YANGIN MI, MESAJ MI?

Trump’ın Pentagon tarafından başkanlığa taşınmasından ve ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hedefine ulaştırmaya yönelik operasyonlar başlatmasından bu yana, küresel aktörler arasındaki çatışmalar, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana yaşamakta olduğumuz III. Dünya Savaşı’nı daha belirgin hale getirmektedir. Günümüzde yaşanan ve küresel çapta ses getiren gelişmeleri küresel aktörler arasında yaşanmakta olan enerji merkezli çatışmalardan, özellikle de ABD derin devleti ile Rothschildlar, ABD ile İngiltere, ABD ile Rusya ve ABD ile Çin arasındaki amansız çekişmelerin dışında değerlendirmek mümkün değildir. 

Toplumları sarsan ve masum insanların ölümüne neden olayları artık bir mesaj olarak algılamaya ve “Arkasında kimler var, kim kime nasıl bir mesaj veriyor?” şeklinde sorgulamaya başladık. Devletlerarası mücadelelerde terör artık etkili ve sonuç alıcı bir silah olarak kullanılıyor. 

Bu değerlendirme paralelinde Londra’daki son yangını da ABD’nin İngiltere’ye verdiği alevli bir mesaj olarak okuyoruz. Yansımalarını Avrupa’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Amerika’da gördüğümüz bu mesajlaşmalar, Ortadoğu’da düğümlenen küresel kapışmanın oluşturduğu buzdağının su yüzündeki bölümü.. Trump’ın Pentagon tarafından başkanlığa taşınmasından ve ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hedefine ulaştırmaya yönelik operasyonlar başlatmasından bu yana, küresel aktörler arasındaki çatışmalar, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana yaşamakta olduğumuz III. Dünya Savaşı’nı daha belirgin hale getirmektedir. 

Günümüzde yaşanan ve küresel çapta ses getiren gelişmeleri küresel aktörler arasında yaşanmakta olan enerji merkezli çatışmalardan, özellikle de ABD derin devleti ile Rothschildlar, ABD ile İngiltere, ABD ile Rusya ve ABD ile Çin arasındaki amansız çekişmelerin dışında değerlendirmek mümkün değildir. 

Geçtiğimiz gün Londra’da meydana gelen kaç masum insanın yanarak hayatını kaybetmesine neden olan yangın da, Pentagon tarafından Kraliçe’ye verilmiş bir uyarı mesajıydı; “Ortadoğu’yla ilgili, I. Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle tarih olmuş hayallerinden vazgeç, küresel finans baronlarıyla ve Çin ile yapacağın işbirlikleri sana bir şey kazandırmaz; küresel lider biziz” deniyordu. 

Medyamızda pek yer bulmadı, ama İngiltere’ye, Londra’dan önce Kıbrıs’ta çok ciddi bir mesaj verilmişti. Londra’daki o korkunç yangından bir gün önce Rum Devlet Radyosu, sabahın erken saatlerinde, İngilizler’in Kıbrıs’taki en büyük üslerinin bulunduğu Dikelya’da, Sovereign Base Area (SBA) girişinde, bir patlama meydana geldiğini ve bir polis memurunun yaralandığını duyurmuştu..

“KİM YAPTI? DEAŞ YAPTI!”

Son yıllarda Avrupa coğrafyasında yaşanan terör olaylarının hemen hepsi DEAŞ’ın sırtına yükleniyor; “Kim yaptı? DEAŞ yaptı!” dosya kapatılıyor. IŞİD’DEAŞ’ı kimin kurgulayıp hayata geçirdiği, hangi amaçlarla nasıl kullanıldığı sorgulanmıyor. İnsanlık vicdanının asla kabul edemeyeceği bütün eylemler İslam’la özleştirilen DEAŞ’ın sırtına yükleniyor; İslamofobi körükleniyor. ABD Başkanı Trump bile İslam karşıtı söylemlerle iktidara yürümüştü. Dünya kamuoyunun beyni, yıllardır bilinçli olarak uygulanan algı operasyonları sonucunda, “Kim yaptı, IŞİD/DEAŞ yaptı!” formülünü sorgusuz kabul edecek şekilde formatlanmıştır.  Kurgudan hareketle soralım; DEAŞ’ın Londra yangınındaki rolü ve amacı nedir; DEAŞ, daha doğrusu DEAŞ’ı kurgulayan akıl İngiltere’den ne istemektedir? 

