65 yıldır süregelen hayatında inanılmaz önemli başarılara imzasını atan Mehmet Turan Akköprülü beni kırmayıp bu başarılarını bizimle paylaştı. Türk medya tarihinde çok önemli bir yeri olan Akköprülü, Başbakanlık basın yayında araştırma uzmanlığı yaptı. Daha sonra trt televizyonunda program planlama müdürü, sonra daire başkan yardımcısı, ve uzun yıllar trt televizyonu daire başkanlığı görevini üstlendi. Daha sonra 1990 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın isteği üzerine Türkiye’de, ilk özel televizyonun kurulumunda genel müdürlük görevine getirildi. Daha sonra, sahibi Ahmet Özal olan kanal 6 televizyonunu tek başına kurdu. Ben en az bir bilim adamı kadar bilirim diyen Akköprülü, bu hafta sayfama konuk oldu. Kendisine bana zaman ayırdığı için teşekkür ediyorum.

Mehmet bey, sizi daha yakın tanımak istesek, bize kısaca kendinizden bahseder misiniz? 

Ben 1949 Van doğumluyum. ilkokul, ortaokul ve liseyi Van’da okudum. Daha sonra üniversiteyi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Psikoloji Enstitüsünde psikolojinin ötesinde sosyal bilimler okudum. Okul bittikten sonra Sosyoloji ve Psikolojinin yeterli olmadığını görünce, basın yayının yakın tarihi inceleme, antropoloji, edebiyat gibi bölümü vardı. Onların Türkiye yıllığını kültür bölümünü ben hazırladım. Tarihle mecburen çalıştım. Metot üzerine 3- 4 yıl özel çalışmalarım oldu. Benim bir bilim adamı kadar bilgim vardır. Karşılaştığım problemleri metodik olarak çözerim. Aynı zamanda araştırmacı yanım vardır. Hayatta tesadüflere inanan biriyim hep tesadüflerle iş yapmışımdır. Önüne çıkan imkanlar ve imkansızlıklara göre hayat insanları şekillendirir. Ben üniversitede yıllarımda serbest muhabir olmak isterdim. İşte, elimde fotoğraf makinesi Anadolu’yu dolaşarak, tabi gözlemler yaparak ilginç konular yakalıyayım, derleyip toparlayayım ve onları kitap haline getireyim isterdim. Ama öyle serbest muhabirlik diye bir şey yokmuş. Benim aklımda televizyoncu olmak gibi bir düşünce hiç olmamıştı. 1971 yılında, trt de çalışmam için bir teklif almıştım ama ben kabul etmedim. Çünkü o zamanlar başbakanlık basın yayında araştırma uzmanıydım ve doktora çalışması yapmak üzere Londra’ya gidecektim. Sonra bir takım siyasi işlerden dolayı durduruldu ve gidemedim. 1975 yılı sonlarında bir boşluktayken trt den tekrar bir teklif geldi. Bu kez teklifi kabul ederek televizyonculuk hayatıma program planlama müdürü olarak başladım. Sonra başkan yardımcılığı yaptım. Daha sonra trt televizyon dairesi başkanı oldum ve uzun yıllar, 1989 yılına kadar bu görevi yaptım. 1989 da bıraktım ve 1 yıl danışmanlık yaptım. Bu arada Almanya’da pay tv kurma çalışmaları yapıyordum. 1990 yılında rahmetli Turgut Özal’ın isteği üzerine Star tv ye geldim. Beraber bu televizyonun kuruluş aşamasını yürütürken ben televizyonun başında genel müdürdüm. O zaman ben zaten trt de yapmam gereken her şeyi yapmıştım ve burası bana cazip gelmişti. Özel televizyona geçişim bir arayışın sonucuydu. Ben kanalın başına geldiğimde haftalık yayın saati 35 ti birinci yılın sonunda 24 saat yayın yapmaya başladık. Birinci yılın sonunda ikinci bir televizyonu kurduk ve yerli üretim %30’lar dan %70’e yükseldi. Şimdi bu çok anlaşılır bir şey değil ama o zaman çok zor olan ve çok ciddiye alınacak bir şeydi. Sonra Cem Uzan ve Ahmet Özal’ın ortaklıktan ayrılması üzerine Ahmet Özal kanal 6 televizyonunu kurma kararı aldı. İşte o televizyonu ben tek başıma kurdum.

