etmediler. Bu defa Hz. Peygamber elçi olarak Hz. Osman’ı gönderdi. Müşrikler, Hz. Osman’ı da dinlemedikleri gibi onu göz hapsine aldılar. Bu durumun Hz. Peygambere, Hz. Osman’ın öldürüldüğü şeklinde ulaştı. Bunun üzerine Peygamberimiz, müşriklerle savaşmadan oradan ayrılmayacaklarına dair, ashâbından biat aldı. Bu biat, Mekkeliler üzerinde büyük tesir uyandırdı. Müşrikler Hz. Osman’ı serbest bıraktıkları gibi, Hz. Peygamber’e elçi göndererek antlaşma yapmak istediler. Hudeybiye Antlaşması, bu istek üzerine imzalandı. 

MERYEM ISABAEVA:

     1983 yılında Kırgızistan’ın Özgen şehrinde doğdu. İlköğretime 1989’da doğduğu şehirde başladı. 2000’de mezun oldu. Yüksek tahsiline Oş Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin imtihanını kazanarak başladı. Anlaşma gereği 2000-2002 yılları arasında T.C. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğrenim gördü. Buradan mezun olduğu yıl Özgen şehrindeki Kurmancan DATKA okulunda Ahlak ve Hukuk dersi öğretmeni olarak işe başladı.

     Milletlerarası Kazak-Türk Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi Kırgızistan Mütevelli Heyet Başkanlığı’nca düzenlenen Kırgızistan Oş ve Celelabat illerindeki okullarda Türkiye Türkçesi Dersi öğretmenliği imtihanını kazanıp, Özgen ilçesine bağlı Calil Şerkulov ortaokulu ve Karahaniy özel lisesinde göreve devam etti. 2007 yılında Özgen Arkeoloji Mimarî Müze Kompleksinde Başkan yardımcısı olarak çalıştı. 2008-2010 yılları arasında Türk Dünyası Kırgız-Türk Sosyal Bilimler Enstitüsünde görev yaptı. 

     Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri - İslam Hukuku bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Hâlen Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde doktora öğrencisidir.