ABD İNGİLTERE ANLAŞMAZLIĞI

Soruyu Katar kirizi bağlamında değerlendirirsek, sorunun yanıtını daha kolay bulabiliriz. Körfez’de bir yarımada üzerinde kurulmuş olan Katar, pek çok yönden diğer bölge ülkelerinden farklıdır.  Katar, Batılı emperyalistler tarafından, yalnızca bölge devletlerine karşı değil, Osmanlı’ya karşı da bir üs olarak kullanılmıştır. Osmanlılar, İngilizlerin kurguladıkları Vahhabilik hareketlenmelerine I. Dünya Savaşı’nın koşulları altında pek fazla direnememiş, 1913’te Katar üzerindeki haklarından vazgeçmek zorunda kalmıştı. Osmanlı’nın Katar Kaymakamlığı 1916 yılında bütünüyle İngilizlere geçmişti. İngiltere kağıt üzerinde bölgeyi parselleyip şeyhlikler, krallıklar oluştururken, Katar’ı da diğer Körfez ülkeleri gibi, bağımsız bir devlete dönüştürmüştü. 1970 Mayıs’ında diğer Körfez ülkeleriyle birlikte bağımsız olan Katar commonwealth çatısı altında, yani sömürge değil de derin işbirliği yapılan ülke konumunda kalmıştı. 

Katar bağımsızlığını kazandıktan sonra Güney Pars bölgesinden İran’la birlikte çıkardığı doğlagaz gelirlerini çokiyi değerlendirmiş ve çeşitli ülkelerde yaptığı on trilyon dolar civarındaki yatırımlarla, ekonomik gücünü siyasi güç olarak kullanabilme başarısını göstermişti. Katar’ın, ABD’nin çağrılarına duyarsız kalarak Asya, Avrupa, Afrika ve Güney Amerika ülkeleri fonlarına yaptığı çok ciddi yatırımlar nedeniyle Batılı emperyalist ülkelerin hedefi olmuştu. 

Katar, Körfez ülkelerinin, İran’ın, Irak’ın ve Libya’nın yaptığı hataya düşmemek için, silah almak yerine dünyanın çeşitli ülke fonlarına yatırım yapmayı, toprak almayı tercih etmişti. Katar, doğalgaz satarak kazandığı  parayı silaha yatırarak geri vermek istemiyordu. Yakın bir örnek vermek gerekirse, Trump’ın Riyad gezisinde olduğu gibi, 360 milyar dolarlık silah almak yerine fonlara yatırım yapmayı tercih ediyordu. ABD’nin, “Yatırımlarını bize yönelt” çağrısına, “Ancak 30 milyar dolar yatırabilirim” şeklinde yanıtlamıştı. 

ABD, İkiz Kuleler’in vurulmasıyla ilişkilendirerek Suudi Arabistan’ın ABD bankalarındaki ikiyüzmilyar dolarlık servetine el koyduğu gibi, Katar’ın trilyon dolarlarla ölçülen varlığını da kontrol altında tutarak kurulu düzeni korumaya, ABD karşıtı politikalara destek vermesini engellemeye çalışıyordu. Fakat, gerçek anlamda “Arap Baharı” rüzgarları estirerek, Ortadoğu coğrafyasına çağdaş bir demokrasi uygulaması getirme çabasında olan İngiltere destekli Müslüman Kardeşler’e çok ciddi destek veren Katar, bölgeyi BOP bağlamında yeniden düzenlemeyi hedefleyen ABD/İsrail’in planları önünde engel oluşturuyordu. Katar bu nedenle, Trump’ın Riyad’ı ziyaretinin hemen arkasından başta Suudi Arabistan olmak üzere, bölge ülkeri tarafından teröre destek vermek ve İran’la işbirliği yapmakla suçlanarak ablukaya alındı, yaptırımlar uygulanmaya başlandı. 