Cem Uzan ile Ahmet Özal hangi konuda anlaşmazlığa düştüler, aralarında ne oldu ki kısa bir zamanda ortaklıktan ayrılma kararı aldılar?

Bence orada tek taraflı bir sorun yok. Cem şahsi iradesinin dışında biraz babasına tabiydi. Babasının rolünün olduğunu düşünüyorum. Ama Ahmet’te işine sahip değildi. Gelip gidiyordu ama konularla detaylı ilgilenmiyordu. Her şeyi Cem’e bırakmıştı. Bir müesseseyi boş bırakırsan birileri doldurur. Bunun cevabı bu kadar basit.
Şimdi günümüzde yüzlerce televizyon kanalı var. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz. Sizce bu doğrumu yoksa başka bir realitemi geliştirilmeli?
Televizyon yayınının çok ve çeşitli olması bence kötü değil, özellikle ihtisas kanallarının, haber kanallarının, belgesel kanallarının, müzik kanallarının olması seyirciye tercih hakkı sunar  ama buradaki problem, büyük kanalların yayın politikasının olmaması. Her nedense hep birbirini tekrarlayan programlar yapıyorlar. Televizyonu yönetenlerin entelektüel birikiminde sorunlar olduğu kanaatindeyim. Halbuki yapımcıları kendi istekleri doğrultularında yönlendirebilirler. Oysa onlar yapımcılara teslim olmuş durumdalar. Bir vizyon ortaya konulursa, zihinler onun doğrultusunda çalışmaya başlar. Çok iyi şeylerinde yapıldığını görmezlikten gelemeyiz elbet. Ama Türkiye’de Arge yok çünkü bu, zaman alan bir şeydir. Zaman ayırıp araştırma yapmak yerine çalıp getirmek ya da ithal etmek daha kolay geliyor. Oysa öğrenciler ve bilim adamları ile entelektüel çalışmalar yapabilirler ama yapmıyorlar. 90 dakikalık diziler gibi çok kötü bir rekabet var. Bu, biraz medeni olan insanları o platformdan uzaklaşmasına neden oluyor. Çünkü her insan haftada 90 dakika çekim yapmaya dayanamaz. Ancak hiç bir imkanı olmayan ya da çok para kazananlar bu işte çalışıyor.

Bir televizyon programı nasıl olmalı, ne yapılmalı ki insanlar aradığını bulsun?


O yayının yapıldığı kültür ortamının iklimine göre değişen, dönemsel düşünülecek bazı programlar olabilir. İkincisi her dönem geçerliliği olan programlar yapılabilir. Senede 50 tane program yapılacağına 10-15 tane iyi prodüksiyon yapılabilir. Bunlarda üzerinde çok çalışıldıktan sonra yapılması gerekir. Bir de küçük şeyler yapmak gerekir. Ama yoğun entelektüel zaman harcayarak sitcomlar hazırlanabilir. Bunların dışında haber kanalları, çok güzel belgeseller yapabilirler ama yapmıyorlar. Sabahtan akşama kadar haber yapılmaz. Mesela bugün devamlılığı olan kürt meselesini, geçmişi geleceğini bir vizyon ortaya koyarak bir belgesel ortaya koyamıyorlar.

Trt’yi batı ülkesi televizyonları ile karşılaştırdığımızda siz neler söyleyebilirsiniz?


Trt son 1,5 yıldır bir şeyler yapmaya başladı. 10-15 yıldır sanki üzerinde ölü toprağı vardı. Şimdi ise palyatif yapılıyor yani bir genel düşüncenin yansıması değil. İçlerinden bazı şeyler  iyi olmuş oluyor. BBC ile mukayese bile edilemez. İngilizlerin ITV gurubu reytingin %51’ni alıyorsa BBC %49’unu alır. BBC %51’ini alıyorsa ITV groub %49’unu alır. Fakat trt nin sms’i okunmuyor. Trt güvenilirliğini kaybetti, çok eleman kaybetti. Parlak elemanlar almıyorlar, işin içerisine ideolojiyi çok soktular, hısım akraba televizyonu yaptılar. Bütün bunlar varken trt hiçbir şey yapamaz.

Trt’nin politikası aslında ne?


Aslında trt politikası, trt kanununda var ama yönetimde pek kanuna itibar edilmez, herkes bildiği gibi çalıp oynar. Muhafazakarlara göre,Türk toplumu hiç bir şey istemez ama her şeyi seyreder. Muhafazakar olmayan sol düşünceye göre de, muhafazakarların talep ettiği her şey iğrenç ve gericiliktir. Halbuki yaşayan şehir toplumun hayatıdır, köy toplumunun hayatını verdiğin zaman ne muhafazakarlık olur ne de sağcılık solculuk olur. Görünen bir şeyi yapmış olursun. Bunu bir ideolojik kalıba sokamassın ama ne yazikki hepsi bir kalıba sokuyor dolayısı ile bir hayır gelmez.

Trt de yapılan belgeselleri nasıl değerlendiriyorsunuz. Ya da Türkiye’deki belgesel anlayışını nasıl yorumlarsınız?


Nedense, özgür insanlara değil, hep şablonlara oturmuş çiftlere belgesel yaptırıyorlar, Belgesel hayatın her alanında yapılabilir, her alanını kapsar ve kapsamadığı zaman zaten eksidir. Geniş vizyonu olmayan insanlar bu işte olmamalıdır.

Trt televizyonu daire başkanlığı yaptığınız dönemlerinizde neye önem verdiniz?


Ben trt nin başında olduğum dönemlerde sağcılık solculuk vardı. Kimse birbirini çekemez ve hep birbirlerinin arkasından konuşurlardı. Ben odak noktasına programcılığı koyarak iyi programcı kötü programcıyı ortaya koydum. Böylece programcılar arasında rekabet başladı. İyi program yapanlar, çok çalışmaya başladı ve kamuoyunda da itibarlı hale gelmeye başladılar. Yönetim ile anlaşabilmenin kötü bir şey olmadığı kabul edildi ve büyük prodüksiyonlar ortaya çıktı. İçlerinde iyi şeyler yapamayanlar vardı. Zaten onlarda kaçtılar. İş alanı iş yapanlara kaldı ve bu kadroyla  %85 lik bir potansiyel yakaladık. Ben baktım ki işin sağcısı solcusu değil işini seven insan var. Buda çalışanların skalanın tepesine başarıyı koyduğun zaman o ideolojik konseptin ikinci planda kaldığını görmelerini ve piyasada iş bulma olanaklarının başarıya yönelik olduğunu anlamalarını sağladı. Bir de Sayın Turgut Özal’ında genel düşüncesi olan, dışa açılma düşüncesi ile dış yapımcılara yer vermekti.. Kurum dışındaki potansiyelden de yararlandık. Ortaya çok güzel şeyler çıktı. Ve bizim dönemimizde resmin bütününü tüm yöneticiler gördü. Yani yapılan haftalık toplantılarda, herkez çalışmalarını masaya koyar, tüm müdürler sadece kendi çalışmalarını değil, diğer seksiyonların yaptığını da görür ve tenkit edebilirdi. Bu şekilde 4-5 yıl kesintisiz çalıştık ve daha sonra o masadan 5 tane genel müdür çıktı.

Bir yazınızda diyorsunuz ki, “bugün büyük bir çoğunluğumuzu rahatsız eden gelişmeler, şakası bir yana takkeyi önümüze koymanın zamanının geçtiğini gösteriyor”. Bunu açıklar mısınız?


Türk siyasetinde ve Türk entelektüelinde günlük rutinden kurtulup geleceğe yönelik düşünmemek gibi hastalık derecesinde bir sorun var. Biz, önümüzdeki 20 yıl içerisinde dünyadaki gelişmeleri gözden geçirerek, nasıl bir proje oluşturursak önümüzdeki 20 yıl sonra kürt meselesi kendiliğinden küçülürü düşünmeliyiz. Bu sorunun cevabını aramayan bir ülke, biz 1 metre toprağımızı vermeyiz demesine rağmen toprak kaybedecektir. Bir ülkenin nefsi müdafaası zaten olmazsa olmazıdır ki asker o işi yapıyor, zaten o günümüzün işidir. Baştakiler, yarınki ülkenin ne hale geldiğini, nasıl bir proje yapılması halinde bu problemin azalacağını tasavvur eden yeni bir denklem ortaya konmazsa bu millet birbirini vurur.

Atatürk ilkeleri ve Atatürkçülük hakkında bu ülke ne durumda, sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?