Ortadoğu’da Şii-Sünni kampları oluşturarak  mezhep savaşları için uygun ortam sağlamaya çabalayan, ABD ve Batılı ortakları gerçek anlamda bir demokrasi uygulaması yapma karında olan Müslüman kardeşler’e verdiği destek nedeniyle Katar’ı teröre destek vermekle suçlarken, PKK/YPG gibi terör örgütlerini eğitip donatmakta bir sakınca görmüyorlar. ABD’nin kışkırtmasıyla Katar’ın teröre destek veren bir ülke olarak suçlanması gerçekleri tersyüz etmeye yönelik bir algı operasyonudur. Katar, İngiltere’nin korumasından kurtarılıp kontrol altına alınmak istenmektedir. İngiltere’nin Kıbrıs’taki Dikelya üssüne yapılan saldırılar, Londra’da sahur vaktinde 24 katlı bir binanın ateşe verilmesi, onlarca kişinin hunharca yakılması İngiltere’ya Katar’dan uzak durması için verilen alevli bir mesajdı. 

İNGİLİZ SEÇİMLERİNDE KİM KİMİNLE SAVAŞIYORDU?

8 Mayıs’ta İngiltere’de yapılan seçimler Muhafazakar Parti Başkanı Theresa May ile İşçi Partisi Başkanı Jeremy Corbyn arasındaki mücadele gibi görünüyordu, ama aslında, bir yönüyle ABD ile AB’nin, diğer yönüyle de Pentagon ile Rothschild ailesi arasındaki savaştı.  O nedenle, “Seçim sonuçlarını İngiliz seçmen değil, küresel aktörler belirledi” yorumları yapılmıştı. 

Theresa May’e başbakanlık yolunun açılması, geçtiğimiz yıl, İngiltere’de yapılan AB referandumunda, çoğunluğunu yaşlıların oluşturduğu yüzde 52’lik dilim “AB’den çıkalım”yönünde oy kullanınca, Muhafazakar Parti Başkanı Cameron istifa etmiş, yerini t. May’e bırakmıştı. May, işe başladığı ilk günden itibaren “Brexit”, yani “AB’den çıkalım” tezini savunmaya başlamıştı. Aslında “Brexit” bir Pentagon projesiydi. Theresa May’i başbakanlığa taşıyanlar da, “Brexit”i kurgulayanlar da aynı ekipti. 

8 Mayıs’ta yapılan seçimlerde, özellikle yaşlı seçmen “Brexit”i sorgulamaya başladılar. İngiltere’nin “AB’ye hayır” dediği  Mayıs 2016 referandumundan bu yana, Muhafazakar Parti’de bile bölünmeler olduğu anlaşılıyor. AB’den ayrılma kararının İngiltere’ye neler kazandırdığı da, AB’den nasıl çıkılacağı da İngiliz seçmene ayrıntılarıyla anlatılabilmiş değil. Yaşlı İngiliz seçmenin ekonominin geleceği konusunda çok ciddi kaygıları var. 

Ortadoğu coğrafyasının yeniden düzenlenmesinde İngiltere’nin gölgesini görmek istemeyen ABD, Kraliçe’ye bombalı, alevli mesajlar vermeye devam edecek mi? 

Emperyalizm konusunda deneyimli bir devlet olan İngiltere’nin, eski arka bahçesi Ortadoğu’daki hedeflerinden vazgeçmesi mümkün mü? 

Çarpışanlar küresel aktörler olduğundan, esen rüzgarlar heran yön değiştirebilir. Bölgemiz haritası yeniden çizilirken, gelişmeleri dikkatle izlememiz gerekiyor.