Muhafazakar sağda Atatürk üzerine ahkam kesenler, ruh hastaları vardır ki her türlü iftirayı atarlar. Birde Atatürk’ü ilah yerine koyanlar vardır. Bence, milleti Atatürk’ten uzaklaştıranlarda onlardır. Atatürk’ü eğer doğru kaynaklardan okursanız onun nasıl müthiş bir beyne ve nasıl müthiş bir iradeye sahip biri olduğunu anlarsınız ve dolayısı ile sizin benliğinize öyle yerleşir. İşte benim Atatürk’üm bu dersiniz.

Hükümetin çizdiği politika nedir ve Türkiye’yi nereye taşır?


Bence Akp iktidara gelmeliydi. İslam korkusuyla görünmeyen 90 yıllık bir muhalefet korkusu vardı. Eğer Akp iktidara gelmemiş olsaydı o bir problemdi. Bu devlet onlara 12 yıl imkan verdi ve onlar 12 yıl devleti daha içten görmeye başladılar. Dönüştürmek istediler, ama kendileri de çok dönüştü ve sistemin uzvu haline geldiler. Dolayısı ile Türkiye çok büyük bir iş gerçekleştirdi. Arıza, geçmişteki ideolojik yapılarından kaynaklanıyor. Fakat kamuoyu tarafından o balon sönmüştür. Sakın yanlış anlaşılmasın, bu oy verip vermemekle alakalı değildir. Bir defa mazlum olmaktan çıktı ve bu çok önemsenecek bir şey. İkincisi şehir kültürünün tesiri altına girdiler. Dolayısı ile bir dönüşüm oldu ama onların düşündüğü gibi olmadı bence, Türkiye 90 yılın birikimini üzerinden attı. Önümüzdeki yıllarda da reddi miras eden muhalif gruplar bizim bazı temel değerlerimizin vazgeçilmez olduğunun farkına vardı. Yani Türkiye geçmişe göre, birbirine daha benzeyen insanları barındırıyor. Dolayısı ile önümüzdeki yıllarda muhtemelen sol yeni arayışların içerisinde olacak. Türkiye’ye yakışır ve Türkiye’ye özgü bir sosyal demokrat oluşturacaktır. Bu konsept sağın zilliyetin de varsayılan oyları da alacaktır.

Demokratik Türkiye nasıl olmalıdır?


Ferdin haklarını sonuna kadar kullanabileceği ve insan haklarının ön planda olduğu bir ülke olmalıdır.

Hayat felsefeniz nedir?


Benim hayat felsefem, aç kalmamak çok para kazanmadan kendime göre yaşamak. Ben hiçbir kimse ile hayatım boyunca hiç rekabete girmedim. Ama bu rakip tanımadığım anlamına gelmesin.

Vazgeçilmezleriniz nelerdir?


Benim hayatımda yalnız kalmak, okumak ve periyodik zamanlarda arkadaşlarımla bir araya gelip sohbet etmek vazgeçilmezlerimdir.

Sihirli bir güce sahip olsaydınız bu ülkede neyi değiştirmek isterdiniz?


İlk önce böyle bir güce sahip olmayı hiç istemedim ama her zaman şunu düşünmüşümdür. Bireylere, birey olduğunun farkına vardığı ve haklarının gasp edilmesine itiraz ettikleri bir toplum tahallül ederim ve o toplumun ciddi üniversitelerle desteklenmesini arzu ederim.

Bu ülkede kimlere ihtiyaç var, sizce öğrencilerin hangi bölümleri okumaları gerekir?
Gençlere mesajınız nedir?


İlk önce kendilerini sevmeyi öğrensinler, daha sonra işlerini sevmeyi öğrensinler. Sevmedikleri bir işi aç kalma pahasına bile olsa kesinlikle yapmasınlar. Bu ülkenin fen bilimlerinde de, sosyal bilimlerde de temel bilimler okuyan öğrencilere ihtiyacı var. Devlet politikasının temel bilimlerde yetişenlerin çok parlak öğrencilerden seçilmesi gerekiyor. Ve o beyinlerin belli merkezlerde toplanması lazım. Belli alanlarda toplanırlarsa, onların sinerjisi Türkiye’nin eksik olan finansmanını da, eksik olan siyasetini de, eksik olan kültürünü de belli bir noktaya getirebilir.